Hicret Diyârının İmamı: İmam Mâlik (Rahimehullah) (712-795)

Davet Ve Cihad Önderleri – Cihan Malay / 2016 Nisan / 41. Sayı

Allah azze ve celle kulları içinden bir takım insanları seçerek onları insanlığın gönüllerine adeta nakış nakış işleyip, unutulmadan her asırda anılır bir hale getirir. Bu kimseler Allah’ın dini uğrunda nice sıkıntı ve güçlüklerle karşılaşsa da inandıkları uğruna çok büyük bedeller ödemeyi göze almış kimselerdir.

Onlar; insanlar rahat bir şekilde yaşamlarına devam ettiğinde, rahatlığı ahirete tercih ederler.  Bu tercihlerinden de mutluluk duyarlar.

İşte onlardan biri İmam Mâlik…

Ömrünü Allah Rasûlu(sallallahu aleyhi vesellem)‘in sevgisine olan bağlılığından, Medine dışına hac dışında çıkmadan hayatını sürdürmüş peygamber sevdalısı bir insan…

Allah Rasûlu(sallallahu aleyhi vesellem)’in hadislerine olan büyük titizliği ile İslam tarihinde yerini almıştır.

Hayatı

İmam Mâlik adıyla meşhur olan Malik bin Enes’in soyu, Yemen’de bulunan Ben-i Esbah kabilesine dayanır. Daha sonraki dönemlerde dedeleri Medine’ye yerleşmiştir.

Dedesi Mâlik b. Ebu Amr; Tâbiin’in büyüklerinden olup Hz. Ömer radıyallahu anh, Osman radıyallahu anh, Talha radıyallahu anh ile Aişe (r.anha)’dan hadis rivayet etmiştir. Ayrıca Hz. Osman döneminde Kur’an çoğaltılmasında görevlendirilen ve Hz. Osman şehid edildiğinde de onu kefenleyip defneden dört kişiden biridir.

İmam Mâlik, h.93(m.712)  yılında Medine’de doğdu. Hem kendi zamanı hem de sonraki asırlardaki kimseler tarafından ‘hicret diyarının imamı’ olarak isimlendirilmiş.

İmam Mâlik, kendi devrinin ilim merkezlerinden Medine’de yetişti ve hac dışında Medine’de hiç çıkmadı. İlim tahsilinin tamamını da burada yaptı.

Çocukluğunun ilk yıllarında ilim tahsilinden uzak bir yaşam sürmüş, güvercinlerle zaman geçirmiştir.

O, ilmi hayatının başlangıcını şu olay ile aktarır: “Önceleri ilim tahsiline rağbet etmeyip güvercinlerle vakit geçiriyordum. Bir gün babam, kardeşim Nadr ve bana bir soru sordu. Kardeşim doğru, ben yanlış cevap verdim. Bunun üzerine babam bana ‘Güvercinler seni oyaladı’ demesi üzerine ilim öğrenmeye karar verdim. İlk olarak büyük tâbiin âlimlerinden Abdurrahman b. Hürmüz el-A‘rec’ten hadis dersi almaya başladım. Bu sırada Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledim. Abdurrahman b. Hürmüz’ün yanında geçirdiğim 7 yıldan sonra, meşhur fakih Rebîatür Re’y olarak bilinen Rebîa İbn Abdurrahman et-Teymî’nin ders halkasına katıldım.”

Hocası Abdurrahman b. Hürmüz’ün hayatındaki yerini şu sözlerle ifade etmiştir: “İbn Hürmüz’ün derslerine 13 sene katıldım. O, bid’at ehlini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisiydi.”

Ondan ‘bilmiyorum’ sözünü de öğrendiği ve İbn Hürmüz’ün bu konuda şu sözleri söylediğini söylemiştir: “Bir âlim, kendi öğrencilerine ‘bilmiyorum’ demeyi de miras bırakmalıdır. Ta ki bu kelime, ellerindeki bir sığınak olsun. Günün birinde kendilerine, bilmedikleri bir husus sorulduğunda ‘Bilmiyorum’ diyebilsinler.”

Onun ders almak için hocasına yanına gitmeden önceki durumu, her çağdaki ilim talebesi için büyük örneklilik taşır.

Kendisi aktarıyor: “İlim tahsiline gideceğimi anneme söylediğimde; bana en güzel elbiseleri giydirir, sarığımı sarar ve şöyle derdi: “Şimdi git. Oku, yaz.”

