Hırsızın Eli Neden Mi Kesilir

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Temmuz / 92. Sayı

Kimlik Müslümanları olarak dinimizin emirlerini künhüyle bilmekten çok uzağız. Sayı olarak dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini Türkiye nüfusunun da %89,5’ini[1] oluşturuyoruz ama iş dini yaşamaya ve onu müdafaaya gelince sınıfın en tembel öğrencisi oluyoruz birden. Yüzümüz Batı’ya çevrildiğinden beri İslam’ın emirlerini sorgulamak bir moda haline geldi. Allah ve Rasûlü’nün emirleri sorgulanamazdan, sorgulanmadan alınamaza getirildi. Mesele had cezalarının kaldırılmasından Kur’an ayetlerinin değiştirilmesine kadar ilerledi gitti. Efendimiz’in buyurduğu gibi maalesef İslam’ın halkaları namaza varana dek tek tek sökülecek ama biz Müslümanlar bu imtihanın neresindeyiz? Allah’ın dinine düşmanlık edenler ya da onların ağlarına takılanlar bu söylemlerini yüksek seslerle dile getirirken biz neden suskunuz? Dinimizden mi utanıyoruz yoksa bilmekten mi aciziz? Recmden, el kesmeden konu açılınca neden kıvranıp duruyoruz? Hüküm belli, hükmü koyan belli. İslam’ı kabul ederken bunları düşünmeden ya da bilmeden mi iman ettik yoksa! 

Cevaplar kişiye göre değişiyor. Kimisi imani zafiyetten kimisi cesaret eksikliğinden kimisi de işin özünü tam olarak bilmemekten ötürü bu durumda. Ama hiçbirisinin telafisi için geç değil. Biz işe öğrenme kısmından başlayalım. Önce öğrenelim. Öğrendikçe kalbimizi mutmain kılalım. Ve böylesi bir kalp ile dinimizin arkasında cesurca duralım inşallah.

Modern dönemde İslam’a saldıranlar ve onlara İslam’ı süslü göstermeye çalışanlar sebebiyle gündemimize giren konulardan birisi de hırsızlıktır. Meselenin bahsini ettiğimiz çevrelerce problemli olarak görüldüğü nokta, işlenen suça karşılık verilen el kesme cezasıdır. Söz konusu ceza Kur’an-ı Kerim’in çok açık ifadeleriyle sabittir[2]. Ancak durum böyleyken tevil yöntemiyle ayetin ortaya koyduğu mana değiştirilerek sanki ceza ayetle değil de sadece sünnetle sabitmiş gibi gösterilmekte, akabinde de hem cezanın uygulanabilirliğine hem de sünnetin bağlayıcılığına saldırılmaktadır. Uygulama sadece sünnetle sabit olsa bile bunda ne sakınca var diyeceksiniz. Sünneti dinin bir kaynağı olarak görenler için elbette bir sorun yok. Olmamalı da zaten. Esasında buradaki asıl sorun da uygulamanın kaynağında değil. Sorun, nefislerinin hoşlanmadığı her ayeti batıl tevillerle ekarte eden ve efendimizin sünnetine pul kadar değer vermeyip onu her fırsatta lekelemek isteyen kimselerde. Bu konudaki tutumları da bunun açık bir ifadesi. 

Hırsızlık herkesçe suç sayılan kötü bir davranıştır. Yunan mitolojisinde onu maharet sayan anlayışı[3] istisna tutarsak kimse bu çirkin davranışın müdafisi değildir. Gerek yahudilikte gerekse hristiyanlıkta hırsızlığın yasaklandığını bildiren ifade ve uygulamalar mevcut. Buraya kadar kimsenin bir itirazı yok. Ancak her ne hikmetse iş İslam’ın bu alandaki hükümlerine gelince tüm oklar birden kendisine çevriliyor ve insafsızca muamelelere maruz bırakılıyor. Oysa bu konuda İslam’ı eleştirenlerin hırsızlığa kölelik ve hatta ölüm cezası veren yahudiliği de eleştirmesi beklenirdi[4]. Ama böyle bir şey göremiyoruz. Bu nedenle İslam’ın bu hükmünü tartışmadan önce ona itiraz getirenlerin samimiyetini gündeme getirmek daha gerçekçi olacaktır.

