İnkârın Psikolojik, Sosyolojik Sebepleri Ve Sonuçları

Kapak Dosya – Ümit Şit / 2019 Ağustos / 81. Sayı

İNKÂRIN PSİKOLOJİK SEBEPLERİ

1) Kalbi etkenler: 

a) Kibir 

Kendine aşırı özgüvenden ortaya çıkan ve sonucunda narsist bir anlayışa götüren bir etkendir. Allah tarafından verilen bazı kabiliyetlerin, kişinin kendinden bilmesi sonucu ortaya çıkan bir kalp hastalığıdır. Verilen bu kabiliyetleri, kişi gözünde büyüterek hakkı inkâr etmektedirKarun’un, Kasas sûresi 76.ayetteki inkâr küfrü bu kabilden olup Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu ticari zekâya karşılık kendi becerisiyle yaptığı hissiyatına kapılarak küfre girmiştir.

b) Hevâ

 Kişinin kendi arzu ve istekleri doğrultusunda yaşamak istemesi, kurallara, sınırlara bağlı kalmadan tabiri caiz ise Allah’a karşı özgür olarak hevasına uyan şeyi yapmayı, uymayan şeyi ise terk etmek suretiyle ortaya çıkan bir küfürdür. Allah Kur’an-ı Kerim’de Furkan suresi 43. ayetinde “o hevasını ilah edineni gördün mü?” Ayetiyle bizlere hevanın insanı nasıl köleleştirdiğini göstermektedir. 

c) Haset 

Bir kimse başkasında gördüğü olumlu bir yeteneğin sadece kendisinde olmasını istemekle ayağına gelen daveti inkâr edebilmektedir. Nitekim İskenderiye patriği Mukavkıs, Rasûlullah’ın göndermiş olduğu elçiye şu cevabı vermiştir: “Biz bir peygamber çıkacağını bekliyorduk ancak Şam’dan çıkmasını bekliyorduk.” Sırf kendilerinden çıkmadı diye inkâr etmiş ve tabi olmamıştır. Bir diğer örnek olarak ise Yahudilerin kendi kabilelerinden çıkmasını beklediği son peygamberin Araplardan çıktıklarını gördüklerinde hasetlerinden dolayı inkâr etmişlerdir.

d) Kin 

Bir kimsenin bir kimseye beslemiş olduğu eski bir mesele yüzünden oluşan kinden dolayı ayağına gelen daveti inkâr etmektedir. Örnek olarak Perslerin Müslümanlara karşı beslemiş olduğu kinden dolayı Müslüman olarak göründükleri ancak sürekli yan çizip Müslümanlara tuzaklar kurduklarına şahit olmaktayız. Günümüzde bile bunların emarelerine, vakıalarına şahit olmaktayız.

e) İnatçılık 

Bu etken aşırı gururdan kaynaklanmaktadır. Buna örnek olarak firavunun küfrünü örnek verebiliriz. Nitekim Allah Teâlâ, Musa aleyhi selâm ile birlikte nice mucizeler göndermesine rağmen ve nice belalara ve musibetlere duçar etmesine rağmen firavun direttikçe diretmiş ve sonunda küfrüyle boğulmuştur. İnadından son anda vazgeçmiş ama ölümün soğukluğunu hissettikten sonra kendisine bir yarar sağlamamıştır.

f) Nankörlük

İblisin küfrü bu kabildendir. İsra suresi 27.ayette Allah, şeytanın nankör olduğunu bildirmektedir. Allah Teâlâ’nın nezdinde saygın bir makamı olmasına rağmen nankörlük yapmış. İblisin bu nankörlüğü diğer insanlara da telkin etmesi ile insanların çoğu şeytanın davetine icabet ederek nankör olmuşlardır. İyilikleri küçümsemek ya da görmemek gibi kalbi bir hastalıktır.

