Kapak Dosya – Rıdvan Badur / 2014 Aralık / 25. Sayı
Günümüzde Müslümanlar arasında yaygınlık gösteren ve bazı hususlarda ciddi yaralar açan meselelerden biri olan Batı taklitçiliği konusunu işlediğimiz bu yazımızda taklitçiliğe nasıl bakılması gerektiği, taklitçilik kavramından anlamamız gerekenin ne olduğu ve birer Müslüman fert olarak bizlerin taklitçiliğe nasıl yaklaşmamız gerektiği hususlarına dair bazı görüş ve beyanlara yer vermeye çalışacağız.
Taklit, bir kimseye veya topluluğa itikat, görünüş, söz, fiil veya giyinişte uymak ve tabi olmak demektir. Mukallid, taklit işini yapan kişiye verilen isimdir. Frenk ise Osmanlı’da Batılılara özellikle de Fransızlara verilen isimdir. İslam’da itikadi meseleler ve İslam esaslarının uygulanması şartları ile peygamber efendimiz dışında kimseleri taklit etmek caiz görülmemiştir. Taklit yapılacak hususların da delillerle desteklenmesi icab eder. Fakat dinin hükümlerinin anlaşılması veya ibadetlerin uygulanmasında zaruri durumlarda müçtehidlerin taklit edilmesi de meşru kabul edilmiştir. Böylece şunu ifade etmek gerekir ki şer’î deliller dışında herhangi bir delile sığınarak bir imamın, filozofun, şeyhin, amirin, alimin veya halifenin itikat, muamelât, ibadet, ahlak ve adaba dair söz ve fiillerine uymak, onları taklit etmek katiyyen caiz görülmemiştir. İslam dairesi içerisinde dahi taklit meselesinde bu derece hassas davranılırken bu daire dışında kalan milletleri ahlak, adab, görünüş, söz veya fiil gibi yönlerle taklide cevaz vermek çok sakıncalı bir durum arz etmektedir. Böylece bir Müslümanın küfür alameti sayılan bir unsuru benimsemesi, onu taklit yoluyla kullanması şer’an caiz görülmemektedir.
Peygamber efendimizin bir topluluğa benzemeye çalışanların o topluluktan olduğunu beyan eden hadis-i şerifine de dayanarak şunu söyleyebiliriz ki; kişi ister iyi halde isterse isyanda veya adette bir başka topluluğa uymaya veya benzemeye çalışırsa taklid ettiği hususta o topluluktandır. Yani Müslümanların -özellikle yaşayış, örf ve adetlerinde- Müslüman olmayan milletlere benzememesi gerektiğini söylememiz mümkündür.
İslam dininde isyan ve küfür yasaklanmış olduğu gibi isyankar ve küfür erbablarının adetleri de yasaklanmıştır. Çünkü bu adetlerin tekrar edilmesinin kişiyi isyana ve küfre götürme olasılığı vardır. Bu olasılığı ortadan kaldırmak için de kişiyi saptıracak olan bu adetlerin taklit edilmesi yasaklanmıştır. Tabiî ki benzeme işini her durum için genellemek doğru olmaz. Örneğin; yeme-içme, uyuma, oturma, kalkma gibi zaruri durumlarda insanî vasıflardan dolayı benzemek doğaldır. Ya da ziraat, sanayi alanlarında yahut alet-edevât, araç-gereç yapımlarında şer’i hükümlere ters düşmedikçe dünyevî ihtiyaçları gidermek adına başka milletlere benzemek meşru görülmektedir.
İslam dini, yeryüzünü imar etmek, sanayi, ilim ve fen alanlarında başka milletlere muhtaç olmayacak ölçüde çalışmayı ve gayret etmeyi emretmektedir. Bu sebepledir ki Müslümanlar özellikle Orta Çağ ve itibariyle çeşitli coğrafyalara yayılmaya ve gayretlerini sarf etmeye çalışmışlardır. Bu gayret sebebiyle çağını aşan başarılara imza atmışlardır. Bu dönemde Batı toplumlarının cehalet, zulmet ve vahşet içinde olduklarına tarih şahitlik etmektedir. Bugünkü durumda ise Müslümanların eski göz kamaştırıcı dönemleriyle kıyaslanamayacak ölçüde dağıldıklarını ve toparlanmakta da zorlandıklarını görmemiz pek de zor değildir. Bu duruma gelmenin sebeplerinden birisi, içinde bulunulan rehavet duygusu iken bir diğer önemli sebebi ise Batılı toplumların iyi-kötü demeden her alanda taklid edilmiş ve edilmekte olmasıdır. Batı’yı bugünkü haline getiren şey Müslümanların sarf ettikleri gayrettir. Çünkü Müslümanların elde ettikleri birikimlerin Batı’ya aktarılmasıyla bu toplumun gelişme gösterdiği aşikardır. Müslümanların sanayi ve fen alanlarında Batı’dan istifade etmelerinde herhangi bir sakınca yok iken Batı’yı iyi-kötü ayırt etmeden her alanda körü körüne taklid etmeleri razı olunmayacak bir durumdur. Daha kötüsü ise yanlış olduğunu bile bile bu hataya düşmektir.