Peki İslam hırsızlığa neden böyle bir cezanın verilmesini emretti? İddia ettikleri gibi çalınan herhangi bir şeye karşılık insan elinin kesilmesi gerçekten adaletsiz ve barbarca mıydı?

Tablonun sadece son kısmına bakıp cevap verecek olursak evet. Sonuçta dünyanın tüm serveti de çalınmış olsa neticede bir insan eli etmez. Aynı bakış açısını modern hukuka da uygulayabiliriz. Mesela bu tabloya göre bir insanın ömür boyu hapis ile cezalandırılması da çok merhametsizce gözüküyor. Ama bu kişinin birçok insana zarar verdiğini ve halen de verebileceğini düşününce orada ömür boyu bulunmasına haklı bir gerekçe üretmiş oluyoruz ve doğal olarak bir itirazımız kalmıyor. Aynı yöntemi İslam’ın hükmü için de uygulamak zorundayız. Sadece sonuca odaklanacak olursak “İslam insanların ellerini kesiyor” şeklinde yanlış bir karara varmış oluruz. Ama meseleyi en başından takip ettiğimizde varacağımız yegâne sonuç “İslam herkesi güvence altına alıyor” olacaktır. 

İşte bu nedenle, İslam’ın bu hususta öngördüğü cezanın insanlık için gerçekten en adil ve en uygun oluşunu kavramak için filmi en başına sardırmamız gerekiyor. O zaman “hırsızlık nedir, hangi sebeplerden dolayı ortaya çıkar, toplumda oluşturduğu etkiler nelerdir, ne gibi önlemler alınabilir” başlıklarını sırasıyla ele alalım.

Hırsızlığın Mahiyeti

Öncelikle şunu belirtelim ki bizim halk arasında hırsızlık olarak kabul ettiğimiz durumla hukuken hırsızlık sayılan durum çoğu yerde farklılık arz eder. Maalesef birçok kimse bu teknik farkı bilmediği için verilen cezayı tam olarak benimseyememektedir. 

Halk nezdindeki hırsızlık; bir kimsenin başka bir kimsenin malını gizli yollardan haksız bir şekilde almasıdır. Bu kişinin kim olduğu, hangi şartları taşıdığı, çaldığı malın özellikleri ve çalma şekli bu bakış açısına göre önemli değildir. Ancak İslam Hukuku’ndaki hırsızlıkta bu saydığımız unsurların hepsinin ayrı ayrı önemi ve cezayı etkileyen ciddi tesirleri vardır.

Bir ıstılah olarak hırsızlık; başkasına ait koruma altındaki belli değerde bir malı, mülk edinme kastıyla gizlice almaktır[5]. Bu tanıma göre hırsızlık suçunun sabit olması ve gereken cezanın uygulanması için bazı şartlar vardır. Bunlar;

– Çalınan malın mülkiyetinin tamamen başkasına ait olması ve kişinin bunda azıcık da olsa hiçbir hissesinin bulunmaması 

– Çalınan malın ulu orta yerde bulunmayıp özel olarak koruma altına alınmış olması

– Çalınan malın belirli bir değerde olması

– Çalınan malın hırsızın tasarrufuna tamamen geçmiş olması

– Çalınan malın aşikare eşkıyalık yoluyla değil gizlice alınmasıdır. 

Bunlar hırsızlığın kendi içindeki özel şartlarıdır. Bir de cezai ehliyete sahip olmama, ikrah (baskı) altında bulunma gibi cezanın uygulanmasını engelleyici genel kurallar vardır. Netice itibariyle suçun tarifi yapılacağında ve cezası uygulanacağında bunların hepsi ayrı ayrı değerlendirilir. Somut uygulamalardaki durumları örneklendirirsek mesele daha açık hale gelecektir. Mesela cezai sorumluluğu tam olarak oluşmayan bir çocuğun hırsızlığı, ortağı olduğu işyerinden bir şeyler çalan kişinin hırsızlığı, bir vatandaş olarak kendi hissesinin de bulunduğu devlet malından bir şeyler çalan kişinin hırsızlığı, 1 dinar/10 dirhem değerinin altındaki bir şeyi çalan kişinin hırsızlığı, ulu orta yerde duran bir şeyi çalan kişinin hırsızlığı, işini zorbalıkla yapan bir gaspçının hırsızlığı, suç üstünde yakalanan ve malı mülkiyetine henüz  geçiremeyen kişinin hırsızlığı… Tüm bunlar hırsızlık olarak isimlendirilse de el kesme cezasını gerektiren hırsızlık suçunun unsurlarını tam olarak taşımadığı için hukuken farklılık arz eder. Böyle durumlarda bu kişiler el kesme cezasından muaf tutulur ve yöneticilerin belirlediği tazir denilen cezalarla cezalandırılırlar. Ayrıca hırsızlık yapan kişinin çaldığı malları yakalanmadan önce bizzat kendisinin teslim ederek tevbe etmesi ya da hukuki yargılama başlamadan önce mal sahibinin hırsızı affetmesi gibi durumlarda da el kesme cezası düşer ve uygulanmaz. 