2) Zihni etkenler: 

a) Zan 

Kur’an-ı Kerim de Yunus sûresi 36.ayetin ifadesiyle, insanların çoğu zanna uymaktadırlar. Bakıldığında insanlar birbiri ile tartışmaktan ve içi boş laf kuruntularını temelsiz, tutarsız teorileriyle etrafa kusmaktadırlar. Mesela bilim, Allah’ın varlığına birçok delil ortaya koyarken, Allah’ın yokluğuna dair somut bir delil olmadığı halde insanlar kuruntularla dolu teorilere uymayı ilerici olarak görmekte ve gerçeği dogmalar bütünü diye küçümseyerek inkâr etmektedirler.

b) Aşırı şüphe 

İnsanların zihinlerinin bulanıklaşması ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Kişi her şeye karşı aşırı şüpheler beslemekte ve hakkı bu hastalıklı şüphelerden kurtulamadığından dolayı ortada kalarak inkâr etmektedir. Günümüzde sıkça rastladığımız beynin bir inkılaba maruz kalması sonucuyla “inanıyorum ama şüphelerim var” ifadeleri bu hastalığın tezahürüdür.

c) Önyargı, peşin hüküm 

Kişiler yeteri kadar bir ilim seviyesine gelmemesine rağmen veya bir konuyu yeterince araştırmamasına rağmen ön yargılı ve peşin olarak hüküm verme yetkisini elinde tuttuklarına şahit olmaktayız. Bu tür şahıslar bazı propagandalardan etkilenerek bu karara varmaktadırlar. Beyni bu tür propagandalardan kurtarıldığı takdirde ön yargılardan kurtulma imkânı bulabilecektirler. 

d) Gaflet

Asr suresinde geçen insanlığın hüsranda olduğu gerçeği bu kapsamdadır. İnsanların rızık peşine düşmesi, kariyer peşine düşmesi yâda rahat bir hayat yaşama arzusuyla Allah’ın olmadığı bir yaşamı benimsemesi bu kabildendir. Bu şahısların hayatlarında Allah, belirli yerlerde sınırlı bir şekilde hatırlanmaktadır. Bu durum ise kişinin Kur’an’dan yüz çevirmiş bir hayatı benimsemesiyle sonuçlanmaktadır.

e) Cehalet 

İlmin, davetin kişiye ulaşılmamasından kaynaklı bir küfürdür. Kişi ne yapacağını neyin imandan çıkardığını bilmemesinden kaynaklıdır. İki kısma ayrılmaktadır. Cehaleti mazeret sayılanlar ve cehaleti mazeret sayılmayanlar. Örnek olarak Allah korkusundan dolayı kendisini yaktıran adamın Allah’ın kudreti hakkında bilgi sahibi olmadığını anlamaktayız. Diğer bir kısmı ise bildiği halde cahil olanlardır ki onların mazeretleri yoktur.

İNKÂRIN SOSYOLOJİK SEBEPLERİ

a) Sosyal Çevre

Arkadaş ortamlarının niteliklerine göre tercihlerin şekillenmesiyle oluşmaktadır. Komünizm propagandasına maruz kalınmış bir arkadaş ortamında hak kabul edilmemektedir. Hırsızların oluşturduğu bir ortamda çalmanın haram olduğunu kabullenip yaşamak abes bir durumdur. Ancak kötü olan sosyal çevre değiştirildiği takdirde hakkın kabul edilme ihtimali Allah’ın izni ile yüksek olmaktadır. Kişilerin ortamlarına kendilerini ispat etme girişimleri kişileri haktan uzaklaştırmaktadır. Günümüzde Allah’ı inkâr eden bir yaşama rağbet edilmesi, cadde ve sokakların ona göre şekillenmesi, kariyerlerin, iş imkânlarının ve diğer laik ortamlarda kişilerin haktan uzaklaşmaları hızlanmaktadır. Yani kişiler bazı kişilere kendilerini ispat etme adına hakkı görmemekteler. Aitlik hissiyatının giderilmesi adına hak inkâr edilmektedir. Yoksa sende mi gericiler gibi namaz kılmaktasın? Sende mi boşu boşuna aç kalmaktasın? Gibi ezilmişlik psikolojisi ile sosyal çevre hem sanal hem de gerçek mecralarda insanları kuşatır.

b) Atalar putu

Ailede başlayan ve toplumun geneline yayılan atalar inancı kişiyi hakkı inkâra götürmektedir. Kişiler doğduklarında atalarını hangi yol üzerinde bulduysalar o yolda kalmaya sorgulamadan razı olurlar. Kur’an’da Allah, atalarını takip edenleri şu ayetiyle uyarmaktadır: “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki, ama ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?”  [1]

