Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2013 Nisan / 5. Sayı
Din’i mübin’i İslam’ı kemâle erdiren Allah’a hamdolsun. Yüce İslam dininin nasıl hâkim kılınacağını hayatları ile bizlere gösteren rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya, onun yolunu mükemmel bir şekilde sürdürerek diyarları fetheden güzide ashabına, pak âline ve kıyamete kadar bu sıratı müstakim üzerinde yürüyen mü’minlere salât ve selam olsun.
Allah Teâlâ’nın, Şeriat’ı Ğarrayı bize göndermesinin gayesi, onun bütün dinlere galip gelmesi ve insanların hayatlarına hâkim olmasıdır. Zulüm ve fitnenin yeryüzünden kalkması ve bütün insanlığın Allah’ın rahmetine ve ilâhi adalete kavuşmasıdır. Bu bütün müslümanlar tarafından bilinen en temel hakikatlerden birisidir. Bu konudaki pek çok ayeti kerimeden sadece bir tanesini arz etmekle yetinelim: “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Hâlbuki Allah -kâfirler hoş görmese bile- kendi nurunu tamamlayacak olandır. O, peygamberini hidayet ile ve hak din ile gönderendir. Çünkü onu -müşrikler hoş görmese bile- bütün dinlere üstün kılacaktır.” (Saf: 8-9)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Her bir peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.”1
Yine Rib’i b. Âmir radıyallahu anhu bu yüce gayeyi, Pers imparatorluğu genelkurmay başkanı Rüstem’e karşı şöyle ilan etmişti: “Dilediği kimseleri kullara kulluktan Allah’a kulluğa, dünyanın darlığından dünya ve ahiretin genişliğine, dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine çıkaralım diye Allah Teâlâ bizleri gönderdi.”2
İşte bu gaye Rabbani olduğu gibi, bu gayeyi gerçekleştirmenin ve Allah’ın kelimesini/sözünü en yüce kılmanın yolu ve yöntemi de Rabbani olmak durumundadır. İslam şeriatı ilâhi olduğu gibi, onu hâkim kılmanın metodu da ilâhidir. Semavi olan bu din’i mübin, Allah’ın kitabına ve Rasûlullah’ın sünnetine dayanmayan beşeri yöntemlerle tahkim edilemez. Necaset ve pislik olan küfür, şirk ve fitne; yine necaset olan demokratik yöntemlerle yıkanıp temizlenmez. Aksine necaset katlanarak artar ve iyice her tarafa yayılır.
Esasen şeriatın sahibi Allah Teâlâ olduğu gibi, bu şeriatı yeryüzüne hâkim kılmanın yolunu da Allah Teâlâ beyan etmiştir. Bu konuda bizleri muhayyer bırakmış değildir. Şeriatını Kitab’ı Kerimi ve peygamberinin sünnet’i seniyyesi ile beyan eden Allah Teâlâ, onu hâkim kılmanın yöntemini de peygamberlerinin hayatları ve özellikle peygamber efendimizin sireti ile ortaya koymuştur. İşte bundan dolayı biz müslümanların, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatını bütün safhaları ile çok iyi bilmemiz ve onun hareket metodunu çok iyi kavramamız gerekmektedir. Bu makalemizdeki maksadımız bunu beyan etmek değil, bunun bizim için bağlayıcı olduğunu açıklığa kavuşturmaktır.
Ancak burada şunu hemen belirtelim ki, peygamber efendimizin hayatını gözden geçiren kimsenin karşılaşacağı hakikat şudur: Onun hayatı, en kalın hatlarıyla belirtilmesi gerekirse tebliğ-davet, hicret ve Allah yolunda cihad etmekle özetlenebilir. İşte müslümanlar da bu nebevi hareket metoduna tâbi olmakla mükelleftirler. Biz Müslümanlar, “Gayenin meşrû olması, vesileyi de meşrû kılar” şeklindeki bâtıl kaideye ve türlü bid’atlerin ve sapmaların menşei olan zalimâne kurala uyarak, kendi kafamızdan yöntemler uyduramayız. Teessüfle belirtelim ki bugün birçok camiâ bu bâtıl kaidenin kurbanı olmuştur. Bu camialar, ilâhi din olan İslam’ı hâkim kılmak için, İslam ile taban tabana zıt olan demokratik yöntemleri kullanmaktadırlar. Neticede İslam’dan uzaklaşmaktadırlar. Allah Teâlâ bizleri sapmaktan muhafaza eylesin.