İslam Hukuku’nun cezayı tenfizde yanlış bir hükme varmayı engellemek için aldığı tedbirlerden birisi de şahitlerle alakalıdır. Suçun ispatında tereddüde yer bırakmamak için şahitlerin akıllı, buluğa ermiş, erkek ve dürüst olması aranır; kadınların, doğru sözlülüğünden emin olunamayan, fısk ile tanınan kimselerin ve başkasından naklen şahitlikte bulunanların şahitlikleri hadlerde kabul edilmez. Fasıkın şahitliğinin kabul edilmeyişi yalan söyleme ihtimalinin yüksek olmasıyla, kadınlarınki ise duygusal davranmalarının, etki altında kalmalarının veya algılama ve anlatım yanlışlığı yapmalarının erkeklere nispetle daha çok muhtemel olmasıyla açıklanır.

Tüm bunlardan hareketle diyebiliriz ki İslam Hukuku’nda hırsızlığın cezası son derece ağır olmakla birlikte İslam hukukçuları suçun oluşmasını ve cezanın uygulanmasını çok sıkı şartlara bağlamış, bu şartlardan birinin bulunmaması veya şüpheli olması durumunda had cezasının düşmesi ilkesini benimsemiş, bunlara ilaveten toplumda kişileri hırsızlık suçunu işlemeye iten sebeplerin de en aza indirilmesi yönünde bir dizi tedbirden söz etmişlerdir. Bundan dolayı ilk İslam toplumunda hırsızlık olaylarının eskiye oranla bir hayli azaldığı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Hulefayı Raşidin dönemlerinde el kesme cezası uygulamasının sınırlı sayıdaki olayla münhasır kaldığı görülür.[6]

Hırsızlığın Sebepleri

Kişinin hem kendisine hem de etrafındakilere zarar vermesiyle sonuçlanan ve cezası da bu kadar ağırken bazı kimseleri yine de bir mıknatıs gibi çeken hırsızlığın yerine göre geçerli yerine göre de geçersiz sebepleri vardır. Hırsızlığın geçerli bir sebebi olur mu demeyin, istisnai bazı durumlar var çünkü. Geçerli sebeplerin ilki kişinin biyolojik olarak birtakım rahatsızlıklarının bulunması ve bunun neticesinde kendisini böylesi çirkin bir işten alıkoyamamasıdır. Tıp dilinde “kleptomani” olarak isimlendirilen bu hastalık; kişinin gerçekten ihtiyaç duymadığı ve genellikle çok az değeri olan eşyaları çalma dürtüsü geliştirmesi ve bu dürtülere tekrar tekrar direnememesi şeklinde tanımlanabilir. Kleptomaninin kesin tedavisi olmasa da ilaç tedavisi veya psikoterapi ile dürtüler kontrol altına alınabilir. Çalışmalar, hırsızların %3,8 ile %10’unun kleptoman olduğunu ortaya koymuştur. Bu oran, bütün toplumda %0,3 ila 0.6’ya denk gelmektedir.[7]

Hırsızlıkta cezanın uygulanmasına engel teşkil eden bir başka sebep ise kıtlık durumunun olmasıdır. Ömer radıyallahu anh’ın hilafeti döneminde oluşan kıtlık neticesinde birtakım hırsızlık olayları meydana gelmiş ve açlık nedeniyle bu işe girişenlere mevcut ceza uygulanmamıştır. Çünkü İslam Hukuku’nda asıl olan, yasaklar konulmadan önce o yasağa giden yolların kapatılmasıdır.