Atalar inancı atılması güç olan bir aile ve toplum dayatmasıdır. Günümüz tabiriyle mahalle baskısı olan bu durum kişilerin sorgulama mekanizmasını çökerten en büyük etkenlerden biridir. Kişi doğruya yönelmek isterse aklına gelmiş geçmiş atalarının mücadelelerini, yaşayışlarını ve diğer davranış şekillerini getirtmekte ve geri adım atmaktadırlar. Yani şu şekilde cümlelere hiç de yabancı değiliz “ne yani sen doğrusunda gelmiş geçmiş atalarımız yanlış mıydı?”, sen bu şekilde tam Müslümansın da atalarımız kâfir miydi?” bunun gibi ifadeler. Söylemlerden de anlaşıldığı üzere ataları kutsama amacı taşıyan bu inançtan dolayı hakka tabi olunamamakta ve reddedilmektedir. Mekkeli müşriklerin durumu, Hz. İbrahim’in kavmiyle olan durumu, bu kabildendir.

c) Baskı ve Zor kullanma 

Toplum içerisindeki cahil insanların kaş yapayım derken göz çıkarması durumuna benzemektedir. Hikmetten ve hoşgörüden uzak baskıcı bir davet kişiyi veya kişileri dinden uzaklaşmasına sebebiyet vermektedir. Çocukluğumuzdaki Kur’an kurslarındaki zalim öğreticilerin çocuklara sopa ile zulmetmesi çocukları o yaşlarda İslâm’dan soğutmakta ve Allah dilemedikçe de o yola gelememektedirler. Yine aynı şekilde aile içerisindeki bir babanın çocuğu üzerinde sevgi ve merhametten uzak bir din öğretme ve yaşatma arzusu kişileri dinden tamamen soğutmaktadırlar. Genelde toplumun vakıasından uzak, ilim olarak yetersiz, ehliyetsiz kişilerin baskıları hakkı inkâra götürmektedir.

d) Toplum liderlerinin saptırması 

Her kavmin, toplumun, devletin, milletin önde gelen liderleri mevcuttur. Zaten lidersiz bir toplum olunamayacağı kesin bir kabuldür. Şayet toplum lideri hak yolda ise toplum tarafından benimsenmiş, sevilmiş ise o liderin getirdiği davada o oranda kabul görmektedir. Buna örnek olarak peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i örnek vermek yeterli olacaktır. Toplumun geneline merhamet nazarıyla bakmış ve olaylara hikmet esasıyla yaklaşmış bir lider olarak getirdiği dava kalbi ve zihni bozuklar dışında kabul görmüştür. Bu durumun tersini düşünecek olursak kendini hakka nispet edip hem kendisini saptıran hem de takipçileri saptıran liderlere de şahit olduk ve şahit olmaktayız. Sözde kanaat önderleri, sözde aydınlar, parti ve vakıf başkanları, bidatçi tarikat şeyhleri ve nice liderler bu kabildendir. Kalabalıkların oluşturduğu bir cemiyette, sempatik gelen ve toplumun hevâ ve hevesine seslenen liderlerin doğru yolda olduğu zannedilmektedir. Kuran ve sünnetten araştırma yapmaksızın batıl liderler peşinde koşanlar, azınlığın getirdiği hakkı küçümsemektedirler. Bu kişilerin hakkı küçümsemelerinin sebebi içinde bulundukları toplum psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Bilimsel olarak bakıldığında birey kendini bir topluma nispet etmektedir. Aksi takdirde yalnızlaşma, dışlanma korkusu yaşamaktadır. Bu tür bireylerin oluşturduğu bu kalabalıkların ortak görüşler etrafında birleştiklerini ve ayrıştırıcı fikirlere kapalı oldukları görülür. Toplum psikolojisine maruz kalan ferdin akli melekeleri, sorgulama yetisi devre dışı kalarak çoğunluğun peşinden bir gazla koşmaktadırlar. Yalan olsa da çoğunluğun görüşü ölçü kabul edilir. Gerçek olsa da azınlık olunduğundan görüşleri reddedilir. Ashabı Kehf örneği gibi, Hz. Nuh kavminin örneği gibi. 

SONUÇ

İnsanlar yukarıdaki sebeplerden dolayı kendisine tebliğ edilen hakka kulak tıkamış, görmezden gelmiş ve böylelikle yeteri kadar varlık alemi üzerinde düşünmemişlerdir. Dünyanın görünen ambalajına teveccüh ederlerken, ambalajın içindekine farklı anlamlar yükleyerek ömürlerini tüketmeye devam etmekte ve tüketmişlerdir. Oysa dünyadaki varlıklar birer ayet olarak karşılarında durmakta ve kendi öz canları ile başlayıp kâinatı tefekkür etmeleri gerekmektedir. Ancak cevaplar bir kenara dursun bu sorulara yönelmemişler bile. Bunun neticesinde gençliklerini arzularına kurban edenler bir zaman sonra hayatlarının eskisi gibi olmadıklarını müşahede etmişlerdir. Allah’ın kâinat için koyduğu kanunları, nizamı kabul etmeden yaşayan insanların hayatları harabeye dönüşmüştür. Misal verilecek olsa, trafik kurallarına uymadan hareket eden bir sürücünün kaza yapma oranı veya ceza yeme oranı yüksektir. Kaza oranı yüksek olan bir hayatta emniyet içinde yaşamak düşünülemez bir gerçektir. Kazalar ise bazen ölümle sonuçlanır ve bazen de telafisi olmayan yaralar açmaktadır. 