İlme Düşkünlüğü

İmam Mâlik; hac döneminde Mekke ve Medine’ye gelen ilim adamlarından büyük fakih İmam Ebu Hanife ile onun talebeleri İmam Muhammed ve İmam Yusuf, İmam Evzâi gibi âlimler ile ilmi müzakerelerde bulundu.

Dört çocuğu olan İmam Mâlik, ilme çok düşkün bir kimse olup bu yolda çeşitli sıkıntılara katlanmıştır. Rivayete göre bir ara maddi olarak çok zor duruma düşmüş ve bu durumdan kurtulup ilim talebine devam etmek uğruna evinin çatısının tahtalarını dahi satmıştır.

Onun ilme olan düşkünlüğünün zirvede olduğunu kendisinin şu olayı aktarır: “Öğle vakti Abdullah b. Ömer’in azatlı kölesi Nâfi’ye gider ve kapısında beklerdim. O, Hz. Ömer ve oğlu Abdullah’ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiç bir gölgelik bulamazdım. Nâfi dışarı çıkınca, ona edeple selam verir ve evine girmem için izin verdiğinde içeri girip, “Abdullah b. Ömer, şu meselede ne demiştir?” diye sorardım ve bana cevap verirdi.”

Bir Bayram Günü…

Büyük hadis âlimlerinden ve hadisi tedvin edenlerin başında sayılan İbn Şihab ez Zühri’den de dersler alan İmam, bu büyük âlim ile arasında geçen şu olayı aktarır: “Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbn Şihab ez Zühri’nin ‘boş vakti olur’ diyerek evine gidip, kapısının önünde oturdum. Hizmetçisine ‘ Kim var?’ dediğini duydum. Hizmetçi ‘Kapıda kumral gözlü talebeniz var’ deyince, İbn Şihab ‘Onu derhal içeri al’ dedi.

Biraz bekledim, ardından İbn Şihab yanıma geldi ve bana ‘ Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?’ dedi. Ben ‘Hayır demeden, yemek hazırlanmasını’ emredince, ‘Yemeğe ihtiyacım yok’ dedim. Bunun üzerine ‘Söyle bakalım, ne istiyorsun?’ dedi. Ben ‘ Hadis öğretmenizi istiyorum’ dedim. Bana ‘ Öyleyse yazı yazacak sahifelerini çıkar’ deyince, sahifelerimi çıkardım ve bana 40 hadis rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter. Eğer bunları ezberlersen, hafızlardan sayılırsın” dedi. Ben, “Ezberledim bile” dedim. Elimden yazıları aldı ve sonra: “Hadi, ezberledikleri söyle” dedi. Ben de hepsini ezberden okudum. Sonra sayfaları bana geri vererek şöyle dedi:“ Kalk, sen ilim hazinelerdensin” dedi.

Her Hadis, Bir Düğüm

Rivayete göre İbn Şihab ez Zührî’nin hadislerini ezberlemeye o kadar çok meraklı idi ki, hadis dinlemeye oturduğu zaman yanında bir iplik bulundururdu. Her hadisi dinlediğinde hemen düğüm atar ve böylece düğüm sayısına göre ezberindekini kontrol yapar, rivayet olunan hadislerin hafızasında kalanların sayısını bilmiş olurdu.

İmam Mâlik, bir gün İbn Şihab ez Zühri’den dinlediği 30 hadis için, otuz düğüm attı. Fakat bir hadisi unutunca onu Zühri’ye sormuş ve şu cevabı almıştı: “İnsanların hafızası zayıfladı. Ben ezberlediğim bir şeyi asla unutmam” dedi ve unuttuğu hadisi hatırlattı.

İmam Câfer İle…

İmam Cafer-i Sâdık’ın ders halkasına da katılan Mâlik, onu tanıtırken şöyle demiştir:“ Câfer bin Muhammed’e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Yanında Rasûlullah(sallâllâhu aleyhi ve sellem) anılınca yüzü sararırdı. Onun meclisine uzun zaman devam ettim. Onu her görüşümde ya namaz kılıyor ya oruç tutuyor veya Kur’ân-ı Kerim okuyor olurdu. Abdestsiz hadîs  rivâyet etmezdi. Mânâsız sözleri hiç ağzına almazdı. O takvâ sahibi, zâhid, âbid ve âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana ikrâm ederdi.”

