Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2018 Ekim / 71. Sayı
Çocukluk ve ihtiyarlık dönemleri dışında hayatımızın büyük bir bölümü imtihanlarla geçiyor. Anne karnından çıkıp dünyaya geliyoruz, gözümüz açılmaya başlıyor, hayatı yavaş yavaş tanımaya çalışıyoruz. Derken… Bir imtihanlar serisi yakamıza yapışıyor. Kimi zaman okul sıralarında kimi zaman evimizin tam ortasında kimi zaman da en umulmadık yerlerde yakalanıyoruz aniden. Bir iki üç derken alışıveriyoruz, kanıksamaya başlıyor, gerekçeler buluyor ve ikna oluyoruz. Sahiden, eğer gerekmeseydi; hocalarımız, patronumuz, anne babalarımız ve eşimiz dostumuz tarafından neden imtihan edileydik ki? Hocalarımız anlattıklarını ne kadar öğrendiğimizi test etmeli, patronumuz verdiği maaşın hakkının verilip verilmediğini gözlemlemeli, anne babalarımız nasıl bir evlat yetiştirdiklerini iyice anlamalılardı. Evet evet, bunun için sınanmak, zorlu bir imtihandan geçmek ve sabredip ter dökmek gayet makul idi. Değilse nasıl anlaşılırdı başarılı olanla olmayan, az çalışan ile çok çalışan, sabreden ile gevşeyen… Bizi sınayanlara itiraz edip, “siz kim oluyorsunuz da bizi böyle sınavlardan geçiriyorsunuz” demek içten bile değildi. Çünkü bunu yapmaya hakları vardı.
Evet, imtihanları kanıksıyor ve kendi içimizde gerekçeler üretiyorduk. Ancak bu bakış açısı hep insanlar tarafından tâbi tutulduğumuz sınavlar için geçerliydi. İmtihan eden, üzerimizdeki tüm nimetlerin sahibi olan Allah celle celaluhu olduğunda ise durum tamamen değişiyor, gerekçeler tuzla buz oluyor ve ardından bir vaveyla başlıyordu:
“Dünyadaki milyarlarca insan arasında neden ben imtihan olmuştum ki? Cuma vakitlerinde namaza giden, kandil gecelerinde yakınlarına tebrik mesajları atan ben değil miydim? Hayatında bir defa olsun camiye girmeyen milyonlarca insan varken neden onlar değil de ben seçilmiştim, Allah’ın hiç mi adaleti, merhameti yoktu?”
Maalesef, canlandırdığımız bu hazin tablo gündelik hayatta fazlasıyla karşımıza çıkıyor. Bu dünyanın bir imtihan dünyası olduğu dillerimize pelesenk olmuş, ancak gönüllerimiz başka şeyler diyor. İnsanlardan gelen imtihanlara karşı masum bir kedicik oluyoruz, Allah’tan gelenlere ise aslan kesilip asıyor, kesiyoruz. Belalar karşısında isyan edip hadsiz davranan kimseler için “insanlık halidir işte” deyip meseleyi geçiştirirken, sabredip erdemli davranmayı ise sadece peygamberlere yakıştırıyoruz. Kısacası imtihanlar hususunda insanlardan yana olabildiğince müsamahakâr, Allah’a karşı ise isyankârız. İşte tüm bu yanlışlıklardan dolayı; imtihanın hikmeti, imtihanlarda Allah’ın değişmeyen kuralları, imtihanlar karşısında insanların durumu gibi hususların zihinlerde doğru bir şekilde yer edinmesi, kalplerdeki duyguların tekrar canlanması gerekiyor.
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” [1]
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” [2]
Kâinatın yegâne sahibi olan Allah’ın celle celaluhu, her şeyin künhünü bilmiş olmasına rağmen hangi hikmete istinaden bu dünyayı yarattığını tam olarak bilemiyoruz; ancak yukarıdaki ayetlerden hareketle rabbimizin bizden sadır olacak salih amelleri tekrar tekrar görmek istediğini, kendi uğrunda çalışan ile çalışmayanı, sabreden ile kahredeni ayırt etmek için insanoğlunu daima imtihan edeceğini anlıyoruz. Diğer yandan insanlığın bidayetini temsil eden Hz. Âdem aleyhisselam’ın cennette dahi imtihan edilmesi ve bu imtihan neticesinde yine bir imtihan alanı olan yeryüzüne indirilmesi bizlere gösteriyor ki; bu dünya oyun ve eğlence olsun diye değil herkes kulluk göreviyle imtihan edilsin, hayır yolunda yarışanlar ile şer yolunda koşturanlar belli olsun diye yaratılmıştır.