Şimdi de şeriatın belirlemiş olduğu bu yüce gayeyi gerçekleştirmek için yine şeriat tarafından belirlenmiş bulunan vesileye, nebevi hareket menhecine tâbi olmakla mükellef olduğumuzun bazı delillerini serdetmeye çalışalım:
1- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “…Bugün, dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim…” (Mâide: 3)
Hafız İbni Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir: “Bu, Allah Azze ve Celle’nin bu ümmete olan en büyük nimetidir. Zira Allah Teâlâ onlar için dinlerini kemâle erdirmiştir. Artık onlar ne ondan başka bir dine ve ne de peygamberleri sallallahu aleyhi ve sellem’den başka bir peygambere ihtiyaç duymazlar. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ onu peygamberlerin sonuncusu kılarak, hem insanlara hem de cinlere göndermiştir. Artık helal, sadece onun helal kıldığı; haram, sadece onun haram kıldığı ve din de sadece onun şeriatıdır.”3
Dolayısıyla onun zamanında dinden olan şeyler bugün de dinden olup, onun zamanında dinde bulunmayan şeyler de bugün de dinden değildir. İnsanlar onun zamanında ne ile ve hangi yöntemle ıslah olmuşlarsa, bugün de aynı şekilde ve aynı yöntemle ıslah olabilirler. Din’i mübin kemâle erdiği için ilave hiçbir şeyi -gaye olsun vesile olsun- kabul etmez. Çünkü ilaveler onun -hâşâ- eksik olduğunu gösterir ki; bu da Allah Teâlâ’nın bu ayetinin -hâşâ- hakikati yansıtmadığını gerektirir. Böyle bir vehimden Allah’a sığınırız.
2- Hz. Âişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Her kim bizim bu işimizde (din ve şeriatımızda), onda bulunmayan bir şeyi ihdas edecek olursa; o reddedilmiştir.” İmam Müslim’in bir rivayeti ise şöyledir: “Her kim bizim emrimize (din ve şeriatımıza) uygun olmayan bir amel işleyecek olursa, o reddedilmiştir.”4
Bu hadisin şerhinde İbni Receb el-Hanbeli şöyle der: “Emrimize (din ve şeriatımıza) uygun olmayan” ifadesi işaret etmektedir ki; bütün amel edenlerin tüm amellerinin, şeriatın hükümlerine tâbi olması gerekir. Şeriatın ahkâmı, emir ve yasaklarıyla bütün bu ameller üzerinde hâkimdir. Dolayısıyla her kimin ameli şeriatın hükümlerine uygun olursa, onun ameli makbul olur. Her kimin de ameli şeriatın hükümlerinin haricinde kalırsa, onun ameli de merdud olacaktır.”5
İrbad b. Sariye’nin rivayet ettiği hadiste de peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “…Muhakkak ki benden sonra yaşayanlarınız pek çok ihtilaflar göreceklerdir. Böyle bir durumda benim sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine yapışınız, azı dişlerinizle (bütün gücünüzle) bunu ısırın (buna sarılın). Sonradan ihdas edilecek işlerden/bid’atlerden sakının. Muhakkak her bir bid’at dalâlettir.”6
İbni Receb şöyle demektedir: «Bid’at: Sonradan ihdas edilip, şeriatta kendisine delalet eden herhangi bir aslın/delilin bulunmadığı her şeydir. Fakat şeriattan kendisine delalet eden bir aslın/delilin bulunduğu şeyler ise, her ne kadar (sonradan ihdas edildiği için) lügat açısından bid’at denilse de şer’an bid’at değildir.”