Allahu Teala, A’raf Sûresinin 33. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “De ki: Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil bildirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” Bu ayetten de anlaşılacağı üzere Allah (c.c) inançsızlığı, şehevî arzuları artıracak çirkin işleri, içki, kumar gibi işleri Müslümanlara yasak kılmıştır. Bununla bağlantılı olarak da Batı medeniyetinin maddiyat kısmından ahlakî, iktisâdî açıdan, nâmusen ve dinen zararlı olan çirkin ve rezilce olan işlerin tamamını yasaklamıştır.
Bir kimse dinde kötü bir yolun açılmasına öncülük ederse açılan o yolda işlenen günahlardan da payını alır. Bu sebeple çirkin ve rezilce işlerde Müslümanlardan hiçbirisinin zamanın modasına uymasına ve bilhassa gayr-i müslim milletleri taklid etmesine yahut genel bir ifadeyle batılılaşmasına asla şer’en müsade yoktur. Zira meşrûiyyetine delil olmayan şeylerde taklid ve başkasına uymanın haram ve batıl olduğuna dair birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.
İslam dini, yeryüzünde bulunan bütün inanç, anlayış ve yüce görülen her türlü anlayıştan daha yüce ve üstündür. Bu sebeple yücelmek için İslam dışı unsurlara tevessül etmek Müslümanlara yakışmayacak bir meseledir. Bununla birlikte, yücelmenin, ilerlemenin, başarının anahtarının sağa sola tevessül etmekten ziyade İslam inanç esaslarına sıkı sıkıya bağlanmak olduğunun iyice idrak ve tatbik edilmesi gerektiğinin bilinmesi lazımdır. Esas surette bakılacak olursa Batı toplumu manevi anlamda müslümanı mutlu ve olgun kılacak bir medeniyet ve anlayışa sahip değildir. Çünkü zikredilen toplum sadece dünyevî haz ve mutluluğu hedef edindiği için işin uhrevî boyutunu düşünmemektedir. Hal böyleyken böyle bir toplumdan alınacak ahlak ve terbiyeyle İslam dairesi içerisinde sağlıklı bir şekilde kalmayı sağlamak kolay olmayacaktır. Böylece bu durum Müslümanın hem dünya hem de ahiret hayatını imar etmesini zorlaştırmada önemli bir etken olacaktır. Müslümanın esas gayesi ise ahirettir. Ahiretini imar etmenin yolu da gerçek rehberler olan peygamberlerin yolunu ve davasını sürdürmekle mümkündür. Çünkü esas medeniyet İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin kapısından içeri gerçek manada girmekle kişi hem dünyasını hem de ahiretini imar eder.
Her toplumda olduğu gibi Müslümanlar arasında da Batı taklitçiliğini savunan bir güruh medeniyet, millet, hürriyet, gelişim adına gayr-ı ahlakî birçok unsuru fitne tohumu ekercesine Müslümanların arasına ekivermişlerdir. Avrupa’dan yükleyip getirdikleri gayr-ı meşru unsurlarla İslam faziletlerini tahrip etmeye, Müslüman halkın fikirlerini zedelemeye ve Müslümanların içini yabancı ruh, terbiye ve anlayışla doldurmaya, böylece İslam ruhunu yok etmeye çalışmaktadırlar. Müslümanlar bu durumun farkına varmayıp düzene girmedikçe fitne tohumlarının ekimine devam edilecektir.
İslam dininin yeryüzündeki temsilcileri olan Mü’minler Batı’ya muhtaç değillerdir. Bilakis Batı, İslam dinine muhtaçtır. Her Müslümanın Batı toplumunun bu acziyetini görmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Müslümanların bugünkü kenetlenmeyişi, kopukluğu ve acziyeti -malesef- devam edecektir.