Serbest Köşe – Rıdvan Badur / 2014 Mart / 16. Sayı
Belirli bir amaç için yaratılan, “seçilmiş”, “halife” ve “en şerefli” tabirlerine sahip olan insanoğlunun yeryüzüne geldiği ve çoğalmaya başladığı andan itibaren diğer insanlarla bir arada sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürmesi amacıyla, hayatı düzene sokacak olan birtakım kanun, düzen, emir vs.ye ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyacı gidermek için ise kimisi ilahi emir ve yönlendirmelere tabi olmuş, kimisi de çok çeşitli ideolojiler peyda etmiştir. Çalışmamızda ise ortaya çıkan bu fikirlerden yalnızca bir tanesi, yani “Demokrasi” üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Demokrasinin tanımı ve ortaya çıkışı, Avrupa’daki seyri, İslam dünyasında algılanışı ve yayılışı üzerinde genel hatlarıyla durduktan sonra çalışmamızı nihayete erdirmeye çalışacağız.
Demokrasi, sözlük manası itibariyle “demos” ve “kratos” yani “halk” ve “iktidar” sözcüklerinin birleşmesiyle meydana gelmiş ve halkın iktidarını esas alan bir yönetim şekli olarak tarif edilmektedir. En yaygın olan bu tanımla birlikte, daha yüzlercesi yapılagelmiş; herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir tanım ise henüz gerçekleşmemiştir.(1)
Demokrasi, Avrupa siyasi tarihinde Eski Yunan şehir devletlerindeki bir uygulama ile başlatılır. Bu Grek uygulamasına göre şehirdeki bütün erkekler şehrin yönetimine katılırdı. Bu amaçla genel bir toplantı düzenlenir, yönetim noktasında belirli fikirler ortaya konulur, bir yönetici seçilir, kanunlar çıkarılır ve bu kanunlara uygulama sürecinde karşı çıkanlara ise çeşitli cezalar verilirdi. Böylece “halk yönetimi” denilen bu yönetim şekli, yani “Demokrasi” ortaya çıkmış bulunmaktadır. Fakat Demokrasi, bahsettiğimiz şehir devleti yönetimlerinin son bulmasıyla da uzun bir süre tarihin tozlu sayfalarına karışmıştır.
Grek değer ve prensipleri, Hıristiyanlığın Avrupa’yı etkisi altına aldığı dönemlerde gizli kalmakla birlikte, daha sonra Roma kültürü ile karışmış Grek kültürü üzerine kurularak yükselen Rönesans’tan sonra yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Batılılar bu Grek ve Roma kültürünün karışımına “Greko-Romen” terimini kullanırlar.
Avrupa’da, Grek kültürünün yeniden ortaya çıkmasına sebep olan uygulamalardan ve Avrupa’daki -Demokrasiden önceki- yönetim anlayışından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Evvelâ Ortaçağ Avrupası için “karanlık çağ” tabirinin kullanıldığını belirtmek gerekiyor. Öyle ki; kilise ve kralların hegemonyasında varlıklarını sürdürmeye çalışan kalabalık bir gürûh söz konusu. Kilise; bilim, teknik, okuma-yazma gibi işleri sadece din adamlarının bilmesi gereken şeyler olduğunu halka kabul ettirmiş ve kendi sultasını bu yolla dikta etme yolunu seçmişti. Bunun yanında bir şato etrafında kümelenen krallar ise feodalizm adı verilen yönetim sistemiyle emirleri altında bulunan halkı köle olarak kullanarak zenginliklerine zenginlik katma yolunu seçmişlerdi. Kısacası feodalizmde halkın çamura batmış, şerefi ve hukuku söz konusu olmayan insan parçacıklarından ileri bir değeri yoktu.(2) Bu durum asırlarca devam etmesine karşın zulüm ve haksızlıklar karşısında daha fazla sabredemeyen halk, bu baskıdan kurtulma yollarını aramaya koyulmuştur. Çeşitli sebeplerle Avrupa’dan İslam dünyasına gelen Avrupalıların İslam medeniyetiyle tanışmaları da Avrupalıların uyanışında önemli etkenlerdendir.
Avrupalı halklar; Haçlı Seferleri ve kilisenin etkisiyle İslam’a ve onun nizamına olumsuz bir tavır takınmışlar ve arayış sonucunda Greko-Romen kültürüne geri dönmüşlerdir. Ama gerçek olan bir durum da vardır ki o da İslam inancına iftiralarda bulunsa ve kesintisiz olarak İslam’a karşı savaş vermiş olsa bile Avrupa’nın ilim, kültür ve medeniyet sahalarında İslam’ın etkisinden kurtulamadığıdır.(3) Netice itibariyle Avrupa, feodalizm yerine Demokrasi’ye geçmiş oldu. Çünkü Demokrasi, yönetimi eline geçirmek isteyen her iki grup için de feodalizmden daha cazip bir oyundu. Ama bu oyun içinde hakların kazanılması basit değildi. On yıllar süren grev, boykot, isyan ve çeşitli tepkilerle elde ettikleri haklar neticesinde Demokrasi bugünkü manada Avrupa’daki şeklini aldı.