Hırsızlığın diğer sebeplerine gelince; günahlarla aramıza set çeken imanın eksikliği, başkasının malına tamah ederek zengin olma arzusu, kendisine bol rızık verilen zengin kimseleri çekememe, çalışmaktan kaçınarak tembellik etme, kin ve nefret duygularına sahip olma gibi durumları sayabiliriz. 

İslam insanları kötülüğe sevk eden kin, nefret, haset, tamah vb. her türlü duyguyu yasakladığı gibi emeksiz, zahmetsiz rızık elde etmeyi de men eder. Kişiye verilen en güzel rızık helalinden alın teriyle elde edilenidir. Hırsızlık ise kişinin kolay yoldan geçimini sağlama ya da köşeyi dönme arzusunun bir neticesidir ve bu nedenle haram kılınmıştır.

İslam’ın verdiği cezanın mahiyetini anlamak için yukarıda saydığımız vasıflarda birisinin tahayyül edilmesi bile tek başına yeterli olacaktır.

Hırsızlığın Neticeleri

Her kötü fiil gibi hırsızlığın da hem ferde hem de topluma verdiği zararlar vardır. Fert bazında ilk zarar gören de aslında yine hırsızın kendisidir. Zira yakalanma durumunda başına kötü hallerin gelmesi, hapse atıldığında şerefini ve özgürlüğünü kaybetmesi ve hatta kimi durumlarda canından olması bu durumun en açık göstergesidir. Ama yine de tüm bunların bilinmesi bu tiyniyete sahip insanları yaptıkları işten vazgeçirmeye yeterli olmuyor. 

Ne yazık ki hırsızın verdiği tahribat kendisiyle de sınırlı değildir. Malı çalınan kişi de kimi durumlarda en az hırsız kadar zarar görmektedir. İnsanların emek emek biriktirdiklerinin, kullanmaya kıyamadıklarının bir çırpıda elden çıkması kolay bir durum değildir doğrusu. Kaybettiği malı ve parası yüzünden ani kalp krizi geçirip hayatını kaybedenlerin olduğu herkesçe bilinmektedir. Dünyalık bir mal yüzünden ölümle karşılaşmak hiç istenilesi bir hal değildir. Ancak insanın zayıf olduğu anlarda, ani gelen bir haber sebebiyle böyle vakıaların gerçekleşmesi de kaçınılmaz olabiliyor.

Hırsızlığın bazen bir kişiyi bazen bir aileyi perişan etmesi felakettir. Ama daha da beteri koskoca bir toplumu yaşanmaz hale getirmesidir ki bu da faturanın en ağır olanıdır. Çünkü hırsızlığın arttığı bir toplumda güven duygusu azalır. Güven duygusunun hâkim olmadığı bir toplumda da tedirginlik hali baskın olacağı için mutluluk, huzur, refah gibi güzel kavramlardan söz edilemez.

Hırsızlığın arttığı bir toplumda insanlar ekstradan güvenlik önlemi almak zorunda kalırlar. Kamera sistemlerinin kurulması, binalara güvenlik görevlilerinin dikilmesi gibi durumları 15- 20 sene öncesiyle kıyasladığımızda göreceğimiz fark, bahsettiğimiz durumu çok güzel izah etmektedir.

Netice itibarıyla hırsızlık toplumun temeline konulmuş bir dinamittir. Açtığı tahribatlardan dolayı da İslam hukuku bu cürmü işleyenlere caydırıcı bir ceza vermeyi uygun görmüş ve toplumsal saadete böylesi bir katkıda bulunmuştur. Bu açılardan bakıldığında el kesme cezası bir vahşet ve barbarlık değil toplumu tehlikelerden muhafaza eden koruyucu bir kalkandır. 

