Eğer Ramazana Yetişirsem…

Serbest Köşe – Said Özdemir / 2013 Temmuz / 8. Sayı

Dünya yine kıyâmet koparcasına bir ilerleyişin ve bir sona doğru gidişin peşindeydi. Gündem yine kalabalık yine hüzün kokuyordu.  Suriye… Arşa yükselen çığlıklar… Yardıma muhtaç biçâre Müslümanlar… Ümmetin mahzunluğu arasındaydı… 

Bayram namazını kılmak için bir mekân bulup oturdu. Bir anda nefsiyle konuşup ömrünün muhasebesini yaptı. Ramazan ayı boyunca yaptığı şeyler bir şerit gibi gözünün önünden geçti. Anlayamamıştı, bir gün gibi, bir ay geçivermişti. Oturdu ve geçip giden gecelere karşı şiddetli bir acı hissederek kendisini sıktı, derinden bir ‘off’ çekti. Günler bitmişti.

 İç âleminden bir an kurtulup, etrafındaki bazı kişilere yaklaştı. Yaklaştıkça sıkıntısı daha da artıyordu. Kendini onlarla kıyaslamaya çalıştı ama ne fayda. Onlarla arasındaki fark çok büyüktü. Onlar daha ramazanın ilk gününde, belki de ilk saatlerinde amel meydanlarına koştular.

 ‘Ben’ diyordu. Ben ise; geride kaldım ve hep yarın dedim. Onların şahlanarak ibâdete koştukları o saatlerde uyku seanslarındaydım. Öyle ki onlar öne geçmiş, salihler kervanı çoktan yol almıştı.

Amel Defterini Açma Zamanı:

Böyle düşüncelere dalmışken, birden cesaretlenerek, geçip giden ramazan ayında belki kırılgan nefsini kendine getirecek hayırlı bir amel bulma ümidiyle amel defterini açtı. Sayfalarını değiştirmeye başladı. En kolay amel hangisi diye düşündü. Belki de yapması en kolay olan ‘Kur’an okumaktır’ diye iç geçirip sayfayı açtı. Uzun uzun baktı. Pek çok zorluklara katlanarak okuduğu bir hatmi neredeyse bulamayacaktı, sevindi. Hâlbuki çok bahsedilmişti; selef-i salihinden,  bir rekâtta Kur’anı hatmedenlerden, Hz. Osmanlardan, Ebu Hanifelerden… İşitmişti kendi etrafında bulunan salih insanların, gençlerin beş hatim, altı hatim hatta on hatim yaptıklarını…

İç çekti, mahzunlaştı. Üzüntüsünü hafifletmeye çalışıyor yeni bir şeyler aramaya koyuluyordu.

Cömertlik, Fedakârlık, ikramla alakalı sayfasını açtı. Etrafında bulunanlara ve mazlum Müslüman coğrafyasında yaşayanlara baktı. Hâlbuki Allahu Teâlâ ona mal-mülk vermişti. Fakat o bu malları sadaka olarak dağıtma gayretinde bulunmamıştı. İçini çekti, az sustu. Bir elinde olan mala-mülke baktı bir de yapmış olduğu sadakaya baktı. Ama ya le’l-esef! Çok fark vardı. Koca bir ramazan ayında yapmış olduğu şeyler çok azdı. Allah’ın kendilerine çok az mal verdiği kimseleri düşündü. Onların nefisleri cimrilikten korunmuş, ellerinde ki mal çok az, fakat infakları büyüktü. Nedense bu amel sayfası gözüne yansıyanlardan dolayı yüzünü ekşitti.

