Din Nasihattir

Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2019 Ekim / 83. Sayı

Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed-Dârî  radıyallahu anh den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :

“Din nasihattir” buyurdu. Biz kendisine:

– Kimin için nasihattir? dedik. Peygamber Efendimiz:

– “Allah, Kitabı, Rasûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm Müslümanlar için nasihattir” buyurdu. 

Müslim, Îmân 95. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41

Hadisin Ravisi; Temim Bin Evs (ra)

Temîm İbni Evs ed-Dârî sahâbe-i kirâmdandır. Filistin’de doğdu. Kahtânîler’e mensup Benî Dâr kabilesindendir.  Ebû Rukayye künyesiyle anılır. Bu künyeyle anılmasına sebep olan Rukayye adındaki kızından başka çocuğu olmamıştır. Temîm, İslâm ile şereflenmeden önce Hristiyan’dı. Müslümanlığı benimsemeden önce ticaret maksadıyla Mekke’ye sık sık gitmiş, bazen uzun süre orada kalmış, hicretten sonra da Medine’ye gidip gelmeye başlamış ve hicretin dokuzuncu senesinde Müslüman olmuştur. 

Temîm, Medine’de ikâmet etmekteydi. Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Suriye’ye göçtü. O zamanlar Suriye toprağına dahil olan Filistin’e yerleşti. Temîm bir yandan deniz yoluyla ticaret yaparken diğer yandan deniz savaşlarına katılmış, bu savaşlarda esir alınan düşman askerlerine çok iyi davrandığına dair rivayetler nakledilmiştir.[1]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kendisine Kudüs’ün yanında bir köy olan Aynûn’u iktâ arazisi olarak ayırmış ve onun eline de yazılı bir belge vermişti. Hz. Ebû Bekir’in kız kardeşi Ümmü Ferve ve Nevfel b. Hâris’in kızı Ümmü’l-Mugīre ile evlenmiş, ancak künyesini kendisinden aldığı tek çocuğu Rukayye’nin hangi hanımından doğduğu kaynaklarda belirtilmemiştir. 40 (661) yılında Filistin’de vefat eden Temîm’in kabrinin Kudüs’le Gazze arasındaki Beytülcibrîn köyünde olduğu zikredilmektedir.[2]

Temîm ed-Dârî, İslâm tarihinde bazı konulardaki öncülüğüyle tanınmıştır. Hz. Peygamber henüz hayatta iken Şam bölgesinden getirdiği kandillerle Mescid-i Nebevî’nin aydınlatılmasını sağlamış[3] mescidde (iki veya üç basamaklı) bir minberin yaptırılmasını teklif etmiştir. [4]

Aynı zamanda iyi bir hatip olan Temîm, Hz. Ömer döneminde Mescid-i Nebevî’de vaaz etmek için izin istemiş, halife ona önce olumsuz cevap vermişse de samimiyetini anlayıp vaazlarının içeriğini öğrendikten sonra cuma namazlarından önce olmak şartıyla müsaade etmiş, zaman zaman kendisi de onu dinlemiş, Hz. Osman devrinde ise Temîm’in vaazları iki güne çıkarılmıştır. Temîm ibadete düşkünlüğünden dolayı “rahip” sıfatıyla anılmıştır.

Temîm ed-Dari, çok teheccüd namazı kılardı. Bir gece kalkmış, Kur’an’ın bir ayetini okuyarak sabaha kadar rükû etmiş ve ağlamıştı. Bu ayetin anlamı şöyledir: “Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!”[5]

Temîm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den 18 hadis rivayet etmiştir. Müslim’in Temîm’den naklettiği tek hadis budur. Buhârî’de hiç hadisi yoktur. Fakat Sünen’lerde rivayetleri yer almaktadır. Allah ondan razı olsun. 

Açıklama

Hadisi şerifin işaret ettiği “nasihat” kelimesi, Arap dilinin en kapsamlı kelimelerinden biridir. Bazı dil bilimciler, Arapçada nasihat ile felah kelimeleri kadar dünya ve ahiret hayırlarını bünyesinde toplayan başka kelimeler olmadığını söylerler.

Nasihat; sözlükte öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden uzaklaştırmaya çalışmak, bir işi sadece Allah rızası için yapmak, yırtık olan elbiseyi dikmek, balı mumundan süzüp arındırmak gibi çok çeşitli manalar ifade eder.

Nasihat hadisi, cevâmiü’l-kelim denilen, az sözle pek çok manalar ifade eden hadislerden biridir. Bu sebeple İslâm âlimleri, nasihat hadisini, İslâm’ın esasını oluşturan hadislerden biri ve en önemlisi kabul ederler.

