Dostluk Ve Düşmanlıkta Gerçek Ölçü: İman Kardeşliği

Müminlere Nidalar – M. Sadık Türkmen

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَٓاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُون َ

Ey iman edenler! Eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.(Tevbe, 23)

Yıllar önce bir tişörtün üzerindeki şu baskı çok dikkatimi çekmişti: “İman dört harften oluşan bir kelimeden ibaret değildir.” Gerçekten bu kısa cümlede adeta ciltler dolusu bilgi preslenmiş ve derinlemesine düşünmek isteyenler için derin manalar yerleştirilmişti. Kelime-i tayyibe olarak bilinen tevhidi, imanın temelini, onun gövdesi olan salih amelleri ve meyvelerini özünde barındıran bu söz özellikle günümüzde daha dikkatli bir şekilde incelenmeye layıktır. 

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra büyük bir boşluğa düşen İslam ümmeti üzerinde oynanan en büyük oyunlardan biri de kuşkusuz kavramların içini boşaltmak olmuştur. Son İslam devleti bu oyunlara bir şekilde set çekerken onun yokluğu Müslümanları her yönden gelen saldırılara maruz bıraktı. Bunun yanında tarihinden koparılarak nereye yanaşacağını bilmeyen bir gemi mesabesine indi. Öyle ki elindeki pusulasını atmak ve kendisini en derin suların dibine çekmek için pusuda duran düşmanının yardım elini (!) tutmak zorunda kaldı.

İçi boşaltılmak istenen kavramların başında “dost ve düşman” kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Bu kavram Müslümanın asla ihmal etmemesi gereken bir kavramdır. Çünkü dost ve düşmanın iyi tanınmaması veya unutulması aslında iman başlığı altında listelenen pek çok hakikate darbe indirmektedir.  Müslüman’ı tavır alması gereken yerde sessizliğe bürüyen, bir gün sessiz olması gerektiği yerde kükremesine sebep olan hadiselerin çoğunun altında imanın yanlış tanımlaması ve dostluk ilişkilerinin çarpıklığı yatmaktadır. 

Allahu Teâlâ bizleri dostluk kuracağımız kişiler hakkında son derece ince çizgiler koyarak uyarmıştır. Kur’an’ın naslarını incelediğimiz zaman bu çizgilerin asla kaybolmamasını, dostluğun ve düşmanlığın kimlere verilmesini ve bunların değişmeyen karakterler olduğunu görürüz. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Yahudi ve Hristiyanlar kendi dinlerine uymadığın müddetçe senden asla razı olmayacaklardır. De ki “Hidayet, ancak Allah’ın hidayetidir.” Yemin olsun ki sana ilim geldikten sonra şayet onların arzularına uyarsan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120)

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, Şüphesiz ki o da onlardandır. Muhakkak ki Allah zalimler güruhunu hidayete erdirmez.” (Maide, 51)

“Ey iman edenler! Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı Dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi ile yaklaşıyorsunuz. Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler…” (Mümtehine, 1)

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda Gerçekten sizin için güzel bir örnek vardır. Hani bir zaman onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Şüphesiz biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız.  Biz sizi inkâr ettik. Tek olarak Allah’a iman etmenize kadar bizimle sizin aranızda düşmanlık ve kin ebedi olarak ortaya çıkmıştır.” (Mümtehine, 4)

Ayet-i Kerime dostluğu sadece uzak manası ile ele almamış Bilakis bunu itikat bağıyla irtibatlandırmıştır. Artık Müslüman kendisine ne kadar yakın olursa olsun aynı itikadı paylaşmayan en yakınını en uzak görecek, kendisiyle nesep yönüyle ayrı olmasına rağmen itikat birliği olan kişiyi ise en yakın görecektir.

İslam Tarihinden Güzel Bir Örnek

Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh Bedir Savaşı’na katılmış ve Allah’ın Bedir’e katılanlara verdiği müjdeye mazhar olmuştu.