Acısını ve hüznünü hafifletmek için başka bir sayfayı çevirdi. Belki dedi. ‘Belki içimi rahatlatacak bir şeyler bulabilirim’ diyerek göz kulak ve dil gibi azalarına gem vuracak ve onu salihler kervanına katacak ‘oruç bölümüne’ baktı. İşte o onda göz önündeki sayfalar yerle yeksan olurcasına bir bir yerlere düştü. ‘Ne yapmışım ben’ dedi. Salihlerin amelleri öbek öbek yığdığı mübârek ramazan gecelerinde, o ise arkadaşlarıyla beraber bir yerde toplanıp uzun uzun muhabbet ederek zamanı katlediyordu. Öyle ki cennet yolunu tıkayacak, cehennem kapılarını açacak, açık saçık filmlere gözlerini daldırdığını hatırladı. Bunu nasıl yapardı. Hem de rahmet ve bereketin olduğu bir ayda!

Arkadaşlarını düşündü. Acısı ve hüznü neredeyse ciğerini yakıyordu. Vaktini hep zâyi etmişti. Ahiret yarışından kendisini koparan gazete ve kanalları takip ederek dünya yarışına tabi olmuştu. Kendisine isabet eden bunca şeye ağlıyordu. Binlerce, milyonlarca insanın bir kaç kuruş  kazanmak için peşinden koşup vaktini, malını harcadığı boş şeylerle nasıl olur da kendi nefsini meşgul ederdi!?

Hâlbuki bir Müslüman’ın yarışı cennetti. Rahmanın rızası, nehirler, inci taneleri gibi olan hurilerdi.

Gözlerinden yaşlar adım adım yanağını çizerken sayfaları bırakıp etrafına baktı. Bazı kişileri gördü. En güzel elbiselerini giymişler, yüzlerinde ise etrafa yayılan tebessümler vardı. Gözlerini başka bir yöne çevirdi. En ön saflarda salihlerden oluşan bir topluluk vardı. Var olan envai itaatiyle takvâyı kuşanmışlardı. Yüzlerinde sevinç ve mutluluk bir aradaydı. Sanki onlardan birisi amellerinin ifşa olmasından korkuyordu. Lisan-ı hal ile şöyle diyordu: ’İşte alın kitabımı okuyun.’

Arada vuku bulan farka bakmıştı. Kendi elbiseleri gibi onlarda yeni elbise giyinmişti. Tebessümleri bile aynıydı. Fakat korku ile akıtılan gözyaşı ile timsah gözyaşları bir değildi. Aradaki fark ne kadar da büyüktü. Geçen sene imamın hutbede söylediği o kelimeler zihnine intikam alırcasına düşüyordu: ‘Asıl bayram güzel elbiseler giyen için değil, Rabbini razı edip kendini acıklı bir azaptan kurtaranındır.’

İşte bu onun için çok önemliydi. Zira bir yandan salihler tarafına bakıyor bir yandan da bazı sorular zihninde dolaşıyordu. Okuduğu bazı kitaplarda salihlerin Ramazanla alakalı hayatları gözünün önünde canlanıverdi, zira salihler Allah’ın nimetini tamamladığı, o bayram günlerinde çok sevinir. Allah’tan hep Ramazan ayına ve bayramına ulaştırması için hep dua ederlerdi.

 Evet, bir karar alma zamanıydı. Namazdan dışarı çıktı. İşaret parmağını havaya kaldırarak, titreterek, sözler vererek, eski yaşantısına bir daha dönmemecesine, sağlam yeminler ederek şöyle diyordu; “ Eğer diğer Ramazan’a ulaşırsam, Allah ne yaptığımı görecektir. O zaman Salihlerin sevincini bende yaşayacağım.”

Değerli kardeşlerim! İşte bu yaptığı aşırılıklara dur diyen, pişman olan birisinin duyduğu histir. Bir namaz müddetinde zihnine takılan sorularda Allah ona doğru yolu gösterdi. Allah’ın bu ay’a önem verdiğini, konumunun büyük olduğunu, faziletinin her yeri kuşattığını çabucak kavrayıverdi.