Nasihatle kastedilen geniş ve kapsamlı manalar, hadiste zikredilen esaslar çerçevesinde şu şekillerde açıklanmıştır.

a. Dinin Allah için nasihat oluşu:

Dinin Allah için nasihat oluşunun ilk basamağı Allah’a imandır. O’na şirk koşmamak, O’na kulluk ve ibadette ihlâslı davranmak, daima Allah’a itaat üzere olmak, O’na isyandan şiddetle kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek, Allah’a itaat edene dost, isyan edene düşman olmak, Allah’ı inkâr edenlerle cihad etmek, nimetlerine şükretmek, insanları bu sayılan vasıflara dâvet ve teşvik etmek; işte bunlar Allah’a imanın gereği ve dinin Allah için nasihat oluşunun îcabıdır. Müslümanın bütün söz ve davranışlarında bunların gereğini yerine getirmesi hem dünyada hem de âhirette kendisine fayda verir. 

b. Dinin Allah’ın Kitabı için nasihat oluşu: 

Allah’ın kitabından maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bir Müslüman, bütün semavî kitapların Allah katından indirildiğine, Kur’an’ın o kitapların sonuncusu ve onlara şahit olduğuna inanır. Bu konudaki inanç temelleri şunları da içine alır: Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu, Allah tarafından gönderildiği ve yine O’nun tarafından korunacağı, kul sözlerinden hiçbirinin ona benzemediği, kullardan hiçbirinin onun bir benzerini getiremeyeceği gerçeklerini kabul edip inanmak. İşte bütün bunlar, Kur’an’a yönelik inanç esaslarıdır. Aynı zamanda bu kitabın bir anayasa olduğunu şahısların, ailelerin, şehirlerin ve devletlerin bu kitap ile idare edilmesinin gerekli olduğuna inanmaktır kitaba olan nasihat.

Dinin Kur’an için nasihat oluşuna şu prensipleri de ilâve etmemiz gerekir: Kur’an’ı okumak ve hıfzetmek. Çünkü Kur’an’ı okumakla ilim ve irfan kazanılır; nefs temizliği ve gönül saflığı elde edilir; insanın takvası artar. O halde Kur’an’ı okumak, sadece lafzını okuyup sevap kazanmak değil, Kur’an bilgisine sahip olmaya gayret etmek anlamındadır. Şunu da hemen ifade edelim ki, Kur’an okumakla insan büyük sevap kazanır ve Kur’an kendisini okuyana şefaatçi olur. Ancak bunların tahakkuk etmesi için birtakım şartların yerine getirilmesi gerekir.

Kur’an okurken ona saygı ve ta’zim göstermek, tecvidine ve adabına riâyet ederek okumak, harflerinin hakkını vermek, huşû içinde okumak gerekir. 

Kur’an’ı okurken manalarını düşünmek, ayetlerin mahiyetini anlamaya çalışmak icap eder. Nitekim Allah Teâlâ: “Bunlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli midir?”[6] buyurarak bizi uyarır.

Kur’ân-ı Kerîm’i Müslüman nesillere öğretmek, Kur’an’ın korunması konusunda onlara mes’uliyetlerini hissettirmek, ona dil uzatanlara karşı müdafaa görevini yerine getirmek, her Müslümanın vazifesidir. Kur’an’ı öğrenmek ve öğretmek bizler için izzetin, şerefin ve saadetin önemli bir vesilesidir. Peygamber Efendimiz “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” buyurmuşlardır.[7]

Kur’an’ı anlamak ve onunla amel etmek esastır. Anlama azmi olmadan ve sevap kazanma duygusundan mahrum olarak sadece okumak ve amel etmeksizin sadece anlamak bir hayır ve fazilet olarak kabul edilemez. Amel edilmeyen bilgi fayda vermediği gibi hoş da karşılanmaz. Allah Teâlâ: “Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük gazaba sebeb olur.”[8] buyurur.

Kur’an ilimlerinin her birini öğrenmek, neşretmek, muhkemini, müteşâbihini, nâsih ve mensûhunu, umum ve hususunu bilmek de ümmet üzerine farz olan hususlardır. Bu konularda âlim yetiştirilmezse topyekün ümmet sorumlu olur.