Bedir Savaşı’nda Muhacirlerin sancağı, onun elindeydi. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bayraktarı” olarak ün yapmıştı. Bedir Savaşı’nda elde edilen esirler hakkında Hz. Ömer radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

-Bunların hepsini öldürelim, üstelik herkes kendi akrabasını bizzat öldürsün, demiştir.

Aynı savaşa Mus’ab b. Umeyr’in öz kardeşi Ebû Aziz b. Umeyr de esir düşmüştü. Ensardan bir sahabenin onu bağladığını gördüğünde Mus’ab bin Umeyr, onu bağlayan sahabeye:

– Onu sıkıca bağla, çünkü annesi çok zengindir. Bu yüzden sana oldukça fazla miktarda fidye verir, der.

Bunun üzerine kardeşi Ebû Aziz:

– Hani sen benim kardeşimdin. İkimizin annesi bir değil mi? dedi.

Bunun üzerine Mus’ab b. Umeyr:

– Şimdi sen benim kardeşim değilsin. Benim kardeşim, seni bağlayan kimsedir, diye cevap verdi.

Ayet-i Kerime ile İlgili Âlimlerin Görüşleri

İmam Kurtubi rahimehullah şöyle der: “Ayet-i kerimenin zahiri tüm müminlere hitap etmektedir. Bu ayet müminlerle kafirler arasındaki dostluğu Kesmek konusunda Kıyamet gününe kadar baki olan bir hükme delalet etmektedir. Bir grup Alim bu ayetin hicrete teşvik ve kafirlerin beldelerini terk etmek için indiğini belirtmişlerdir. Buna göre hitap Mekke ve diğer Arap beldelerindeki müminlere yapılmıştır. Onlara babalarını ve kardeşlerini dost edinmemeleri, Aksi takdirde küfür beldelerinde onlara tabi olmak zorunda kalacakları bildirilmiştir.”[1]

Seyyid kutup rahimehullah şöyle der: “Bu inanç sistemi, içine girdiği kalbi başka bir şeyle paylaşmaya katlanamaz. Kalp ya sırf ona ait olur ya da ona hiç baştan yer vermez. Bu ayetlerin vermek istedikleri mesaj Müslümanın ailesinden, akrabalarından, eşinden, çocuklarından, malından, çalışmasından, dünya nimetlerinden ve meşru hazlardan kopması, ya da dünyanın bütün güzel şeylerinden el etek çekerek yalnızlık köşesine kapanması değildir.  Hayır, asla! Bu inanç sisteminin tek istediği şey, insan kalbinin sırf kendisine bağlı olması, sevgisine başka bir şeyi ortak etmemesi, egemen ve buyurucu konumda olması, hareket ettirici ve itici bir rol oynamasıdır. İnanç sistemine bu rol tanındıktan sonra Müslüman, hayatın bütün güzelliklerinden yararlanabilir, bütün çekici hazlarından payını alabilir, bunun hiçbir sakıncası yoktur. Yalnız Müslüman bütün bu güzellikleri ve hazları, inancının gerekleri ile çatıştıkları anda tümü ile silkeleyip atmaya hazır olmalıdır. 

Bu iki yolun ayrım noktası şuradadır: acaba egemenlik bu inanç sisteminde mi yoksa dünya hazlarında mı olacak? söz önceliği bu inanç sisteminin mi, yoksa şu dünya nimetlerinden birinin mi olacak? Müslüman, kalbinin inancına sımsıkı bağlı olduğundan emin olduktan sonra çocuklarından, kardeşlerinden, eşinden, akrabalarından yararlanabilir; mallar, ticarethaneler, evler edinebilir; israfa kaçmaksızın ve gurura kapılmaksızın Yüce Allah’ın yarattığı güzelliklerden ve çekici hazlardan payını alabilir. Bunun hiçbir zararı, hiçbir sakıncası yoktur. Hatta o takdirde bu yararlanma İslamca hoş görülen bir müstehaptır.  Çünkü bu yararlanma bir tür şükürdür, bu nimetleri kulları onlardan yararlansın diye bağışlayan Yüce Allah’ım cömertliğini bir anlamda onaylamadır; onun rızık vericiliğini, nimet bağışlayıcılığını, karşılıksız sunuculuğunu hatırlatan bir fırsattır.