“Muhakkak her bir bid’at dalâlettir” bölümü ise, özlü ve kapsayıcı sözlerden olup; hiçbir şey bunun haricinde kalmaz. Bu, dinin temel kaidelerinden çok önemli ve büyük bir kaidedir. Buna göre her kim bir şeyi ihdas ederek, onu dine nispet edecek olur da dinde o şeyin kendisine dayanacağı bir aslı/delili bulunmazsa; o ihdas ettiği şey dalâlettir ve din ondan beridir. Bu hususta itikadi, ameli, bedeni ve kalbi bütün söz ve davranışlarla ilgili tüm konular eşittir.”7
Bu iki hadis’i şerif, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in İslam toplumunu oluşturmak ve İslam devletini kurmak için uygulamış olduğu nebevi menhece aykırı olan her türlü yöntemi kökünden reddetmektedir. Hadisi şerifler bu konuda çok açık ve net olduğu için fazla izaha ihtiyaç bırakmamaktadır. Zira peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tatbik ettiği yönteme aykırı olan her türlü menhec, açık bir şekilde bid’at ve dalâlet olmakla nitelendirilmiştir. Allah Teâlâ her türlü bid’atten bizleri muhafaza buyursun.
3- Biz müslümanların örneğimiz ve her konuda model kabul etmekle yükümlü olduğumuz rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’ın rahmetini ve ahiretin nimetlerini arzulayanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir numune vardır.” (Ahzâb: 21)
Hafız İbni Kesir der ki: Bu ayet’i kerime, bütün sözlerinde, davranışlarında ve hallerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymanın gerekliliği hususunda pek büyük ve önemli bir asıldır.8
Diğer taraftan Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâbi olma şartına bağlanmıştır. Yüce mevla şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Eğer, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” De ki: “Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân: 31-32)
Hafız İbni Kesir der ki: Bu ayet’i kerime, Allah’ı sevdiğini iddia eden fakat Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu üzerinde olmayan herkesin aleyhinde hüküm vermiştir. Bu kimseler gerçekte yalancıdır. Meğer Muhammedi şeriata ve nebevi dine bütün söz, davranış ve hallerinde tâbi olsunlar. Daha sonra Allah Teâlâ herkese emrederek şöyle buyurdu: “De ki: “Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez.” Bu da peygamberin yoluna muhalefet etmenin küfür olduğunu göstermektedir. Bu niteliğe sahip olanlar Allah’ı sevdiklerini ve O’na yaklaşmaya çalıştıklarını iddia etseler bile, Allah Teâlâ onları sevmez. Meğer hâtemü’r-rusül, Allah’ın insanlara ve cinlere gönderdiği elçisi olan ümmi peygambere tâbi olsunlar. O öyle bir peygamberdir ki, şayet nebiler, rasuller ve hatta onlardan ulu’l-azm olan peygamberler dahi onun zamanında yaşasalardı; ona tâbi olmak, ona itaat etmek ve onun şeriatına uymaktan başka seçenekleri olmazdı.9
Dolayısıyla biz müslümanların vazifesi, her konuda Allah’ın elçisine tâbi olmaktır. Namazımızı onun namazı gibi kıldığımız, haccımızı onun haccı gibi yaptığımız, zekatımızı onun öğrettiği şekilde verdiğimiz ve orucumuzu onun tuttuğu ve öğrettiği şekilde tuttuğumuz gibi; davetimizi ve cihadımızı da onun davet ettiği ve cihad ettiği gibi yapmalı ve İslam dinini hâkim kılmaya çalışırken takip edeceğimiz yöntemde sadece onu kendimize örnek almalıyız. Aksi takdirde Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmaya gayret ederken, Allah’ın gazabı ile karşı karşıya kalırız. Bizler Allah’ın gazabından O’nun rızasına sığınırız.