İlmi Şahsiyeti Ve Sünnet/Hadis’e Karşı Edebi

İmam Mâlik; ders vermeye başlamadan önce abdest alır, temiz elbisesini giyer, güzel kokular sürünür, saç ve sakalını tarar, vakar ve heybetle ders verdiği yerine oturur, hiçbir şeyle meşgul olmaksızın, büyük bir saygı ile hadis rivayet etmeye başlardı. Mescidte derslerini verdiği zaman Hz. Ömer’in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mes’ûd’un oturduğu evde otururdu.

İmam Mâlik, fetva vermenin Allah(azze ve celle) adına konuşmak olduğunu vurgular ve yanlış fetva vermekten çekinirdi. Fetvasını verdikten sonra çoğu zaman “Biz sadece zannediyoruz, kesin bir şekilde bilenler değiliz” derdi. Yine bu konuda çok titiz olduğu için sık sık “lâ edrî (bilmiyorum)” dediği görülmüştür.

Kendisine sorulan bir soruya ‘lâ edrî’ cevabını verdiğinde soru sahibi basit bir meseleyi neden bilemediğini merak ettiğini belirtince, hiddetlenmiş ve ona şu cevabı vermişti: “Basit mesele ha! İlmin basiti olur mu? Kıyamet günü sorulacağımız hiçbir şey basit değildir.”

Talebelerinden biri, onun bu endişesini şöyle tarif etmiştir: “Mâlik’e bir soru sorulduğunda sanki cennetle cehennemin arasına konmuş da bekletiliyor gibi olurdu. Ona bir soru sorulduğunda, meseleye yüzde yüz vakıfsa cevap verir, yoksa ‘lâ edrî’ derdi.”

Genç yaşlarda talebeliğini yapan İmam Şâfiiradıyallahu anh, İmam Mâlik şöyle bir olayını aktarır: “Benim de hazır bulunduğum bir mecliste İmam Mâlik’e kırksekiz sual soruldu. İkisi hariç hepsine ‘la edri(bilmiyorum)’ cevabını verdi.”

Dönemin Abbasi halifesi Harun Reşid, oğulları Emin ile Memun’u hadis dinlemeleri için derslerine göndermek isteyince İmam, Harun Reşid’in isteğini şu şartla kabul etmiş: “Evet, gönder gelsinler. Fakat derste nerede yer bulurlarsa oraya otursunlar. Yoksa ‘biz halife çocuklarıyız’ deyip, halkın boyunlarına basa basa ön tarafa geçmeye çalışmasınlar!”

Harun Reşid’te İmam’ın bu şartını kabul etmiş ve oğulları Emin ile Me’mun’u hadis dersine göndermiştir.

Sonu İşkence Bile Olsa, Hadis’e Muhalefet Edemem

Öğrendiği ilimden insanları mahrum etmeyen İmam, yöneticilerden çekinmeden hakkı insanlara öğretmekten geri durmamıştır. Abbasi Halifesi Mansur’un ‘Zorlananın yemini geçerli değildir’ hadis-i şerifini insanlara anlatmasını yasaklamıştı. Çünkü devlet insanları kendisine yemin ederek biat etmeye zorluyordu. İmam Malik ise bu yasaklamayı dinlemedi ve zorla yaptırılan yeminlerin, dolayısıyla biatların geçersiz olduğunu insanlara haykırdı. Bunun üzerine Medine valisi, İmam Mâlik’in kolu omuzlarından çıkıncaya kadar kırbaçlanıp işkence edildi.

Bundan dolayı kolları yerinden çıkan İmam, daha sonraki zamanlarda namazda ellerini birbirine bağlayamıyordu.

İmam Mâlik’in Bir Günü

İmam Mâlik, Allah Rasûlu(sallallahu aleyhi vesellem)’e edebi zirvede olan bir kimseydi. Öyle ki prostat hastalığı nedeniyle Mescid-i Nebevi’de ders vermekten hayâ edince, evinde ders vermeye başladı.

Hac döneminde evine farklı bölgelerden gelen kimselere evinde ilmi dersler vermeye devam eden İmam Mâlik’in bir gününü Hasen b. Rebi’ şöyle aktarır: “Bir defasında İmam Mâlik’in kapısındaydım. Onun kapısında bekleyen çağırıcı önce ‘Hicazlılar içeri girsin’ diye çağırdı. Onlar çıkınca ‘Şamlılar içeri girsin’ diye çağırdı. Daha sonra ‘Iraklılar girsin’ diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebu Hanife’nin oğlu Hammam’da aramızdaydı.”