Bu dünyaya Allah’a kulluk hususunda sınanmak için gönderildiğimiz gerçeği tüm peygamberler tarafından ortak bir nida ile biz insanoğluna tebliğ edilmiş, bu zorlu yolda almamız gereken önlemler teker teker izah edilmiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerimde şu şekilde zikredilir:
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” [3]
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.” [4]
Bir yarışa başlanacağında oyunculara kuralların bildirilmesi gibi insanoğluna da bu zorlu yolculukta keskin dönemeçler tarif edilmiştir. Dünyaya gelen herkes mutlaka bu hususların bir kısmı ya da tamamıyla imtihan edilecektir. Bunların miktarı ve zorluğu da kişinin imanı ölçüsünce olacaktır.
“Sahabelerden Sa’d rivayet ediyor: “Dedim ki: ‘Ya Râsulallah! İnsanların belâsı/imtihanı en çetin olanı kimdir? Efendimiz buyurdu ki:
“Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini oranında bela görür/imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belası ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar bela görür/imtihana tabi tutulur. Bela insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” [5]
İmtihan edileceğimiz hususların başında, insanoğluna en sevimli gelen mallar ve canlar zikredilmiştir. İnsanoğlu mala ve mülke düşkün yaratılmıştır. Hiç kimse bunlara olan makul sınırlardaki sevgisinden dolayı kınanamaz. Ancak ne zaman ki bu ilgi ve alaka kişiyi Allah’ın yolundan alıkoyar da kalbini mal-mülk sevgisiyle doldurursa işte o zaman bu sevgi sahibinin felaketi haline gelir. Artık bu noktadan sonra servetin artması da bir imtihandır azalması da.
Dünya malı ile imtihan çok çetindir. Zira bu imtihanda başarısız olmak kişiyi imanının yok olmasına kadar götürebilir. Bu sebeple Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizleri bu hususta uyarmakta ve çekincesini şöyle dile getirmektedir:
“Allah’a yemin ederim ki, ben sizin fakirliğinizden korkmuyorum. Fakat, sizden önceki (ümmet)lere olduğu gibi size dünya (zenginlikleri)nin açılmasından, böylece başkalarının elindekilere özenip din yönünden ziyana uğramanızdan ve öncekileri dünya zinetlerinin helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.” [6]
Can ile imtihan ise; imtihanların en zorudur. İnsanın canı, bedeni selamette olmadığı sürece tüm dünya nimetleri önüne serilse de hiçbir kıymet ifade etmez. Günümüzde nice servet sahibi insan vardır ki bedenlerine kalıcı bir hastalık dokunduğunda ellerindeki tüm mülklerini feda edip ondan kurtulmak isterler. Ancak bu çoğu zaman mümkün olmaz. İşte can ile imtihan bu noktada başlar. Kişiye düşen ise sadece sabretmek ve o bedenin sahibine yardım için niyaz etmektir.
