Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Şubat / 135. Sayı
Hakkıyla idrak etmemiz gereken bir gerçek var ki; dünya hayatı hak ile batılın savaşı üzerine kurulmuş bir hayattır. Hakkın temsilcisi ve halifesi olan Âdem aleyhisselam batılın hamisi olan şeytanın saptırmasıyla cennetten çıkarılmış ve dünyaya gönderilmiştir. İlk yaratılış ile birlikte başlayan bu savaş mekân değiştirsede varlığını rabbimizin takdir ettiği güne kadar devam ettirecektir. Bu bir efsane ya da hikâye değil bizim varoluş gerçeğimizdir. Biz bu savaş ile geldik ve tekrar dönüşümüz de bu savaş üzerinden olacaktır. Bu gerçeği tam anlamıyla kavrayamadığımız veya unuttuğumuz zaman bizim için yenilgi kaçınılmaz bir son olacaktır.
Öte yandan böylesine uzun bir mücadelenin hep aynı seyirde devam edemeyeceğini, kartların yeniden karılıp sahneye yeni oyuncuların çıkacağını da hatırlamak gerekir. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse şeytan hep aynı yöntemle saldıracak değildir. Şundan emin olabiliriz ki; o her seferinde vasıtalarını değiştirip farklı bir suretle karşımıza çıkacaktır. Nitekim daha işin en başında insanoğluna sağından-solundan, önünden ve arkasından yaklaşacağını ve onun kahir ekseriyetinin şükredenlerden olmadığı bir vakte kadar mücadeleye devam edeceğini büyük bir kibir ve öfkeyle ilan etmişti.
Şeytan insanoğluyla giriştiği bu büyük mücadelede hedefine ulaşmak için çoğu defa kendisini gizleyerek put denilen vasıtaları kullandı. Tarih boyunca nice topluluklar nefislerinin ve şeytanlarının ihdas ettiği putların peşine takılıp aklını, dinini hiçe sayarak hak yoldan uzaklaştı. Buna mukabil Kur’an-ı Kerim ise şeytanın bu tuzağını boşa çıkarmak için putların masum varlıklar olmadığını, onların insanları Allah’a yaklaştıran varlıklar değil tam aksine Allah’tan başka ilah edinilen şeyler olduğunu, kendilerine dahi hiçbir fayda ve zarar sağlayamayacaklarını defaten bildirmiştir. Yine kitabımız Kur’an bu varlıklar için “esnam, ensab, evsan, cibt, tağut” gibi kavramları kullanarak put ve putçuluğun tüm yönlerini gözler önüne sermiş ve insanoğlunu bu tehlikeli tuzaktan haberdar etmiştir.
İlginçtir ki; Kur’an-ı Kerim put ve putçularla mücadele ederken birtakım putların isimlerini bizatihi vermekten hiç çekinmemiştir. Bu bağlamda adı geçen“Vedd, Süva’, Yeğus, Yeuk ve Nesr” Nuh aleyhisselam dönemi gibi eski bir zamanın putlarına işaret ederken “Lat, Uzza ve Menat” da Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dönemine ait olan meşhur putların varlığını ortaya koyar. Burada akıllara bazı sorular gelmektedir:
Allah azze ve celle sahte ilahlar olan bu putları neden nazarı itibara almadan isimsiz olarak söyleyip geçmemiştir de isimlerine özel olarak atıf yapmıştır?
Kıyamete kadar gelecek tüm insanlık için bir yol gösterici olan Kur’an’ı Kerim neden tarihin belirli kesiminde var olmuş ve varlığını yitirmiş bu varlıklardan ismen bahsetmektedir?
Bu isimler bugün için bir anlam ifade eder mi?