Alınabilecek Tedbirler

Ferdi ve toplumu tehdit eden bu fiilin yaygınlaşmasını önlemek için ilk yapılması gereken şey kalplerdeki Allah sevgisi ve korkusunun canlandırılmasıdır. Ne yazık ki günümüzde bu suça karşılık verilen cezalar kaynağını şeriattan almadığı ve caydırıcı olmadığı için sorunların ardı arkası kesilmiyor. Herkesin başına polis de dikilemeyeceğine göre insanların vicdanına imanla dokunmaktan başka bir yol kalmıyor geriye. İmanlı bir kimse en başta Allah’a karşı hadleri aşmamak sonra da kulların haklarını ihlal etmemek için ne kadar zor durumda kalsa da bu kötü işi yapmaktan kaçınır. Bunun yerine zor da olsa çalışıp çabalamayı gerekirse çöp bile toplamayı kabul eder ama yine de hırsızlığa tevessül etmez. Ancak ne var ki toplumu oluşturan fertlerin hepsi aynı bilinçte değildir. Hem Allah’a karşı hem de kullara karşı bu sınırları aşmak isteyenler illa ki olacaktır. İşte tam bu noktada da İslam şeriatı vaaz ve nasihatten anlamayan kimseler için bir tedbir mahiyetinde bahsini ettiğimiz cezayı uygun görmüş ve toplumsal düzeni bu yolla sağlamıştır.

Netice

Sonuç olarak diyebiliriz ki insanlığın daima hayrını düşünen ve kullarına karşı çok merhametli olan Allah azze ve celle’nin bizim için koymuş olduğu İslam şeriatı, hırsızlık için öngördüğü bu cezayla insanlara zarar vermeyi değil aksine onları tehlikelere karşı daha korunaklı hale getirmeyi arzulamıştır. Dediğimiz hususun anlaşılması için tarihin sayfalarına göz atmak ve İslam Hukuku’nun genel mantalitesini anlamış olmak elzemdir. Mesele ayetleri bağlamından kopararak batıl şekillerle tevil edip sünnetin uygulamadaki etkisini inkâr etmekle ya da “Yok canım Allah kulları için böyle bir ceza istemez” gibi cahilane bir tavır göstermek ile çözülmez. Çünkü İslam hukukunda günümüz modern(!) aklının idrak edemeyeceği daha birçok mevzu vardır. Hepsi için aynı refleks gösterilecek olursa geriye İslam diye bir şey kalmayacaktır. Öyleyse yapılması gereken yegâne şey İslam’a batı perspektifinden değil Allah’ın ihsan edeceği ilim ve hikmet cihetinden bakmak olacaktır.  


[1]. Optimar Araştırma Şirketi tarafından 7-14 Mayıs 2019 tarihleri arasında 26 şehirde 3.500 kişi üzerinde yapılmış bir araştırma. Sorulan soru: ‘Kendinizi dini anlayış bakımından nasıl tanımlarsınız?’

Yüzde 89,5: “Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorum.”

Yüzde 4,5: “Bir yaratıcı olduğunu düşünüyorum ama dinlere inanmıyorum.”

Yüzde 2,7: “Bir yaratıcı olup olmadığından emin değilim.”

Yüzde 1,7: “Bir yaratıcı olduğunu düşünmüyorum.”

Yüzde 1,7: “Cevap yok.”

Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 21.05.2019: Türkiye artık yüzde 99’u Müslüman olan ülke değil.

[2]. “Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” (Maide, 38)

[3]. Eski Yunan’da Hermes akıllı ve kurnaz oldukları için hırsızların, kumarbazların ve tüccarların koruyucusudur. (Wikipedia, Hermes) 

[4]. Eski Ahit, Çıkış bölümü. 

Çıkış 22: 1) Bir adam öküz ya da davar çalıp boğazlar ya da satarsa, bir öküze karşılık beş öküz, bir koyuna karşılık dört koyun ödeyecektir.

Çıkış 22: 2) Bir hırsız bir eve girerken yakalanıp öldürülürse, öldüren kişi suçlu sayılmaz.

Çıkış 22: 3) Ancak olay güneş doğduktan sonra olmuşsa, kan dökmekten sorumlu sayılır. Hırsız çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiçbir şeyi yoksa, hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır.

Tesniye bölümü 24,7: “Eğer İsrailoğullarından, kendi kardeşlerinden biri canı çalan adam bulunursa ve ona köle gibi davranır yahut onu satarsa, o zaman o hırsız ölecektir ve aranızdan kötülüğü kaldıracaksınız.

[5]. M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, s. 184, Beta Yay., İstanbul, 2013

[6]. TDV İslam Ansiklopedisi, Hırsızlık Mad., Ali Bardakoğlu.

[7]. Kleptomani (Çalma Deliliği)’ye Yol Açan Faktörler ve Ceza Sorumluluğu’nun Değerlendirilmesi, Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2014; 4(2): 21-24.