İlim Meclisi Adabı

İmam Mâlik derslerinde vakar ve ciddiyeti ön planda tutmuş, öğrencilerine de bu hususa dikkat etmelerini söylemiştir.

Bir talebesi onun bu konuda şöyle dediğini söylemiştir: “İlim öğrenenin vakarlı(ağırbaşlı) ve ciddi olması,  geçmişlerin yolundan gitmesi gerekir. İlim sahiplerinin özellikle ilmi müzakerede bulunurken, kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir.”

Bir talebesi onun hakkında şöyle der: “İmam Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadis okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi. Sanki o bizi, biz de onu tanımıyorduk.”

Bir Teklif ve Örnek Davranış

Onun ilimdeki bu üstünlüğünü gören Abbasi halifesi Harun Reşid, bir gün ona şunu teklif etti: “Ey imam! Senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmasını emredeceğim.”

Bu teklif karşısında İmam Mâlik şu asırlarüstü cevabı verdi: “Ey Mü’minlerin emiri! Bunu emretmeyin. Çünkü Rasûlullah’ın ashabı bazı fürûlarda ihtilaf ederek memleketlere, beldelere dağılmışlardır.” Bu sözler üzerine Harun Reşid bu fikrinden vazgeçti.

Bu konuda İbn Hacer el Heytemi’nin şu sözleri açıklayıcıdır: “Büyük alimlerin ihtilaf etmesi ise Allah tarafından şu ümmete verilmiş büyük bir rahmettir. Her biri, kendi yanında sabit olan delil ile amel ettiğinden doğruluktan pay almış ve hidayet nuruna kavuşmuşlardır.”

Sünnet/Hadis’e Karşı Edebi

İmam Mâlik, Sünnet ve hadise olan edebi ile bütün Müslümanların parmak ile gösterdiği bir kimsedir.

O, derslerini verdiği Mescid-i Nebevi’de insanlara vazederken şöyle diyordu: “Bütün insanların söylediklerinden bazı şeyler alınır bazıları ise alınmaz!(Sonra Hz. Peygamber(s.a.v)’in kabrini göstererek) Ancak şu kabirde olan müstesnâ! Onun her söylediği alınır!”

Rivayetlerde Rasûlullah(sallallahu aleyhi vesellem)’in adı anıldığında renginin sarardığı, toprağında Rasûlullah’ın vücudunu taşıdığı için Medine’de bineğe binmeyip her zaman yürümeyi tercih ettiği kaydedilir.

Bu durumu İmam Şâfiiradıyallahu anh şöyle nakleder: “İmam Mâlik›in kapısında Horasan diyarının küheylan atlarından ve Mısır›ın meşhur katırlarından öylelerini gördüm ki, onlardan daha güzelini hiçbir yerde görmemiştim. Bunları gördüğümde hocam İmam Mâlik›e ‹Bunlar ne güzel şeyler› dedim. O bu sözümü işittiği zaman şöyle dedi: ‹Ey Ebu Abdullah! Onlar benden sana hediye olsun.› Ben de ona ‹Bari binmeniz için kendinize birini bırakın› dedim. O ‹Allah›ın Rasûlü’nün gömülü bulunduğu bir toprakta binekli olarak dolaşmaya utanırım’ dedi.

Akrepte Sokta Hadis Rivayetine Devam Edilir

Abdullah bin Mübârekradıyallahu anh’in anlattığı şu hâdise buna ne güzel bir misaldir:

“İmam Mâlik’in yanındaydım. Bize Allah Rasûlu’nün hadisini naklediyordu. Bu esnada ona bir hâl oldu. Iztırap içinde olduğu yüzünden okunuyordu. Rengi değişiyor, sararıyor ancak Rasûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in hadisini okumayı bırakmıyordu. Ders bitip insanlar dağıldıklarında ona dedim ki: ‘Ey imam! Bugün sende bir gariplik gördüm?’

O da şöyle cevap verdi: “Evet, ders esnasında bir akrep gelip beni defalarca soktu, hepsine de sabrettim. Buna ancak Rasûlullah’a olan tâzim ve hürmetimden dolayı dayandım.” (1)

Hadisi Ayakta Dinlemek, Edepsizlik Olur

Bir gün hocası Ebu Zinad’ın hadis aktardığı meclisine gitmiş ve oturacak yer bulamamıştı. Bunun üzerine, o meclisten ayrılıp gitti. Daha sonra hocasının neden mecliste oturmadığı sorusuna, sünnetin şu edebini öğretmiştir: “Yer olmadığından oturamadım. ‘Rasûlullah(sallallahu aleyhi vesellem)’in hadisini ayakta dinlemek, edepsizlik olur’ diye ayakta dinlemek istemedim.”