Bunlar ezbere okuyup geçeceğimiz meseleler değil aksine üzerinde durup tefekkür etmemiz gereken suallerdir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki; bu putların kitabımızda zikredilmesi varlıklarının kabul edildiğine ve rabbimiz tarafından ciddiye alındıklarına işaret değildir. Buradaki maksat Firavun’un, Nemrud’un, Ebu Leheb’in anılmasındaki maksattan başkası olmasa gerek. Tehlikelere karşı tüm insanlığın uyarılması gerektiği ve bu uyarının da insanın anlayacağı somut şeyler üzerinden yapılması elzem olduğu için kitabımız bunlara özel olarak vurgu yapmıştır. Öte yandan bu durum zannedildiği gibi Kur’an’ın tarihsel olduğu, sadece kendi döneminin insanına hitap ettiği tezlerini de haklı çıkarmaz. Zira Nuh aleyhisselam’ın döneminin putlarını zikretmek Mekke halkına nasıl bir fayda sağlayacaksa aynı şekilde Peygamber aleyhisselam’ın dönemindeki putları zikretmek de bugünün ve yarının insanı için aynı faydayı sağlayacaktır. Buradaki asıl mesele zaman-mekân meselesi değil ibret alıp aynı sonucu kendi hayatımıza taşıma meselesidir. Bu nedenle modern zamanın insanı için de bu hususta düşünülmesi, ders ve ibret alınması gereken yerler elbet vardır.
Sözgelimi Necm Sûresinde ifade buyrulan şu ayet-i kerimeler;
“…Gördünüz değil mi (aciz durumdaki) Lat’ı, Uzza’yı ve üçüncüsü olan diğerini, Menat’ı? (Necm, 19-20.)
Evet. Günümüz insanı bu ayet-i kerimeyi okuduğunda ne anlamalı ne sonuç çıkarmalı ve pratikte nasıl refleksler vermeli? “Bunlar benim zamanıma hitap etmiyor, ben Lat, Uzza ve Menat’ı görmüyorum ki!” deyip okuyup geçmek kolaydır ama bu durum bizi istifadeden mahrum bırakır. Bizim kitabımız kıyamete kadar bakiyse buradan bizim hissemize düşen, bizim yolumuzu aydınlatan bir sonuç da mutlaka olmak zorundadır. Değilse bu vaziyet ilahi hikmetten ayrı düşer.
BÜYÜK BİR GAFLET!
Şeytanın birçok insanı saptırmasının arkasında yatan sebeplerden birisi de zamana ve şartlara göre planlarında değişiklik yapabilme kabiliyetidir. Binlerce yıllık mücadelenin ardından büyük bir tecrübe kazanan şeytan hep aynı yöntemle kazanmanın mümkün olmadığını idrak etmekte ve yeni vasıtalarla saldırmaya devam etmektedir. Bu nedenle devirler değiştiğinde şeytanın safında da bir şeylerin değiştiğini bilmek zorundayız. Aksi halde tehlikenin nereden geleceğini bilmeyen kimsenin düştüğü tehlikeli durumlara maruz kalmamız kaçınılmaz olur. Maalesef günümüzde birçok kimse bu tehlikenin girdabına yakalanmış vaziyettedir. Çünkü bu kimseler Lat, Uzza ve Menatları tarihin tozlu sayfalarına gömmüş ancak onların görevini icraya devam eden meslektaşlarını unutmuşlardır. Bu gerçekten büyük bir gaflettir. Savaşta düşmanına bir darbe indirdikten sonra onun halini takip etmeyi ve teyakkuzda olmayı ihmal eden kimse hangi vaziyette ise bu kişiler de aynı vaziyettedir. Savaş hala devam etmektedir. Şeytan yorulacak ya da pes edecek değildir. Bu sebeple şeytanın adımlarını ona itaat için olmasa da karşı koymak için mutlaka izlemek zorundayız. Ashab-ı Kiram’ın kılıçlarıyla paramparça edilmiş Lat ve Uzzaların kalıntılarının izini sürüp günümüzdeki versiyonlarına ulaşmak zorundayız.
NEBEVİ TEDRİSAT
7. asrın cahiliyesinde Kabe’nin içinde 360 kadar put vardı. Hariçte de evlerde, çarşı ve pazarlarda bulunan binlerce put kendileri hissetmese de büyük bir tazimle, göz kamaştıran koca bir servetle sahte varlıklarını sürdürmeye devam ediyordu. Putların en büyüğü ise insanların kalplerindeydi ki Efendimizin bunların tamamını yıkması tam olarak 20 yılını aldı. Terle, kanla, mücadeleyle geçen koca bir yirmi yıl… Tüm insanlığa bir hidayet pınarı olarak gönderilen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şüphesiz bu savaşı sadece kendi toplumunu aydınlatmak için vermemişti. Rabbimizin(cc) ona yüklemiş olduğu vazife bunun çok daha ötesiydi belki de. Çünkü o sadece Mekke’ye ya da ashab-ı kirama değil alemlere rahmet bir nebi idi. Çünkü o sallallahu aleyhi ve sellem ulvi mücadelesiyle kendisinden sonra geleceklere de örnek olacak, putperestlikle nasıl savaşıldığını adım adım öğretecekti. Zira kıyamete dek benzer sahneler hep yaşanacak, nebevi tedrisata ihtiyaç her daim olacaktı.
