İmanın Küfre Karşı Zaferinin İkinci Yılında Afganistan

Kapak Dosya – Muhammed Eyüp / 2023 Ağustos / 129. Sayı

İnsan, tarihin içerisindeki konumu itibarıyla oldukça küçük bir varlık. Bu sebeple son derece önemli tarihi olayların içerisinden geçerken ve son derece büyük şahıslarla aynı çağı paylaşırken, bunun nasıl bir önem arz ettiğini idrak etmekten zaman zaman aciz kalabiliyor.

2 yıl önce, Ağustos 2021’de Afganistan’da yaşananlar da bu türden şeylerdi. Şahsen halen bizlerin bu zaferin ne anlama geldiğini tam olarak fark edebildiğimiz kanaatinde değilim.

Esasen, Ağustos 2021’de neler yaşandığını anlayabilmek için daha geriye, Afganistan topraklarının bu yüzyılın en büyük Haçlı seferlerinden biriyle hedef alındığı 2001 yılına gitmemiz gerekiyor. 2001 yılında Afganistan toprakları, yeryüzünün en tehlikeli ve en korkutucu bölgesiydi. Afgan topraklarındaki Müslümanları katletmek, sürmek, esir etmek ve toptan imha etmek için saldırı üstüne saldırı tertip ediliyordu.

“Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek yahut seni (yurdundan) çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 30)

Afgan topraklarındaki bir avuç yerli ve yabancı Müslüman, tüm dünya tarafından terk edilmiş, düşman haline getirilmiş, dışlanmış ve hedefe oturtulmuş haldeydi. Dünya Müslümanlarının birçoğu dahi bu mazlum coğrafyadaki Müslüman kardeşlerine sırt çevirmiş, onları azılı Haçlı işgalcilerin insafına terk etmişti.

“O vakit kâfirler üstünüzden ve altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, kalpler gırtlaklara dayanmıştı. Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.” (Ahzab, 10)

Bir avuç Afgan toprağı her türden silah ve bombayla vuruluyor, nükleer bombalar dahi bir grup mazlum Müslümanın üzerine atılıyor, Müslümanların cesetleri yolların kenarlarında vahşi hayvanlara yem oluyordu. Bu esasen onların Allah’a karşı verdiği sözlerinde gösterdikleri sadakatin bir göstergesiydi. Ki Afganistan İslam Emirliği Emiri Şeyhu’l Hadis Mevlevi Hibetullah Ahundzade, bu hali, geçtiğimiz yıl Alimler Konferansı’nda yaptığı bir konuşmada şöyle özetlemekte:

“Hz. Hamza şehid edildiğinde onun kalbini söktüler ve cesedine saygısızlık ettiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ‘kız kardeşi için (onun hatırı) olmasa onu defnetmeyeceğini, savaş sahasında bırakacağını’ söyledi. ‘Defnetmezdim ki halini görsünler, ahirette kurtların karnından çıkarılarak diriltilsin. Ki Allah’ın dini için girdiği hal ortaya çıksın.’ Biz de Allah’ın, onun dini için girdiğimiz hali görmesini istiyoruz.”

Binlerce Müslüman esir çöllerde, kapatıldıkları konteynerlerde ölüme mahkûm ediliyordu. Tek “suçları” Allah yolunda sebat etmek olan binlerce Müslüman çöllerde konteynerlere hapsediliyor, aç ve susuz bırakılıyordu. Öyle ki susuzluktan ölmemek için kendilerinin, kardeşlerinin kanlarını, terlerini emmek zorunda kalıyorlardı. İslam’ın binlerce isimsiz kahramanı, mezarları dahi olmayacak bir şekilde böylece yitip gittiler.

Yüzlerce Müslüman, Haçlılar ve yerli iş birlikçileri tarafından esir ediliyordu. Parayla kafirlere satılıyordu. Hayvanların dahi tutulmayacağı kafeslere, hücrelere atılıyor, burada 10 yıl, 20 yıl hapsediliyor, aç bırakılıyor, kimsenin kabuslarına dahi giremeyecek derecede ağır işkencelere maruz bırakılıyordu.

Belki de en ağırı Müslümanların ilgisizliği ve bazı çevrelerin ihanetiydi. Haçlılar Müslümanların topraklarını çiğnerken, bacılarımızın namusuna el uzatırken, onlara burada yazmaktan dahi haya edeceğimiz rezillikleri reva görürken, İslam aleminin büyük kısmı suskun ve umarsız kalmıştı. Kimileri işgal sebebiyle mazlum Müslümanları suçluyor, kimileri Amerikan ordularında yer almaya cevaz veren fetvalar yayınlamak için sıraya giriyor, kimileri Allah’ın dinini dahi terk ederek soluğu kafirlerin yanlarında alıyordu.