Rasûlullah’a Hürmet Her Zaman Gösterilir

Bir gün İmam Mâlik, Mescid-i Nebevi’nin mihrâbında talebeye ilim tedrîsiyle meşgul iken, devrin halifesi Ebu Câfer Mansur mescide geldi. Bazı sualler sordu. Aralarında ilmî bir müzâkere başladı. Ancak Ebû Câfer Mansur, konuşmanın heyecanına kapılıp sesini yükseltince, İmam Mâlik; “Ey Mü’minlerin emiri! Burada sesini yükseltme! Zira Allah Teâlâ bu hususta bir topluluğa edep öğreterek şöyle buyurmuştur: “Seslerinizi Nebi’nin sesinin üstüne yükseltmeyin!” (Hucurat, 2)

Başka bir topluluğu medhederek şöyle buyurmuştur: “Rasûlullah’ın yanında seslerini kısanlar…” (Hucurat, 3)

Diğer bir topluluğu da zemmederek şöyle buyurmuştur: “(Resûlüm) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.” (Hucurat, 4)

Vefât ettikten sonra O’na hürmet göstermek, aynen hayattayken hürmet göstermek gibidir.”

Şahit olduğu bu yüksek edep karşısında Halife; “Ey İmam! Dua ederken kıbleye mi yoksa Rasûlullah’a mı döneyim?” diye sordu.

İmam Mâlik şöyle buyurdu: “Yüzünü niye O’ndan çevireceksin ki?! O, senin ve ceddin Hz. Âdem’in kıyamete kadar Allah’a mağfiret ve necat vesilesidir. Bilakis sen; Peygamber Efendimiz’e yönel ve O’nun şefâatini iste ki, Allah Teâlâ da O’nu sana şefaatçi kılsın!..”

Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip de Allah’tan mağfiret dileseler ve Rasûl de onlar için mağfiret talebinde bulunsaydı, Allâh’ı çok affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisâ, 64) (2)

Fetva Veren Cenneti ve Cehennemi Düşünsün

Bir adam, İmam Mâlik’e bir mesele hakkında soru sormak için altı aylık mesafeden, Mağrib’ten gelir. İmam Malik’e bir konuda soru sorar ve İmam; “Seni gönderene benim bu konuda bir bilgimin olmadığını söyle” der. Adam cevap vermesi için ısrar edince de şöyle der: “Bir meseleye cevap vermek isteyen kimse cennet ve cehennemi, gözünün önüne getirsin ve ahirette kurtuluşunun nasıl olacağını bir düşünsün.”

Yine kendisine bir mesele hakkında sorulduğunda, soran kimse “Basit, kolay bir mesele bu” dedi. Adamın bu son sözüne kızan İmam Mâlik: “Basit, kolay bir mesele öyle mi? İlimde basit, hafif bir şey olamaz. Allah Teâlâ’nın Müzzemmil Süresi’nin beşinci ayetinde, ‘Sana ağır bir söz indireceğiz.’ dediğini duymadın mı? İlmin hepsi ağırdır. Bilhassa kıyamet günü sorulup hesap verilecek olanlar” dedi.

Bundan dolayı talebelerinden İbn-i Vehb şöyle demiştir: “Biz, Mâlik’in ilminden çok edebinden faydalandık.”

Âlimin Ayağına Gidilir

Harun Reşid,  İmam Mâlik’ten ‘Muvatta’  kitabını okumayı istemiş ve birlikte derse başlayacakları günü kararlaştırmışlardı. Ders vakti gelince Halife Harun Reşid sarayında beklemeye, İmam Mâlik’te evinde beklemeye başlamış.

Zaman bir hayli uzayınca Harun Reşid gün boyu kendisini beklediğini bildirmek ve kendisini çağırmak üzere İmam Mâlik’e bir haberci göndermiş.

Haberci İmam Mâlik’e gelince, İmam Mâlik’te kendisini gün boyu evinde beklediğini  söylemiş ve ona şu ibretlik sözü söylemiştir: “İlmin hiç kimsenin ayağına gitmez” der ve halifenin ilmi öğrenmek için kendisine gelmesi gerektiğini söylemiştir.

Muvatta

Hadis alma konusunda titiz davranan İmam Mâlik, rivayet ettiği hadisleri sürekli araştırır ve hadiste bir kusur bulursa onu terk ederdi.