4- Bilinmesi gerekir ki Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hem tebliğ-davet, hem hicret ve hem de cihad hayatını bütünüyle Allah Teâlâ’nın murakabesi ve kontrolü altında yaşamaktaydı. Bazen nazil olan metluv (Kur’an) ve gayri metluv (sünnet) vahiy ile yönlendiriliyor; bazen de kendi ictihadı ve tecrübesi ile hareket ediyordu. Eğer bu ictihadı doğru ve Allah Teâlâ’nın da razı olduğu hareket tarzıysa, Allah Teâlâ tarafından herhangi bir düzeltmeye maruz kalmıyor, bir nevi tasdik ve takrir edilerek sünnet çerçevesine dâhil oluyordu. Yok, eğer zelle türünden hatalı bir ictihad olursa, hemen Allah Teâlâ tarafından düzeltiliyordu. Bunun pek çok örnekleri vardır. Ezcümle:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş’ten ileri gelen bazılarıyla görüşürken, onların iman edeceğini umduğu bir sırada İbni Ümmi Mektûm gelir ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni irşad et” der. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Kureyş ileri gelenlerinin iman etmeden oradan uzaklaşacakları endişesiyle onun bu halini hoş karşılamaz ve ona iltifat etmez. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ “Abese Suresi”nin baş tarafını inzâl buyurarak, elçisinin tebliğ-davet hususundaki yanlış bulduğu bu tavrını tashih eder.10
Yine Bedir savaşında esirlere yapılan muâmele, Tebûk seferinde bazı münafıklara izin verilmesi ve Abdullah b. Übey b. Selül’ün cenaze namazının kılınması hususlarında yapılan ictihadların tashih edilmesinde olduğu gibi…
Buradan çıkan açık sonuç şudur ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in -hatalı olan ictihadlarının tashih edilmiş şekliyle birlikte- bütün hayatı (ona özel olan hususlar hariç) biz müslümanlar için numunedir, örnektir ve bağlayıcıdır. Dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in İslam’ı hâkim kılmak için takip etmiş olduğu menhec, Allah Teâlâ’nın kıyamete kadar biz müslümanlar için razı olduğu ve Peygamberinin hayatı ile en detaylı bir şekilde takrir ettiği menhectir.
5- Unutulmaması gerekir ki, kâfirler her zaman bu hikmetli ve dosdoğru menheci bozmaya çalışmaktadırlar. İslam düşmanları türlü türlü hilelere başvurarak pazarlıklar yapmaya ve bir orta yol bulmaya gayret etmişlerdir. Bu hususta en fazla yumuşatma siyaseti gütmüş ve davetin berraklığını bulandırmak için çeşitli tekliflerde bulunmuşlardır. Ezcümle: Peygamber efendimizin en önemli destekçilerinden biri olan Ebû Talip’i zorlayarak, Peygamber efendimize baskı yapmasını sağlamışlardır. Bu ona o kadar ağır gelmiştir ki, sebatının ne kadar büyük olacağını ifade eden şu tarihi sözünü söylemiştir: “Eğer onlar güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar dahi yine de bu iş tamamlanıncaya ya da ben bu uğurda ölünceye kadar bu işten vazgeçmeyeceğim.”
Diğer taraftan Peygamber efendimize istediği kadar mal, dilediği kadar güzel kadınlar ve başlarına geçerek kralları olmasını teklif ediyorlardı. Yine ona bir sene kendi ilahlarına tapması mukabilinde, kendilerinin de bir sene onun ilahına ibadet edeceklerini va’dediyorlardı.11
İşte Allah Teâlâ bu durumu Kitab’ı mübininde şu şekilde tescil buyurmuştur: “Artık yalanlayanlara itaat etme. Onlar senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu etiler; kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardı.” (Kalem: 8-9)
Allah Teâlâ’nın inayet ve gözetiminde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bütün bu hilelere ve taviz tekliflerine karşı en zor şartlarda dahi sebat göstermiş ve tevfik’i ilâhiye mazhar olmuştur. Bu tür hilelere, aceleye getirme veya yumuşatma siyasetlerine karşı müslümanların tek sığınağı; nebevi metoda tâbi olmak, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hareket menhecini güzel bir şekilde anlayarak son derece büyük bir titizlikle ona riayet etmektir. Ancak bu şekilde onlar da tevfik’i ilâhiye mazhar olurlar. Zira Allah’ın rızasına ve yardımına giden yol, sadece Peygamber efendimizin takip ettiği yoldur. Bu ümmet için başka bütün yollar çıkmaz sokaktır ve sadece kısır bir döngüdür.