Eyyûb peygamber can ve mal hususunda yaşadığı imtihanlar ve gösterdiği sabır neticesinde darb-ı mesel olmuştur. Allah’ın yığın yığın mal ve oğullar ihsan ettiği Eyyûb peygamber gün gelir bunların yokluğuyla imtihan olur. Hayvanlarının hepsi helak olur, evlatlarıyla arası ölüm ile açılır. Tüm bu sıkıntıların yanında bir de hastalığa yakalanır. O artık zengin, çoluk çocuk sahibi, itibarlı bir kimse değildir. Zor günler bekler onu. Etrafında hanımından başka onunla ilgilenen hiç kimse yoktur. Ancak O, yıllarca nimetler içinde yaşadığını hatırlayarak rabbine isyan etmez ve daima tazarru içinde niyazda bulunur. Duasında bile edep pınarları fışkırır. Hastalığını, perişan durumunu dile getirmekten hayâ eder ve şu şekilde yalvarır rabbine:
“Eyyûb da: “Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etti.” [7]
Samimi tüm dualara icabet eden Allah celle celaluhu Eyyûb’ün aleyhisselâm sabrı ve edebini gördükten sonra herkese bir ibret olsun diye O’na olan nimetlerini arttırarak lütufta bulunur:
“Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun.” [8]
Hastalığından kurtulması için de şifalı bir su ile nimetlendirilir:
“(Biz ona): “Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” dedik.” [9]
Mallar ve canlar dışında insanoğlunu için bir başka imtihan alanı “korku hissi”dir. Korku, insanın tüm bedenine sirayet eden inanılmaz bir histir. Manevi bir duygu olmasına karşın etkileri gözlenebilir vaziyettedir. Kalp ritimlerinin aniden hızlanması, bedende uyuşuklukların ya da titremelerin meydana gelmesi, vücudun ısısının ekstrem bir şekilde artması ya da azalması… Korku tüm bedeni sarınca kişi dünyalar karşılığında da olsa bu durumdan kurtulmak ister. Şeytan, bunun için her şeyini feda eden kimseyi en son diniyle sınar. İmanlar zayıf olduğu zaman şiddetli olan bu korkuya karşı direnemez ve eriyip giderler.
Korku imana galebe çaldığı zaman kişi Allah’ın emirleri hususunda masiyetlere batar. Kul, Allah yolunda cihada çıkacağı, infak edeceği, bir münkeri değiştirmek için teşebbüste bulunacağı vs. durumlarda karşısında elinde korku kılıcı bulunan şeytanı bulur. Bu şeytan onu kimi zaman ölümle, kimi zaman malının tükenip gitmesiyle, kimi zaman da insanlardan eza ve cefa görüp itibarının kaybolmasıyla korkutur. Netice de zayıf olan iman buna boyun eğer ve zamanla sahibini terk eder.
İnsan; korku, mal ve can ile imtihan edildiği gibi açlık hissi ile de imtihan edilir. Rahat bir yaşam süren, midesi daima lezzetli yiyecek ve içecekler ile dolan bir kimse için açlık çetin bir sınavdır. Hele bir de nefisler yeme- içmeye tamah etmiş ise durum daha da vahimdir. Çünkü böyle kimseler sırf açlık korkusundan dolayı akla hayale gelmedik kötülükler işleyebilirler. Günümüzde bir şişe kolaya dinini değiştiren, karnını bir sefer de olsa doyurmak için hırsızlık yapan, adam öldüren, namusunu satan çok sayıda insan vardır. Kur’an-ı Kerim bizlere Bakara Suresi’nde bir avuç su için Allah’ın emrine isyan eden ve zelil olan kullardan bahseder:
“Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.” [10]
Açlık ve susuzluk ile imtihan insanların kalitelerini ortaya koyar. Kimisi bir avuç su karşısında dinini satar ve helak olur, kimisi de bunun bir imtihan olduğunu anlar ve bir avuç suyla cenneti bulur. İşte bu açıdan insan, kendisini açlığa karşı hazırlamalı ve nefsinin yiyecek, içeceğe köle olmasını engellemelidir.
İnsan; korku, açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltilmekle imtihan edilecektir. Ancak, ayette zikredilen “bir miktar” ifadesi kaydı şartıyladır bu. Zira bilhassa korku ve açlık bu ifade ile sınırlandırılmasaydı insanın takati bu imtihanlar ile mücadeleye yetmezdi. Çünkü aşırı derecedeki açlık ve korku insan bedenini ölüme götürmeye yeterlidir.
Ayette belirtilenlerin dışında insan için değişmeyen imtihan alanlarından birisi de “kadın meselesi”dir. Kadınlar, malını ve canını Allah yoluna adayan bazı mü’minleri, duygularına hitap etmek suretiyle bu davranıştan vazgeçirebilirler. “Sen ölürsen biz ne yaparız; savaşa gitme.” diyebilirler. “Paranı boş yere harcama, çoluğunu çocuğunu düşün.” diyerek, erkeğin hayır yapmasına engel olabilirler. Sahip olduklarından daha fazlasını istemek suretiyle, kocalarını gayrimeşru kazanmaya sevk edip günaha itebilirler. Rivayet edildiğine göre ashab-ı kiram devrinde bazı sahabilerin eşleri ve çocukları “Eğer gidecek olursan biz sensiz ne yaparız?” bahanesiyle onların hicret etmesini geciktirmişlerdi. Bu ve benzeri durumlar için kadınlar, erkekler için büyük bir imtihan sebebidir.