Afganistan’ın her bir karışı yakılıyor, Müslüman kanıyla sulanıyor, bombalanıyor, yok ediliyordu. Bu vaziyet 20 sene boyunca devam etti. Afgan Müslümanlar, kendilerine destek olmak ve onları mübarek cihadlarında yalnız bırakmamak için seferber olan bir avuç Müslüman ile beraber döne döne savaştılar. Afgan topraklarını şehidler bahçesi haline getirdiler, öyle ki bu mübarek beldeden yayılan güzel kokular tüm dünyayı kendisine hayran bıraktı.

20 yıl süren cihad sırasında on binlerce Müslüman Afgan, hayatının baharında bir an dahi düşünmeden toprağın altına girerek canlarını İslam için feda etti. Bu mübarek cihad geride on binlerce yetim, dul, evlatsız insan bıraktı. Afganların yanı sıra dünyanın dört bir yanından çok sayıda Müslüman, Haçlı işgalcilerin kibrini ve gücünü yerle yeksan etmek için gerçekleştirilen bu mübarek cihad için canlarını verdiler. Halen binlerce şehid mübarek Afgan topraklarında isimsiz, cisimsiz, meçhul mezarlarda yatıyor. Kiminin cesedinden geriye belki birkaç parmağı kaldı yahut kalmadı. Hepsi mahşer günü yeniden diriltilerek, kendilerini yalnız bırakan biz Müslümanlardan hesap soracakları günleri bekliyorlar. On binlerce şehid, hayatının ilkbaharını İslam ve Müslümanlar için feda eden on binlerce yiğit kahraman… İşte asrın tağutu Amerika’nın ve onun müttefiklerinin hezimeti ve imanın zaferi tam da bu noktada, bir yenilgi gibi görülen bu hakiki zafer anında başladı.

Bu mübarek tümsek, belki de Müslümanların zaferine vesile olan fedakarlıkların en bariz nişanesi. Kafir Amerikan ordularının ve onun müttefiklerinin 2001’de en yoğun saldırıları gerçekleştirdiği bölgelerden biri olan Tora Bora’da yer alan bu tümsekte[1], Haçlıların saldırılarına karşı omuz omuza savaşan ve kanları birbirine karışan onlarca Afgan ve muhacir mücahidin naaşları yer alıyor. Allah onlardan kabul etsin.

İşte tüm bu zahmet ve sıkıntılara göğüs geren mücahid Afgan milleti ve onlara yardımcı olan gönüllü mücahidler, Allah azze ve celle’nin lütfuyla, çağımızın gördüğü en büyük zaferlerden birine mazhar oldular. Zaferi göremeden canlarını vererek şehid -inşallah- olan mücahidler ise bundan çok daha büyük bir zafer elde ettiler.

Bu zafer akla hayale gelmeyecek imkansızlıklar ve yokluklarla kazanıldı. Öyle ki, her türlü dünyevi imkana sahip Haçlı ordularının karşısındaki mücahidlerin, silah ve ekipmanlar şöyle dursun, çoğu zaman yiyecek bir parça kuru ekmeği ve içecek temiz suyu dahi bulunmuyordu. Her şeyin ötesinde bu durum bizlere ders olmalı. Maalesef bizler harekete geçmek, Allah yolunda amel etmek, Haçlılara ve iş birlikçilerine karşı seferber olmak için tüm şartların mükemmel olmasını bekler gibiyiz. Hayatlarımızdan, geçimimizden, servetimizden, sevdiklerimizden, sevenlerimizden vazgeçmeyi aklımıza dahi getiremiyoruz.

Bu noktada son olarak şunu düşünmeden edemiyorum: Hayatta kalmak her zaman selamet midir? Yoksa bu çağın algıları bize dünyayı sevdirmiş, bize ölümü kötü göstermiş, hayatta kalmayı selamette olmak zannetmemize mi yol açmıştır? Cihad ile teori ve pratik arasına mesafe koyan hareketler ve şahıslar bekledikleri “selameti” bulmuş, salimen İslam üzere yollarına devam edebilmiş midir, yoksa beklemedikleri dönüşüm ve değişimler mi geçirmişlerdir? Kim umduğuna ermiş ve hayra yakınlaşıp şerden uzaklaşmıştır? Zorluklara rağmen cihad üzere sabredenler mi muzaffer olmuştur? Yoksa “selamette” olmak için cihad ile aralarına mesafe koyan, tüm fıkhi ıstılahları ters yüz edecek bir biçimde olduk olmadık her şeye “cihad” diyen ve selamet bulacaklarını zannedenler mi? Allah azze ve celle şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki sizi hem biraz korku ve açlıkla hem de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele!” (Bakara, 155)

Sabredenler şüphesiz Allah azze ve celle’nin bu buyruğunda olduğu gibi muzaffer olmuşlardır ve olacaklardır. Peki ya sabretmeyenlere ne olmuştur?