6- Muaviye radıyallahu anhu minber üzerinde hutbe okurken şöyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ kimin hakkında hayır murad ederse, onu dinde fakih kılar. Müslümanlardan bir taife, kıyamet gününe kadar kendilerine karşı çıkan düşmanlarına gâlip gelerek hak üzerinde savaşmaya devam edeceklerdir.”12
Cabir bin Semure’nin rivayeti şöyledir: “Bu din dosdoğru ayakta olmaya devam edecektir. Kıyamet kopuncaya kadar Müslümanlardan bir grup bu din uğrunda savaşacaklardır.”13
İmran b. Husayn’ın rivayeti ise şöyledir: “Benim ümmetimden bir taife, kendilerine karşı çıkan düşmanlarına gâlip gelerek hak üzerinde savaşmaya devam edeceklerdir. Ta ki onların sonuncuları Mesih deccal ile savaşıncaya dek bu durum devam edecektir.”14
Bir çok sahabeden rivayet edilen bu hadisi şerif açık bir şekilde ifade etmektedir ki, nebevi menhecin en önemli özelliği Allah yolunda cihad etmektir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kıyamet gününe kadar cihadın devam edeceğini ve hiçbir şekilde hiç kimse tarafından iptal edilemeyeceğini kesin bir şekilde haber vermektedir. Bu konuda pek çok ayeti kerimeler ve daha bir çok hadis’i şerifler mevcuttur. Bundan yola çıkarak diyoruz ki: Allah’ın dinine hizmet etmeyi ve Allah’ın şeriatını hakim kılmayı gaye edinen Müslümanların, Allah yolunda cihad etmeyi programlarına almaları zarûridir. Allah yolunda cihad etmeyi hiçbir şekilde programlarına almayan ve hatta türlü te’villerle cihadı asıl manasından çıkaran câmiaların, Allah’ın dinine hizmet etmeleri ve Allah’ın şeriatını hakim kılmaları mümkün değildir. Peygamber efendimizin ve Hulefa’i Râşidinin sünnetini ve takip ettikleri menheci terk ederek, Allah’ın dinini hakim kılacaklarını düşünenler kendilerini ve tâbilerini oyalamakta ve kandırmaktadırlar.
Son olarak bu kimselere şunu hatırlatmak istiyoruz; Allah’ın inayeti ve yönlendirmesi ile en mükemmel bir menheci takip ederek, Allah’ın izniyle çok kısa bir zamanda Allah’ın dinini hakim kılan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâbi olmak ve onu örnek almak biz Müslümanlara farzdır. Onun menhecini terk etmek ise bid’at ve dalâlettir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’i Münevverede kaldığı on sene içerisinde onlarca gazveye bizzat katılıp, onlarca seriyye çıkardığı üzerinde iyice düşünmemiz ve Allah Teâlâ’nın şu ayeti kerimelerini tefekkür etmemiz gerekir :
“Kendisine doğru yol açıklandıktan sonra kim peygamberle ayrılığa düşer ve Mü’minlerin yolunun dışında bir yol takip ederse, onu, gittiği yolda bırakırız. Ve cehenneme atarız.O cehennem ne kötü bir yerdir.” (Nisâ: 115)
“Onun emrine karşı gelenler, bir fitneye maruz kalmaktan yahut şiddetli bir azaba uğramalarından sakınsınlar.” (Ahzab : 63)
—————————————————
1 Buhari: 335
2 el-Bidâye ve’n-Nihâye: 7/134
3 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim: 3/23
4 Buhari: 2697; Müslim: 1718
5 İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 1/177
6 Ebû Dâvûd: 4607; Tirmizi: 2676. Hasen-Sahih
7 İbni Receb, Câmiu’l-Ulûmi ve’l-Hikem: 2/127-128
8 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim: 6/392
9 Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim: 2/25
10 bkz: Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim: 6/387
11 bkz: Fi Zilâli’l-Kur’an: 6/3649 ve devamı.
12 Buhari : 7312 , 3641 ; Müslim 1923.
13 Müslim : 1922
14 Ebu Davud : 2484. Bu hadis sahihtir.