Gerçekte hareket noktası veya hareketin iki noktası şunlardı: Evvela halk, yönetiminin işlerini kontrol etmeliydi. Yani “kutsal ilahi hak” ortadan kalkmalı, hükümet tasarruflarında halkın denetimini kabul etmeliydi. Hükümeti sadece yürütme organı haline getirmeli ve yasama yetkisini almalı, “kuvvetler ayrımı”na gitmeliydi. İkincisi ise feodalist yapı içinde bin yıldan uzun zaman “insanî haklardan” yoksun bırakılan halka haklarını geri vermekti. (4)
Demokrasi’nin Avrupa’daki serüveni bu şekildeyken İslam’ın, yönetim anlayışına bakış açısını da belirtmek gerektiği kanaatindeyiz. Başta da belirttiğimiz gibi, yaratılanların en şereflisi olan insanoğlunun yaratılışında -her şeyde olduğu gibi- bir gaye vardır. İnsanoğlunun da bu gayenin bilincinde olarak “meşrû” bir çerçevede yaratana kulluğunu ifâ etmesi gerekmektedir. Nitekim Allah (azze ve celle) Zâriyat Sûresi 56. ayette “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurarak kulluğun yalnızca kendisine yapılması gerektiğini belirtmiştir. Peki, bu kulluk nasıl gerçekleştirilecekti? Yüce Allah, görevlendirdiği elçiler vasıtasıyla kulluğun ifâ şeklini bizlere en güzel şekilde beyan etmiştir. Öyle ki; kulluk, hayatın yalnızca bir yönünü ifade etmemekte, tabir yerindeyse günün 24 saatine yayılan bir özellik göstermektedir. Çünkü yüce Allah, kulunu yarattı ve onun hayatının her anını, kendisine yakınlaştıracak vesilelerle süsledi. Nitekim devlet yönetimine dair de birçok örneği bizlere son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem aracılığıyla gösterdi.
Müslümanlar ilk devletlerini Hz. Peygamber aleyhisselam’ın hicretinden sonra Medine’de kurdular.(5) Hz. Peygamber, Allah’ın emirleri doğrultusunda noksansız bir yönetim anlayışıyla ideal idareci, ideal toplum ve ideal devlet anlayışını bizlere göstermiştir. Bu süreç O’nun vefatından sonra Hulefâ-i Râşidîn devri ile devam etmiştir. Müslümanlar, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde içine sürüklenmiş oldukları buhranlar sebebiyle meşrûtî düzenle tanışmışlar ve Avrupa’da şekillenen Demokrasi yavaş yavaş Müslümanlar arasında yaygınlık göstermeye başlamış ve din de devlet işlerinden gittikçe uzaklaşmaya başlamıştır. Bugün de Demokrasi Batılılarca -özellikle İslam coğrafyasında- Müslümanlara kabul ettirilmeye çalışılan bir sistem olarak karşımızda durmaktadır. Ama insan hakları(!), özgürlük(!), adalet(!) vaad eden bu sistemin neden kapıyı çalmak yerine gökten sağanak sağanak yağdığına da bir türlü anlam verilememektedir!
Başta da ifade ettiğimiz gibi Demokrasi kavramının henüz oturtulmuş, ortak bir tanımı-uygulaması mevcut değildir. Her bölge ve halk için çizilen belirli kalıplar vardır. Bu kalıpların dışına çıkanlar ise zorla kalıba sokulmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki Müslümanların böyle bir arayışa girmelerine hiç mi hiç haklı sebepleri yoktur. Çünkü Müslümanların sınırları bellidir.
Müslümanlar arasına halkçı ve demokrat olarak sızmaya çalışan bu çıkarcı grupların “halkçı” ve “demokratlık” maskelerini sıyırırsanız altından çıkacak “mutlu azınlık” ve “diktatörlük” hırslarını görürsünüz.(6) Netice itibariyle Müslümanların bu yıkıcı güruha karşı takınmaları gereken tavırları şu birkaç cümle ile özetleyip çalışmamıza son vermek istiyoruz:
“Bizler, sizlerin anayasaya ne derece bağlı olduğunuzu, demokrasiden ne anladığınızı, fikir ve düşünce hürriyeti konusundaki tutumunuzu, din ve vicdan hürriyeti sahasındaki tavrınızı, laiklik anlayışınızı, tarih, kültür ve medeniyet görüşünüzü, adalet ve kardeşlik duygularınızı bilfiil yaşayarak öğrendik. Biz, sizin makam ve mevkileri, kurum ve kuruluşları nasıl ele geçirdiğinizi, düşman bellediğiniz kişi ve grupları fırsat buldukça nasıl ezip sindirdiğinizi de asla unutmak niyetinde değiliz. Artık açıkça müşâhede ediyoruz ki sizler aile yapınızla, giyim ve kuşamınızla, zevk ve eğlencelerinizle, düşünce ve davranışlarınızla, gündüz ve gecenizle, oturup kalkışınızla, bugüne, düne ve yarına bakışınızla bize ters düşüyorsunuz. Aynı duyguları ve heyecanları paylaşmıyoruz. Bu halinizle size nasıl destek olabilir ve değerlerinizi nasıl benimseyebiliriz?!”
————————————-
Galip Demir, Ahilik ve Demokrasi, Ahi Kültürünü Araştırma Yayınları, İstanbul 2003, s.19.
Muhammed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları I Demokrasi, Çvr. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul 1993, s.286.
Kutub, a.g.e., s.288.
Kutub, a.g.e., s.299.
İhsan Süreyya Sırma, Alaturka Demokrasi Alaturka Laiklik, Beyan Yayınları, İstanbul 1997, s.11.
S. Ahmet Arvasi, Devletin Dini Olur mu?, Burak Yayınevi, İstanbul 1999, s.35.