İnsan Allah’ın dünyasında emniyet içinde yaşaması için Allah’a iman etmesi gerekmektedir. Nitekim ev sahibi olanın kuralları ev içinde geçmektedir. İnsanlar Allah’a ibadet etmesi için yaratılmışken farklı bir program içine girerek fıtrat dışı bir hayat sürmenin olumsuz sonuçlarını çekmektedirler. Nitekim kurallara uyulmamış, hız yapılmayacak yerde hız yapılmıştır. Bu yüzden inkâr eden insanlar, dünyada mutsuzluk ve emniyetsiz bir hayat ile cezalandırılmıştır. Kendi hayatlarını kendi seçimleri ile zor duruma soktular. Kafir olan kimsenin hayatına bakıldığında mal, para ve diğer menfi şeyler ellerinde olmasına rağmen mutlu olmamaktadırlar. Allah’a tevekkül etmediklerinden dolayı korkarak bir yaşam sürmektedirler. Her yerde güvenlik kameralarını, güvenlikten sorumlu bekçileri görmekteyiz. Mutluluğu veren ve emniyet içinde yaşatan Allah’tır. İnkâr ederek Allah’ın yardımını ret etmelerinden dolayı yardımsız bırakıldılar. Bu yüzden hayatlarında bereket ve huzur söz konusu olmadığından her şeyden pirelenirler. Her kimseye ve her şeye paranoyak bir tavırla yaklaşırlar. İnkâr edenler en büyük kötülüğü öncelikle kendilerine yapmakla beraber çocuklarını da kendileri gibi yetiştirerek maddenin ötesine geçemeyen, dünyanın darlığında sıkışan, ölümün bir yok oluş olduğunu düşünerek ıstırap içinde olan, ilahi kurallara iman etmedikleri için ahlaksızlaşan bir neslin ortaya çıkmasına sebep olmaktadırlar. Bu sebeple şiddete eğilimli, doymak bilmeyen, merhametten uzak, biz olma bilincini yitirmiş psikolojide olan bireyler ortaya çıkmaktadır. Bu bireyler Müslümanların başına bela olarak ortaya çıkmakta, kutsalları çiğnemekte, iman edenlere işkence etmekte, psikolojik eziyetler vermektedirler. Böylelikle hem kendilerini ateşe sürüklerlerken hem de toplumun barışına dinamit yerleştirmektedirler. 

Bu bireyler günümüzde Müslüman beldeleri işgal eden emperyalistlerin paralı askerleri olarak görev yapmaktadırlar. Merhametten uzak bu kişilikler bu beldelerde neden olduklarını, kendilerine zarar vermeyen bu insanların topraklarını neden necis postallarıyla kirlettiklerini sorgulamaktan çok uzaktadırlar. Bu bilinçli bir programdır. İnancı olmayan kişinin inandığı tek şey paradır. Para verildiği takdirde her türlü alanda kullanılabilir bir köle olarak görev yapmaktadırlar. Bu paralı köleler Müslümanların memleketlerinde resmi terör estirmektedirler. Anlaşıldığı üzere inkâr etmek sadece bireyin kendisini etkileyen bir seçim değildir. Bu yüzden Müslümanlar inkâr edenlere karşı davet dilini hiçbir zaman bırakmaması gerekmektedir. Çünkü cehennem ateşi benzeri olmayan kötü bir neticedir. İslâm’ın daveti ise açık ve sadedir. Ya tebliğe iman ederek selâmete ererler ya da iman edenlere cizye vererek bu dünyada emniyet içinde yaşarlar.  

Rabbimizden duamız hem dünyada hem de ahirette iyilik, güzellik vermesi ve cehennem azabından bizi ve ailemiz muhafaza etmesidir.

 “…Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” [2]


[1]Bakara, 170.

[2]. Bakara, 286.