Buraya kadar ana hatlarına işaret etmeye çalıştığımız hususlar, dinin, Kur’an için nasihat oluşunun çerçevesini meydana getirir.

c. Dinin Allah’ın Rasûlü için nasihat oluşu: 

Bir mü’minin Peygamber Efendimiz’le ilgili inancı şu esasları da içermelidir. Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmek. Allah Rasûlünün Kur’an ve sahih sünnetle getirip bildirdiklerine iman etmek. Onu sevip itaat etmeyi, Allah’ı sevip itaat etmek gibi kabul etmek. “Ey Muhammed de ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[9]“Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur”[10]  gibi Kur’an âyetleri bunun delîlidir. Allah’ın Rasûlü’nü dost edinenleri dost, düşmanlarını düşman bilmek. Ehl-i beytini ve ashâbını sevmek, Peygamber’e inanmanın gerekleridir. 

Hz. Peygamber’in sünnetini ihya edip hayata geçirmek, bid’attan ve bid’atçılardan kaçınmak, İslâm’ın dâvetini yeryüzüne yaymak, sünnet ilimlerini öğrenmek, bunları başkalarına da öğretmek, ilmi öğrenir ve öğretirken edeplerine riâyet etmek, âlimlere saygı göstermek, terbiye ve nezâket kâidelerine uymak, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ in ahlâkıyla ahlâklanıp edebiyle edeplenmek gibi görev ve sorumluluklar, her Müslümanın hassasiyetle uyması gereken esaslardır.

İşte bu prensipler, dinin, Allah’ın Rasûlü için nasihat oluşunun ne anlam ifade ettiğini ortaya koyar.

d. Dinin mü’minlerin yöneticileri için nasihat oluşu: Hadiste geçen “eimme” tabiri, yöneticiler diye tercüme edilir. Esasen bu kelime, “imam” kelimesinin çoğuludur. İmam ise, toplumun önünde bulunan ve onlara önderlik yapan, toplumun da kendisine uyduğu kişidir. Daha özel anlamıyla imam, İslâm ümmetinin başında bulunan liderdir. Ümmet denilmesinin sebebi de bir imama tabi olduklarındandır. Bu lidere imam, halife, emir, sultan ve bunlara benzer isimler verilmiştir. Hangi adla anılırsa anılsın, imam, ümmetin önünde onlardan sorumlu olan ve onları yöneten kişidir. Toplum içinde devletin yöneticisi adına hüküm verme yetkisine sahip kılınan herkes, her seviyedeki yönetici bu tabirin kapsamına girer. 

Müslümanları yönetenler, onların işlerinin başına geçenler, Müslümanlardan olmalıdır. Çünkü Müslümanların kendilerini yönetenlere itaat etmeleri bir farîza, bir vecîbe, bir zorunluluktur. Müslüman olmayanlara nasıl itaat edilebilir? Allah Teâlâ şöyle emreder: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden olan buyruk sahibi yöneticilere itaat edin.”[11]

Aynı zamanda Müslümanları yönetenler Allahu Teâlâ’nın belirlediği kanun ve yasalarla halkı idare etmeli ve yönetmelidirler. Bir Müslüman kendisini beşerî kanunlarla idare eden kişilere nasıl yöneticim ya da imamım diyebilir? 

“Allah’ın, Rasûlü Muhammed’e indirdiğinden başkası ile hüküm vermek helâl değildir. Çünkü hak yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlıktır. Bu zulüm ve haksızlıkla hükmetmek helâl değildir. Herhangi bir yönetici veya hâkim, bu helâl olmayan hükümle hükmedecek olursa verdiği bu hüküm ebediyen geçersiz kılınır, onunla amel edilmez” buyuran alimlerimiz[12] buna delil olarak da Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Ve onlar arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet…”[13]âyetini göstermektedirler.

Yöneticilere nasihatimiz ve onlara karşı vazifemiz, kendilerinin iyi, dürüst olmalarını, doğru yolu bulmalarını, adaletli davranmalarını istemektir. Yöneticilerin âdil idareleri altında bütün İslâm ümmetinin birliğini ister, bunun için gayret ederiz. İslâm ümmetinin parçalanmışlığı yüreğimizi yaralar; insanların zâlim yöneticilerin zulmü altında inlemesi, içimizi parçalar. Bu sebeple “yeryüzünü, Allah’ın hâlis kulları, gerçek mü’minler idare etmelidir” deriz ve bunun tahakkuku için var gücümüzle çalışmamız gerektiğine inanırız.

