Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2020 Ocak / 86. Sayı
“Ey İman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir grubun sözünü dinlerseniz sizi imanınızdan vaz geçirip yeniden küfre döndürürler.”
(Al-i İmran, 100)
Düşmanının sözünü dinlemenin akıbetinin hüsran ile sonuçlanması konusunda halk arasında yaygın güzel bir kıssa vardır. Özetle şöyle anlatılır;
Vaktiyle bir beldede insanlar bir ağaçtan medet umuyor ve ondan dilekte bulunuyorlardı. Bu durum öylesine ileri bir hâl almıştı ki artık insanları Allah azze ve celle’ye şirk koşar bir seviyeye getirmişti. O beldede yaşayan zahit bir zat bu duruma çok sinirlenmiş ve ağacı kesmeye azmetmişti. Baltasını alıp yola çıkmış, yolun ortasında şeytan onu engellemek için karşısına dikilmişti. Şeytan zahide nereye, ne amaçla gittiğini sormuş, zahit Allah için samimi niyetini ona söylemişti. Ağacın kesilmesiyle insanların Rabbleri olan Allah’a yöneleceğinden endişelenen şeytan, zahit ile güreşe tutuşur. Ancak bir iki derken her seferinde zahit onu yere çarpar. Bunun böyle olmayacağını anlayan şeytan, adama bir teklifte bulunur. Der ki: “Sen bu ağacı kesmekten vazgeç, her sabah yastığının altında bir altın bulacaksın”. Zahit bu teklifi kabul eder. Gerçekten her sabah yastığının altında bir altın bulur. Bu böyle bir zaman devam eder. Günün birinde zahit yastığını kaldırınca altını görmez. Tekrar baltasını alıp ağacı kesmeye gidince şeytan yine karşısına dikilip amacını öğrenir. Adam yolundan dönmeyince şeytan yine onunla kavgaya tutuşur. Ancak bu defa zahit sırt üstü art arda yere çalınır. Bu durum onu hayret içinde bırakınca şeytana bunun sırrını sorar: Şeytan der ki: “İlk seferinde Allah için çıktığından ben sana galip gelemedim. Ancak benim sözümü dinleyip geri döndüğün için o gücünü kaybettin.”
Müslümanların netice itibariyle kendilerini zor duruma düşürecek yönlendirmelerden son derece sakınmaları gerekir. Dinimiz, velayet noktasında Müslüman’ın itimat edeceği mercileri Allah azze ve celle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve dini yaşayan müminler olarak açıklamıştır. Bunun farkında oldukları müddetçe düşmanlarının kendilerine bir zarar veremeyeceği muhakkaktır.
Bu noktada Allah azze ve celle’nin kelamından ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden bize yapılan uyarıları can kulağıyla dinlemeli ve düşmanın bizim için tasarladığı nihai amacın ne olduğunu bilmek zorundayız. AllahuTealâ şöyle buyuruyor:
“Ehli kitaptan kâfirler ve putperestler Rabbinizden size iyi bir şey indirilmesini istemezler…” (Bakara, 105)
“Ehli kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset duygusundan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler…” (Bakara, 109)
“Sen onların dinine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır…” (Bakara, 120)
İslam tarihini incelediğimizde ehli kitaba karşı şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır: Müslümanlar hiçbir zaman için ehli kitabı sayı ve silah üstünlüğü ile dize getirmemişlerdir. Bilakis kendi berrak kaynaklarından beslendikleri zaman tüm dünyaya kafa tutmuşlar ve İslam’ı uzak beldelere taşımışlardır. İmanı esas aldıklarında neler yapabileceklerine dair sadece yaptıkları savaşların isimlerini sıralasak elbette bunu sayfalara sığdıramayız. Ancak onların maddi güçlerinden etkilenip şaşalı hayatlarının tesirine kapılınca ve o hayata özenti duymak Müslümanlar arasında yaygınlaşınca artık düşmanın eline düşmüş ve kendisini tamamen ona teslim etmiş oldular. İşte Endülüs’ten başlayan bu süreç günümüze kadar gelmiştir. Kurdukları tuzaklarla Müslümanları adeta tutsak hale getiren kitap ehlinin en büyük silahı kuşkusuz şeytanın vesvesesi kadar tesirli olan söylemleridir. Dinlerinden habersiz yaşayanlar için büyük tehlike arz eden bu söylemler ancak İslam’a sımsıkı sarılmakla bertaraf edilebilir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: Şüphesiz Allah size gerçek bir vaatte bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibaretti; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın.” (İbrahim, 22)