Sabredenler zulme uğramalarına, öldürülmelerine, işkence görmelerine rağmen ecirleri kat be kat artmış, nihayetinde izzetli bir hayata ve yeryüzünde güce erişmişlerdir. Sabretmeyen ve “selamette kalmayı” seçenlerin hali ortadadır. Bugün evlatlarımızı dahi küfürden, şirkten ve fuhşiyattan koruyamaz hale gelmedik mi? Bizzat kendi evlatlarımız dini terk edip sapkın güruhlar içerisine katılmadı mı? Sokaklarımız ahlaksızlıktan, hayasızlıktan nefes alınamaz hale gelmedi mi? Kim selamete ulaştı? Ölüler mi, diriler mi? Kim başka bir şeye dönüştü? Cihadda sebat edip ölümü göze alanlar mı, cihaddan uzak durup “selameti” arayanlar mı? Her şeyden evvel kendi ahvalimize bir bakmamız ve durumdan ibret almamız icap ediyor. Şüphesiz cihadın neticeleri tamamen arzulanan gibi olmayabilir, eksikler olmuştur ve olacaktır ki Afganistan da bunun istisnası değildir. Ancak cihaddan uzak duranlar, sırf geçici ve dünyalık bir refaha eriştiler diye daha iyi bir durumda mıdırlar? Şahsen ben, bilhassa sokakların fuhşiyata gark olduğu şu günlerde etrafıma dönüp baktığımda, böyle bir durum göremiyorum.

MÜBAREK CİHADIN NETİCESİ

“Ey Peygamber! Sana da sana uyan mü’minlere de Allah yeter. Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sebatlı yirmi kişi olursa, iki yüz (kâfir)i yener. Yine içinizden (sebatlı) yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiyi yener. Çünkü onlar (hakkı) anlamayan bir topluluktur. (Böyle olmakla beraber) Allah, sizde bir zayıflık olduğunu bildi de şimdi (bir kişinin on kişiyle savaşma yükünü) hafifletti. Bundan böyle içinizden sebatlı yüz kişi olursa, iki yüz (kâfir)i yener. Eğer sizden sebatlı bin kişi olursa, iki bin (kâfir)i Allah’ın izniyle yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 64-66)

Allah, kendisine inanan ve kendi yolunda sebat eden mücahid Afgan milletine zaferi yazmış, onları katından bir nusretle desteklemiş, çağın Haçlı ordularına, onların yerli ve yabancı iş birlikçilerine karşı Afgan milletine apaçık bir zafer vermiştir.

Afgan topraklarında Amerikan, İngiliz ve diğer Haçlı kuvvetlerinden binlercesi ölmüş, on binlercesi sakat kalmış ve hayatları boyunca çeşitli zihinsel travmalarla yaşamaya mahkûm olmuştur. Bunların önemli bir kısmı ülkelerine döndüklerinde normal bir hayat yaşayamamakta, Müslümanlara karşı işledikleri cürümlerin bir karşılığı olarak sefalet içerisinde intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Haçlıların, Müslümanlara işkence ve zulümde onlardan geri kalmayan yerli iş birlikçileri de on binlerce kayıp vermiş, ihanet ve zillet içerisinde yok olmaya mahkûm kalmıştır.

(Rasûlüm!) Kafirlere de ki: “Yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir.” (Âl-i İmran, 12)

Nihayetinde küfrün orduları yenilmiş, Haçlı kuvvetlerinin gücü ve savaşma şevki kırılmış, İslam topraklarını zillet ve sefalet içerisinde terk etmeye mecbur bırakılmıştır. Küfür orduları, artık zafer kazanamayacaklarını kabullenerek daha fazla kayıp yaşamamak üzere Afganistan’ı terk etmiş, yerli iş birlikçilerini geride bırakarak kaçmıştır. Allahu ekber ve’l izzetu lillah.

İşte kafirlerin, Haçlıların, zalimlerin yanında izzet arayanların; kendi milletlerine, kendi dinlerine, kendilerini yaratan Allah azze ve celle’ye ihanet edenlerin sonu budur.

“Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa, 139)

Allah azze ve celle, Müslümanlara tuzaklar kuran ve dünyalık zorluklar çıkartarak onları alt edebileceklerini, yeryüzünden dağıtabileceklerini zanneden bu münafıklar için şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, ‘Rasûlullah’ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır, ama münafıklar anlamıyorlar. Şöyle diyorlar: ‹Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak.’ Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, Rasûlü’nündür, müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikun, 7-8)

Allah’ın fazlı ve keremi sayesinde, Afgan topraklarından Haçlıların zelil bir şekilde sürülmesinin ardından, Afganistan İslam Emirliği yeniden tesis edilmiş, Müslümanların yürekleri bu zaferle ferahlamıştır.

“Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.

(Böyle yaparsanız, Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere koyar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir. Hoşunuza gidecek bir diğer husus da Allah’tan bir yardım ve yakın bir zaferdir. Mü’minlere müjdele!” (Saff, 10-13)

İçerisinde bulunduğumuz ağustos ayı itibarıyla Afganistan İslam Emirliği 2021’in ardından ikinci yılını doldurmuştur. 1990’lardaki iktidar süreci de dahil edildiğinde bu toplamda 7’nci yıl olacaktır. Afgan toprakları bu 7 yıllık süreçte Allah azze ve celle’nin bereketine şahitlik etmiş ve İslam’ın hakimiyetinin getirdiği sulh ile selameti bizzat yaşamıştır.

Bir beldede Allah’ın hükümlerinin uygulanmasının getireceği bereket, bizatihi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından defaatle zikredilmiştir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir yerde Allah’ın haddi ile amel edilmesi, o belde ahalisine kırk sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”[2]

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhuma şöyle söylemiştir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın beldelerinde Allah’ın hadlerinden bir haddin uygulanması kırk gece yağmurdan daha hayırlıdır.”[3]

Ubade bin Samit radıyallahu anh şöyle söylemiştir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın hadlerini yakına ve uzağa ikame ediniz! Allah’ın hadleri tatbik edilirken kınayanın kınaması sizleri engellemesin!”[4]

Kimse geleceğin neler getireceğini, gaybın içerisinde nelerin saklandığını bilemez.

Asrın en büyük zalimi ve tağutu olan ABD ve diğer Haçlı müttefikleri, Afganistan İslam Emirliği’ni kuşatmak, boğmak ve yıkmak için girişimlerini halen sürdürmektedir. Mazlum Afgan halkına iktisadi yaptırımlar uygulanmakta, 40 milyonu aşkın nüfusa sahip bir ülke açlık ve sefaletle yok edilmek istenmektedir. Neden? Allah’ın hükümlerini tatbik ettikleri ve “modern” dünyaya meydan okudukları için.

“Burçlar sahibi göğe, o vaat olunan güne, şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki (mü’minleri dinlerinden vazgeçirmek üzere hazırladıkları hendeklerin) içini tutuşturulmuş ateşle dolduran hendek sahipleri kahrolmuştur. O vakit onlar (o ateşin) karşısında oturmuşlardı, (ateşe attıkları) mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan öç almalarının sebebi, sırf (mü’minlerin) O tek galip, her övgüye lâyık Allah’a inanıyor olmalarındandı. Oysa ki göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah her şeye şahittir.” (Buruc, 1-9)

Söylediğimiz gibi, gelecekte ne olur bilinmez. Ancak hem dünyada hem de ahirette zafer Allah’a iman edenlerin ve onun yolunda “hakkıyla” cihad edenlerin olacaktır.

Bugün Afganistan İslam Emirliği, iki yıl önce kazandığı zaferi pekiştirmek, 20 yıllık işgal sürecindeki ifsadın izlerini silebilmek, Allah’ın şeriatını tam olarak tatbik etmek, imanlı nesiller yetiştirmek, bir İslam ordusunu tamamen kurabilmek için mücadele etmekte, Afganistan ekonomisini ayağa kaldırmak için çaba sarf etmektedir. Dünyadaki diğer Müslümanlara düşen ise Afgan kardeşlerini her anlamda desteklemek, kafirlerin karşısında onları (2001’de olduğu gibi) yarı yolda bırakmamaktır. Dünyanın her tarafından Müslümanlar hak yolda el ele verir ve kazanımlarını koruyup daha fazla kazanım elde etmek için bir araya gelirse, Allah azze ve celle Müslümanlara tahayyül dahi edemeyecekleri yeni zaferlerin yolunu açacaktır.

“Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde savaşanları sever.” (Saff, 4)

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kafirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz (de) şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi çok zayıftır.” (Nisa, 76)


[1]. Sol üst köşede yuvarlak içinde işaretlenen alan

[2].  İbni Mace 2538, Nesai 4919

[3].  İbni Mace 2537

[4].  İbni Mace 2540, Albânî İrvau’l Ğalil Fi Tahrici Ehadisi Menari’s Sebil 670, Albânî Silsiletu’l Ehâdîsi’s Sahîha 1942, Albânî Mişkat 3587