Kadının büyük bir imtihan oluşunun belki de en önemli sebebi; cazibelerini kullanarak erkekleri gayri meşru ilişkiye sevk etme kabiliyetlerinin yüksek oluşudur. Tabi ki bu durum iman ve iffetten yoksun olan kadınlar için geçerlidir. Ancak netice de böyle kadınların olması ve hayatta erkeklere çeşitli ayak oyunlarıyla tesadüf etmesi toplumları ifsat etmesi açısından maalesef tehlikeli boyutlardadır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta erkekleri uyarmak için şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne sebebi bırakmadım.” [11]
“Ne gariptir ki, kendine hâkim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim.” [12]
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.” [13]
Bu hadislerden kadınların mutlak olarak kötü bir cins oldukları anlaşılmamalıdır. Zira bu hadisler; kadınları fitne aracı olmayın diye uyarırken erkekleri de reddedilemez bir vakıa olarak kadınlar ile imtihan hususunda ikaz etmektedir.
Netice olarak; insanoğlu yukarıda zikredilen ve daha zikredemediğimiz durumlar ile imtihan olunacaktır. Çünkü bu dünya bir imtihan âlemidir. Herkes sınavdan geçirilecek ve çalışmasına göre cennet ve cehennemi hak edecektir. Bu durumdan peygamberler dahi müstağni değildir. Hatta onlar için imtihanlar daha da zordur. Açlık, korku, kadın, mal ve canlar ile ilgili imtihanlara baktığımızda bunların en şiddetlilerinin peygamberlerin hayatlarında olduğunu anlarız. İşte bu açıdan; nefes aldığımız müddetçe imtihanlar ile karşılaşacağımız hakikatini asla unutmayacağız. Ve bileceğiz ki; bu dünya insanın her türlü emeline ulaşabildiği bir yer değildir. Burada acı vardır, korku vardır, açlık vardır. Tüm bunların ilacı olarak ise sabır verilmiştir. Bizler bu zorlukları yaşayan ne ilk ne de son kişileriz. Bu ilk insan Hz. Âdem için de böyledir, dünyaya gözlerini en son kapatacak kişi için de geçerlidir. Belki şekli değişebilir; ancak bahsettiğimiz imtihan alanlarının hepsi kıyamete kadar geçerliliğini koruyacak ve sabredenler ile isyan edenler ortaya çıkacaktır.
Şunu biliyoruz ki; sadece iman ettik demekle cennet kapıları açılmayacak, dünya nimetleri önümüze serilmeyecek. Bu iddiamız için daima sınanacağız. Aynı Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu şekilde belirttiği gibi:
“Mü’min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgâr, ona hangi taraftan gelirse, onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner, meyleder (fakat o, yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min kişi de böyledir. O da belâ sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri ise, sert ve dimdik duran çam ve dağ servisi gibidir. Nihayet Allah onu, dilediği zaman (bir seferde) kırar, devirir.”[14]
Yazımızı Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisiyle bitiriyoruz:
“Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şüphesiz onları (sıkıntı, musibet ve belâlarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) rızâ gösterirse, Allah’ın rızâsı (ve sevabı) o kimseyedir. Kim de (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) öfkelenir (ilâhî hükme rızâ göstermez) ise, Allah’ın gazabı (ve azâbı) o kimseyedir.” [15]
[1]. Mülk, 2
[2]. Muhammed, 31
[3]. Bakara, 155
[4]. Âl-i İmran, 186
[5]. Tirmizî, c. 7, s. 78-79; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, c. 1, s. 136
[6]. Buhâri; Müslim
[7]. Enbiya, 83
[8]. Sad, 43
[9]. Sad, 42
[10]. Bakara, 249
[11]. Buhârî Nikâh 17; Müslim Zikir 97 98.
[12]. Buhârî, Hayz 6, İman 21, Nikah 88; Müslim, İman 132, (79)
[13]. Müslim, Zikir 99; Tirmizî, Fiten 26.
[14]. Buhâri, Tevhid 32, hadis no: 92; Müslim, Sıfatu’l-Münâfikun 14, hadis no: 58-62.
[15]. İbn Mâce, Fiten 23, hadis no: 4034.