Şimdi ayetlerin ayrıntılı açıklamasına geçiyoruz: “Ey müminler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz kafirliği müminliğe tercih ediyorlarsa sakın onları dost, yandaş edinmeyiniz.” 

Böylece kalp ve inanç bağı kopuk olunca kan ve soy bağları da kopuyor.  Yüce Allah’da birleşen yakınlığın dostluğu geçerli olmayınca aile birliğinden kaynaklanan yakınlığın dostluğu da gerçekliğini yitiriyor. Demek ki, öncelikli dostluk yüce Allah’a yöneliktir. Bütün insanlık bu ortak dostlukta kaynaşır. Bu dostluk olmayınca ondan sonra başka dostluk kalmaz. İp kesilmiştir, halka kopmuştur. Okuyoruz: 

“Kim böylelerini dost edinirse onlar zalimlerin ta kendileridir.” 

Buradaki “zalimler”, “müşrikler” anlamındadır.  Demek ki, kafirliği müminliğe tercih eden aile bireyleri ve akrabalarla dostluk ilişkileri sürdürmek imanla bağdaşmaz bir müşrikliktir.

Ayet-i Kerime ile Alakalı Mülahazalar

1- Müslümanın Müslümanlarla dostluk kurması esastır. Bununla beraber yakın akrabalar içinde Fasık veya kafir olan kimselerle iyi ilişkiler kurmakla beraber onları sırdaş edinmemek gerekir. Tabii ki inançlarından dolayı mesafeli olmamız onlara eziyet etmemizi gerektirmez. Müslüman’ın bu ince çizgiyi iyi belirlemesi ve İslam’ı muhatabın gözünde nefret ettirecek aşırılıklardan kaçınması gerekir. 

2- Kafirlerle veya fasıklarla dostluk kurmak onların bazı yanlış düşüncelerini benimsemeye ve küfre girmeye kadar götürebilir. Basiretli Bir Müslüman bu konuda gafil olmamalıdır. Davet amacıyla dahi olsa belirli ölçülere tutunmalı ve Müslümanlarla beraber olmalıdır. Hidayet ve dalalet Allah’ın elinde olduğu için kulun yalnız O’na güvenmesi gerekir.  Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi bu konuda uyarmıştır. Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’dan şöyle rivayet edildi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Sadece mümin ile arkadaşlık yap ve yemeğini ancak takva sahibi kişi yesin.”[2]

3- Allahu Teâlâ müminlerin kardeş olduğunu bildirmiştir. Buradaki kardeşlik mezhep kardeşliğinden daha üstündür ancak hem mezhep olarak hem de İslam itikadı itibariyle bir olanların kardeşliği nur üzerine nur hükmündedir. Yakınımızdaki Mümin akrabalarımızı ihmal etmemeli onlara da yakın alaka duymalıyız. Zekât mallarının uzak beldelerden önce yakın beldelerdeki müminlere gönderilmesi fıkıhta ince bir nüktedir nokta yakınımızdaki akrabalarımızın içli dışlı olmamız sebebiyle hatalarını görmeye daha fazla yakınızdır. Bu hataları büyüterek onları tekfir etmeye veya fasıklıkla itham etmeye karşı dikkatli olmalıyız. Bu davranışların çoğu zaman zarar getireceği göz önünde tutulmalıdır.

4- Müslüman’ın, İslam’ı en yakınlarının tasdik edeceği şekilde yaşaması gerekir. Allah’ın özel terbiyesinde yetişen Peygamber Efendimize en yakınları hemen iman etmişlerdi. Onun peygamberliğini inkâr eden Ebu Leheb gibi akrabaları da onun şahsına yönelik herhangi bir şey söyleyememişti. Müslüman’ın, İslam’a olan tutkusu İslam’ı sevenleri ona dost, sevmeyenleri de düşman kılacaktır. İyiler iyiyi, kötüler kötüyü tercih eder.


[1].  Kurtubi Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden

[2].  Ebu Davud, Tirmizi