e. Dinin tüm Müslümanlar için nasihat oluşu: Bütün Müslümanların âlim olması, âlim olanlarının da her şeyi bilmesi mümkün değildir. Her yaştan, her renkten, her ırktan, her cinsten ve her seviyede insanıyla ümmet bir bütündür. Burada herkesin birbirine karşı vazife ve mes’uliyetleri vardır. İşte bunları öğrenmek, öğretmek, din ve dünyalarına ait faydalı olan şeyleri insanlara göstermek, onlara yardımcı olmak, kusurlarını örtmek, onlara eziyet etmemek, iyilikleri emir, kötülükleri nehyetmek, başkalarını aldatmamak, haset etmemek, hürmet, şefkat ve merhameti aralarında yaymak, kendisi için arzu ettiklerini onlar için de istemek, kendi nefsi için arzu etmediklerini onlar için de istememek, canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını korumak ve müdafaa etmek, dinin bütün Müslümanlar için nasihat oluşunun gereğidir.

Bu açıklamalardan sonra, nasihatin din ve İslâm anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Başlangıçta ifade ettiğimiz ve bu açıklamalarla görüldüğü üzere nasihat, yaygın olarak anlaşıldığı gibi sadece “öğüt vermek” anlamında kullanılmış değildir.

-Nasihatin ifade ettiği manalardan biri olan “öğüt verme” konusunda dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır;

Bu vazifeyi yerine getirmeye çalışan kişi şu beş vasfa sahip olmalıdır:

1- Bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bilgisiz kişi bu irşat vazifesini güzelce yapamaz.

2- Söylediği şey ile kendisi de amel etmelidir. Aksi takdirde “Niçin yapmadığınız şeyi söylersiniz!” [14] azarlamasına maruz kalır.

3- Bütün sözleriyle Allahu Teâlâ’nın rızasını, Müslümanların yükselmelerini gözetmelidir. Bunu gaye bilmelidir.

4- Karşısındaki kişilere şefkat göstermeli, irşat vazifesini merhametle, yumuşaklıkla yapmalıdır.

5- Sabır ile, güzel ahlâk ile vasıflanmış olmalı, hiddetten, şiddetten kaçınmalıdır[15]

Son olarak;

Özellikle bir kişiye nasihat edilmek isteniyorsa, toplum içerisinde onu rencide edecek şekilde değil de birebir de nasihat edilmeli. İbn Recep rahimehullah şöyle dedi: “Selef, birisine nasihat etmek istedikleri zaman ona gizliden nasihat ederlerdi. Hatta bazıları şöyle demiştir: Her kim kardeşini kendi aralarında gizli bir şekilde nasihatleşirse buna nasihat denir ancak kardeşine insanların önünde nasihat ederse bu bir azarlamadır.” İnsanların anlayabileceği şekilde, anlayabileceği konularda nasihat edilmeli, kişilerin şartları ve durumları göz önünde bulundurulmalı, örneğin günün on iki saatini çalışarak geçiren bir kişiye nasihat edilirken durumuna uygun bir dil ve üslup kullanılmalı.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Nasihat dinin emirlerinden olup farz-ı kifâyedir. Gücü yeten herkes, gücünün yettiği nispette nasihatten sorumludur.

2. Nasihat sadece “öğüt vermek” değil, dinin bütün emir ve yasaklarını ihtiva eden bir mana taşır.

3. Müslümanlar bir imamın önderliğinde Allah, Kur’an ve Rasûl inancına dayalı ümmet olma azmi, gayreti ve kararlılığı içinde bulunmak ve neticede yeryüzünde bunu gerçekleştirmekle mükelleftirler.

4. Nasihati kabul edilecek kişinin nasihat etmesi vâcip olur.

5. Nasihat edene bir kötülük geleceğinden korkulursa, onun nasihati terk etmesine ve şartlar teşekkül edinceye kadar beklemesine ruhsat vardır.  

————————-


Kaynakça

1-Riyazüs Salihin şerhi, Erkam Yayınları

2-TDV Ansiklopedisi

3- Şamil İslâm ansiklopedisi


[1]. Makrîzî, s. 78-80

[2]İbn Hacer, I, 368

[3]. İbn Mâce, “Mesâcîd”, 9

[4]Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, III, 195-196; Makrîzî, s. 135

[5]. Câsiye, 21

[6]Muhammed, 24

[7]Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21

[8]Saf, 2-3

[9]Âl-i İmrân, 31

[10]. Nisâ, 80

[11]Nisâ, 59

[12]. Bkz. el-Muhallâ, Kahire t.y., IX, 362.

[13]Mâide, 49.

[14]Saf, 2.

[15]Büyük İslâm İlmihali / Ömer Nasuhi Bilmen