Âlimlerin Ayet İle İlgili Açıklamaları:
İbn Cerir et-Taberi rahimehullah, tefsirinde ayetin genel mefhumunu şöyle açıklıyor: “Bu ayetin tevili şu şekildedir: Ey Allah ve Rasûlünü tasdik edip, Nebileri sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah azze ve celle’den kendilerine getirdiği her şeyi kabul edenler! Tevrat ve İncil’e kendilerini bağlayanlar topluluğuna itaat edip size emrettikleri şeyi kabul edecek olursanız onlar sizi saptırır ve böylece Rabbinizin Rasûlünü tasdikten sonra ve onun Rabbiniz katından getirdiği şeyleri kabulden sonra, sizi kâfirler topluluğuna döndürürler. Size Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinizin katından getirdiği, iman edip tasdik ettiğiniz hakkı inkâr ettirirler. Övgüsü yüce olan Allah müminlerin kitap ehlinden nasihat almalarını, görüş veya istişarelerini kabul etmeyi yasaklıyor. Zikri yüce olan Allah onların müminlere karşı kin, ihanet, kıskançlık ve öfke dolu olduğunu müminlere öğretiyor.”[1]
Molla Gürani rahimehullah Gayetul-Emani Fi Tefsiri-Kelamir-Rabbani isimli tefsirinde der ki: “Burada Yahudilerin tuzaklarından başka bir çeşidi vardır: Evs ve Hazrec Yemen Araplarından Sebe koluna bağlı iki kabile idi. Onlar “bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dağılan Sebe” diye darbı mesel olan Sebe’ye aittirler. Bu iki kabile arasında eski bir düşmanlık vardı ve pek çok savaş olmuştu. O savaşlardan biri Buas savaşı idi. O savaşta zafer Evs’in olmuştu.
İslam’a ve ona bağlı olanlara şiddetli düşmanlığı olan Şas b. Kays, Evs ve Hazreçlilerin beraber oturmuş sohbet ettiği bir topluluğun yanından geçince bu durum onu çok kızdırdı. Kendisiyle beraber olan bir gence onların yanına oturup onlara şiirler okumasını ve Buas gününü hatırlatmasını istedi. O genç onlara şiir okuyup eski günleri hatırlatınca onların da hamaset duyguları kabardı, silahlara sarılıp savaşmaya azmettiler. Onların bu durumu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca hemen onların yanına vardı. Onlara: “Allah size İslam nimetiyle ikram ettikten sonra daha ben sizin içinizde iken cahiliye davasını mı güdüyorsunuz?” dedi. Toplananlar bunun şeytanın dürtmesi olduğunu anlayarak silahı atıp birbirlerine sarıldılar. Başlangıç itibariyle bugünden daha kötü sonu itibarıyla da bundan daha hayırlı bir gün yoktu. Tıpkı yıldızlar içinde ay olduğu gibi içlerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğu halde döndüler.”[2]
Yukarıda geçen kıssayı tefsirinde ele alan Fahreddin er-Razi rahimehullah şöyle der: “Bu ayetten yukarıda geçen hadisenin kastedilme ihtimali olduğu gibi onların delalete düşürmek için yaptıkları hamleler de ihtimal dâhilindedir. Allahu Teâlâ şayet müminler onlara karşı yumuşak olup, onların sözlerine kulak verecek olurlarsa bu durumu yavaş yavaş onları kâfir olmaya çevireceğini beyan etmiştir. Küfre girmek dünya ve din konusunda helak olmak demektir. Dünyevi işlerde helak düşmanlığın belirmesi, öfke, fitnenin ortaya çıkması ve kan akıtmaya yol açacak savaşların meydana gelmesiyle olur. Din işlerindeki helak ise zaten açıktır.”[3]
Şehit Seyyid Kutup Fi Zilal’de bu konuyu şöyle açıklamıştır: “Ehli kitaba itaat, onlardan bazı şeyler alma, onların yöntem ve sistemlerinden faydalanma öncelikle iç hezimete ve bu Müslüman ümmetin üzerine inşa edildiği liderlik konumundan uzaklaşmaya yönlendirir. Aynı zamanda hayatı idarede, onu düzenlemede, yükseliş ve gelişme yolunda zorluklara tırmanma konusunda yol almada Allah’ın sisteminin yeterli olmayacağı hususunda şüpheye sürükler. Sadece bu bile nefislerde küfrün hareket etmesi için yeterlidir. Oysa nefisler bunu hissetmez ve yakın tehlikesini fark etmez.