Sana düşen geçip giden zamanını en güzel bir şekilde hesaplamandır. Nasıl ki bir şirketin yöneticisi geçen bir senenin dökümanını çıkarıyor, şirketin zararda mı, kârda mı olduğunu hesaplıyorsa kişi de geçip giden günlerini, aylarını hesaplaması gerekmektedir. İşte mübârek bir ay’ın gölgesindeyiz. Bu ay’ı nasıl karşılamalı nasıl geçirmeli diyerek kendimizi bu ay’a hazırlanmamız gerekmektedir.

İşte cennet kapıları sonuna kadar açılmış, cehennem kapıları ise kapatılmıştır. Her gün bizleri günaha isyana sevk eden şeytan ise zincirlenmiştir. Bakın bunlar dağlardan, ağaçlardan dolayı değil bilakis insan ve cinlerden oluşan müminlerinden dolayı olmuştur.

“Onlara cennet sancağı kaldırıldı, hemen kolları sıvadılar. Cennete giden dosdoğru yolu apaçık görünce doğruca o yola koyulup yürüdüler. En zararlı alışverişin, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin aklından geçirmediği bitip tükenmeyen sonsuz hayatı, karmaşık bir rüya veya bir an görülen kısa bir rüya gibi olan geçici dünya tutkusuyla değişmek olduğunu gördüler. Kaldı bu hayat acılar ve sıkıntılarla karışıktır. Biraz güldürse uzun süre ağlatır, bir gün sevindirse aylarca üzer, acıları zevklerinden fazla, hüzünleri sevinçlerinden kat kat çoktur. Başlangıcı büyük orman, sonu ise çöldür.”

Hayret, akıllı suretindeki aptala! Hayret, fani ve düşük zevkleri baki ve yüce zevklere tercih edene! Eni yer ve gökler kadar geniş olan cenneti, bela felaketler içinde yüzen insanlar arasında yaşamını sürdüreceği dar bir zindan karşılığı satanlara!

Altlarından ırmaklar akan Adn cennetlerindeki hoş meskenleri, sonu harap ve yıkım olacak şu dar ahırlarla değişenlere hayret!

Yakut ve mercan gibi “yaşıt sevgilileri” ve “bakireleri” pis, kötü ahlaklı, namussuz ve dost edinen kadınlar karşılığında satanlara, çadırlara kapanmış hurileri, insanlar arasında gezinen başıboş pis kadınlar karşılığı satanlara!

İçenlere büyük zevk veren içeceklerden nehirleri, aklı baştan alan, dünya ve ahireti mahveden pis içecek karşılığı verenlere!

Aziz ve Rahim olan Allah’ın yüzüne/cemaline bakma zevki karşılığında, çirkin ve kötü yüzlere bakma zevkini satın alanlara hayret!

Rahman’ın sesini dinlemeye, çalgı, şarkı ve nağme seslerini tercih edenlere hayret!

Bol nimetli gündeki inci, yakut ve sarı yakuttan köşklerde oturmayı, azgın şeytanla birlikte yollarda oturmaya tercih edenlere hayret!

Hayret! Cennetin taliplisi nasıl olur da uyur? Cennetin nişanlısı nasıl olur da mehrini kazanmak için çalışmaz? Hayret, o cennetin hikâyesini duyduktan sonra bu dünyada nasıl mutlu olur? Özlem içinde kıvranan kişinin yüreği, bakiresine sarılmadıkça nasıl diner, durulur? Onu görmeden nasıl gözleri aydın olur?(1)

Sevinin! Müjdelenenin ey Allah‘ın kulları!

Allah, ömrümüzü kendi rızası uğrunda harcamayı, feda etmeyi nasip etsin. Günahlarımızdan dolayı nimetlerinden bizleri mahrum etmesin!  Yeryüzünde kendi kelimesini en yücelere taşımaya çalışan Mücahid kullarına zafer bahşetsin! Mazlum Müslüman halklara musallat olmuş dikta kefereleri, laik rejimleri kahhar ismiyle kahretsin. Müslümanlara bu aylarda özlenen izzetli günlere tekrar dönmeyi nasip etsin.

Allahumme Amin

————————————————– 1. İbn kayyım el-Cevziyye’nin sözüdür.