Hatta onun Mescidi Nebevi’nin direklerini işaret ederek şöyle dediği bilinmektedir: “Bu ilim, din demektir. Onu kimden alacağınıza bakınız. Şu sütunlar dibinde, ‘Peygamber (sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu’ diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki, beytu’l-mâl kendilerine emanet edilecek kadar emin kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna(hadis almaya ) ehil değildi.”

Hadis aldığı hocalarının 300’ü tâbiin, 600’ü tebeü’t-tâbiin olmak üzere 900 civarında bulunduğu söylenir. Hocalarıyla ilgili olarak bazı alimler eser telif etmiştir.

İmam Mâlik, meşhur hadis kitabı Muvatta’yı 40 yılda tamamladı. İlk yazdığı zamanlarda, içinde on bin hadis olup hadisler üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda hacmini küçültmüştür. Zaten Muvatta’nın anlamı ‘düzenlenmiş, kolaylaştınlmış’ demektir.

Onun hadisler üzerinde yaptığı incelemelerle kitabının hacmini küçültmesi, talebelerin şu sözü söylemesine neden olmuştur: “Herkesin ilmi çoğalıp artıyor, Mâlik’in ilmi ise noksanlaşıp eksiliyor.”

Muvatta; Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait merfû hadisler, sahabe sözleri(mevkuf) ve tabiin fetvalarından(maktu) oluşur. Merfû hadîsler, büyük çoğunluk teşkil ederler. İçerisinde 1720 hadîs mevcuttur.

Vefatı

İmam Mâlik hastalığı şiddetlenince, Mescid-i Nebevi’de ders vermeyi terk etmesine sebep olan ve o zamana kadar gizlediği hastalığı, etrafındakilere şöyle anlattı: “Eğer hayatımın son anlarının yaklaştığını anlamasaydım, bu hastalığı size bildirmeyecektim. Benim hastalığım, idrarımı tutamamadır. Peygamberin mescidine tam abdestli olmaksızın gelmek istemedim. Rabbime şikayet olmasın diye de hastalığımı kimseye söylemedim.”

50 sene ders ve fetva vererek kıymetli talebeler yetiştiren İmam Mâlik, H.79 (m.795) yılında Rebiulevvel ayının 14.günü yirmi iki gün hasta kaldıktan sonra Medine’de vefat etti. Cennetu’l-Bakî mezarlığına defnedilmiştir.

Sözleri

“İlim, fazla mesele bilmek ve sormak değildir. Ancak ilmin belirgin bir vasfı vardır ki, o da aldatıcı dünyadan uzaklaşarak ebedilik yurduna dönüşü sağlamasıdır.”

“İlim azaldığı zaman, zulüm ve işkence; Peygamber, sahabe ve tabiin izleri azaldığında ise kişisel arzular ortaya çıkar.”

“Sünnet, Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, kim de ondan geri kalırsa boğulur.”

“Din hususlarında tartışmak, kulun kalbinden ilmin nurunu siler.”

Hakkında Ne Dediler?

İmam Zehebiradıyallahu anh; “Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim sahibi, diyânet, adalet, Sünnet-i Seniyye’ye tâbi, fıkıhta, fetvada, kâidelerin sıhhatinde önce gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere ‘bilmiyorum’ derdi. ‘İlim kalkanı, bilmiyorum demektir’ buyururdu.

İmâm-ı Şâfiiradıyallahu anh; “Hadis okunan yerde Mâlik, gökteki yıldız gibidir. İlmi ezberlemekte, anlamakta ve korumakta hiç kimse Mâlik gibi olamadı.”

İbn Şihab ez Zühriradıyallahu anh; “Mâlik, ilim küpüdür.”

Süfyan bin Uyeyneradıyallahu anh; “Yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyanın imamı idi. Hicaz’ın alimi idi. Onun yolunda bulunalım.”

İmam Evzâîradıyallahu anh, İmam Mâlik’i andığı zaman şöyle derdi: “Âlimlerin âlimi, Haremeyn’in müftüsü.”

————————-

1. Münâvi, Feyzu’l Kadir, III/333; Süyûti, Miftâhu’l-Cenne, s. 52

2. Kadı İyâz, Şifâ, II/41

Kaynakça:

1. Mezhepler Tarihi; Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınları

2. TDV İslam Ansiklopedisi, Mâlik b. Enes; Ahmet Özel, cilt: 27,  sayfa: 506-513