Evet, bugün Kabe’mizde dikili putlar yok. Ancak yaşadığımız toplumlarda varlığını halen devam ettiren yüzlerce put var. Peki biz bunun farkında mıyız?
FARKINDA MIYIZ?
21. yy.’ın sakinleri olarak nasıl bir dünyada yaşadığımızın, neyle karşı karşıya kaldığımızın, ne denli kuşatıldığımızın farkında mıyız?
Nefsini, heva ve hevesini putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Kendi arzu ve isteklerini din edinmiş kimseyi, hayatına Allah’ı karıştırmayan(!), nasihat kabul etmeyen asiyi, bedenindeki ilahi sanatı beğenmeyen müstekbiri, kendisinden başkasını önemsemeyen egoisti, bireysel özgürlüğü(!) gaye edinmiş gafili, hayatını hazlarına kurban etmiş cahili gördük mü?
Tuttuğu takımını putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Vaktini statlarda heba edeni, çoluk çocuğunun rızkını bir topun peşinde ziyan edeni, en büyük Beşiktaş son sözümüz Fenerbahçe diyeni, taraftarlığı görev bilip sesini son demine kadar tüketeni, uğrunda her şeyi bir çırpıda sileni, Allah’a değil takımına davet edeni, Kur’an’ı sünneti susturup spikeri konuşturanı gördük mü?
Vatanını, ırkını putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Kendi seçemediği ırkını en büyük değer bileni, Tevhid bayrağına Türk bayrağı değil diyerek karşı duranı, Kürdistan hayaliyle dağa çıkanı, Allah için bir adım atmazken vatanı için canını feda edeni, gönlünü harita sınırlarına hapsedeni, mazlum din kardeşini dert edinmeyeni gördük mü?
Sosyal konumunu putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Nasıl olduğunu değil nasıl göründüğünü dert edineni, el- alim’in değil el-alemin ne dediğine kulak kesileni, yatırımı ahirete değil arabaya-telefona-imaja yapanı, Allah için değil itibar için konuşanı, sevap kazanmak değil like toplamak isteyeni gördük mü?
Parayı, malı, mülkü putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
1 lira için 1000 takla atanı, zenginliği en büyük ideal sayanı, para için her türlü kılığa gireni, yemeyip içmeyip kefene cep diktireni, alıp götüremeden malı mülkü varislere pay edeni, mirasta azıcık fazla almak için Kur’an’ı susturanı, işine ara vermeyip namazını terk edeni, 3 kuruş için dinini hiç edeni gördük mü?
Sevdiklerini putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Karısını dininden çok seveni, ana babasını tek vazgeçilmez olarak göreni, kendisini köle çocuğunu efendi edineni, şeyhini peygamberin önüne geçireni, Allah’a olan sevgisini başkasına taksim edeni, aşkın ızdırabından intihar edeni gördük mü?
Korkularını putlaştıran-ilah edinenlerin farkında mıyız?
Fakirlikten endişe edip haramdan kazanç sağlayanı, dışlanmaktan çekinip kötüyü arkadaş edineni, kınanmaktan korkup hayırdan geri duranı, ölümden ürküp dünyaya sımsıkı bağlanmaya çalışanı gördük mü?
Gördük mü modern putları!
Gördük mü Lat’ı, Uzza’yı ve Menat’ı!
Hala göremedik mi? Yoksa bu hayatı öylesine mi yaşıyoruz?
Gören gözler için üstadın şu sözleri ne kadar da anlamlı!
“Ekonomi putları, politika putları, devrim ve ideoloji, müzik, spor, sinema putları. İrili ufaklı putlarıyla Batı ve Doğu, Hz. İbrahim’in, hakikatin şimşeği olan baltasına muhtaç. Adeta onu bekliyor.”[1]
[1]. İnsanlığın Dirilişi, Sezai Karakoç