Bu Müslümanlar açısından böyledir. Diğer açıdan bakacak olursak şunu görürüz: Kitap ehli, ümmeti akidesinden saptırmadaki hırsı kadar hiçbir şeye hırslı değillerdir. Bu akide kurtuluş kaynağı, savunma hattı ve Müslüman ümmeti savunma gücünün kaynağıdır. Onun düşmanları bu durumu çok iyi biliyorlar. Bu akideyi geçmişte de biliyorlardı, günümüzde de biliyorlar. Bu sebepten dolayı bu ümmeti akidesinden saptırmak için ellerindeki tüm hile ve tuzakları kullanmaktadırlar. Tüm kuvvet ve hazırlıklarını aynı şekilde sarf etmektedirler. Bu akideye açık bir şekilde saldırmaktan aciz kalınca onun aleyhine tuzak kurarlar. Tek başlarına onunla savaşmaktan yorulunca, bu akidenin içinde delik açması, insanları ondan saptırması, onun yönteminden başka yöntemler benimsetmesi, sisteminden başka sistemler alması ve onun liderliğinden başka liderliklere bağlanması için görünüşte İslam’a girmiş münafıkları ve yalandan İslam’a bağlanmış görünenleri hazır kıta askerler gibi donatırlar.
Kitap ehli, Müslümanların bir kısmından itaat, söz dinleme ve kendisine uyma arzusunu görünce, şüphesiz bu durumların hepsini kendilerini uykusuz bırakan gayeye ulaşmak için kullanacaklardır. Hem kendisine hizmet edenleri hem de tüm Müslümanları kendi arkalarından küfre ve dalalete sürükleyeceklerdir.” [4]
Ayetten Çıkarılacak Bazı Dersler:
1) Her Müslüman, kitap ehlinin onu akidesinden saptırmak için çalıştığını çok iyi bilmelidir. Onların diyar diyar dolaşmaları boşuna değildir. Bizzat kendi âlimleri tarafından tahrif edilen Tevrat ve Yahudilerin sinsi oyunlarıyla tahrif edilen İncil’e inananlar geldiği ilk günkü gibi tertemiz olan Kur’an-ı Kerim’i nasıl tahrif edemediklerinin şaşkınlığı içerisindedirler. Bu durum onların uykularını kaçırıyor ve İslam’ı kaldırmak için bunca uğraş veriyorlar. Abdullah b. Sebe’den beri bu uğraşları Allah tarafından mahfuz olan itikadın sağlam duvarlarından geri dönmektedir.
2) Müslümanın hayata bakışı İslam’ın kaynaklarının yönlendirdiği şekilde olmalıdır. Hayata yön veren kanunlar tıpkı bir ağaç gibidir. Hangi meyvenin fidanını ekersen o meyveyi devşirirsin. Kitap ehlinin Müslümanlara dayattığı hayat sistemleri ne kadar yaldızlansa da günümüzde görüldüğü üzere akide ve ahlakta ümmetimizi fesada uğratmaktadır. Müslümanların bu fesattan kurtulmaları ancak İslam’ın hayat veren sistemine dönmekle olur.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Rasûlünün çağrısına uyun…” (Enfal, 24)
3) Müslümanların gündelik hayatlarında İslam’ın belirlediği kurallara yönelmeleri gerekir. Kitap ehlini ve İslam düşmanlarını taklit etmekten kaçınmaları gerekir. Putçuluğun Nuh aleyhisselam’ın ümmetine peyderpey girdiği unutulmamalıdır. Kılık-kıyafet, eğlence, sosyal aktivite ve aile içi diyaloglar gibi daha pek çok alanda kitap ehli menşeli uygulamaları hayatımızdan atmalıyız. Bizler kendimizi İslam üzere gördüğümüzü söylesek de gelecek nesillerimizin akidesini bozacak, onları yavaş yavaş küfre sürükleyecek ortamlardan uzak durmalıyız.
4) Kitap ehlinin fitnesinin şeytanın vesvesesi gibi veya Deccal’in ateşi gibi olduğunu unutmayalım. Onlara karşı tek kalemiz doğru bir yöntemle Allah azze ve celle’ye sığınmaktır. Haktan sonra sapıklıktan başka bir şey olmadığına, hakkın batılı eninde sonunda yeneceğine inancımız tam olsun.
[1]. Taberi Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden.
[2]. Taberi Tefsiri, c:3, s:23; İbn Ebi Hatim Tefsiri, c:3, s:718)
[3]. Et-Tefsirul Kebir, aynı ayetin tefsirinden
[4]. Fi Zilal-i Kur’an, aynı ayetin tefsirinden