Demokrasi: İnsan nefsinin hükmü, şeytanın diktatörlüğü

Gündem – Analiz – Muhammed Eyüp / 2023 Haziran / 127. Sayı

“Hevâlarını/arzu ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?” (Furkan, 43)

Esasında demokrasinin insanın arzularına yüklediği mana ile ilahın hüküm koyuculuğuna yüklenen mana arasında bir fark yoktur. İlahı yalnızca manevi-kalbi yönlerden ibaret gören seküler düşünce, elbette “demokrasinin insanı ilahlaştırdığı” tezinde kast edilen şeyin ne olduğunu anlamakta zorlanacaktır.

İlah ne demektir? İlah tapınılan, kendisine kulluk edilen, emirlerine uyulan, yolundan gidilen, yasaklarından sakınılan, kural ve ilke koyucu, doğru ve yanlışı belirleyici, iyi ve kötüyü ayırt ederek ortaya koyucu şeydir. Tapınılan, yüceliğine karşı hayret ve haşyet duyulan, gönülden bağlanılan, sığınılan, otoritesi kabul edilen şey veya varlıktır.

İlah denince akla sadece klasik ve teolojik bir “tanrı” mefhumu gelmemelidir. İnsanın bir “tanrıya” ait özellikleri yakıştırdığı her şey, mesela bir otorite, bir put, bir kişi de “ilahlaştırılmış” olur. Örneğin, insanın kanun koyucu olarak meşru gördüğü, kendisine her koşulda itaat ettiği, hayatını kurallarına ve ritüellerine göre tanzim ettiği, yaşam tarzını ona göre belirlediği bir sistem de “ilah” gibidir. Bu bakımdan bir şeyi ilahlaştırmak-ilah edinmek için; onun adına namaz kılmak, kurban kesmek, evini tavaf etmek gibi ritüellere gerek yoktur. Söylediğimiz gibi, bir şeyi ilah edinmek denince akla bunların gelmesi, dini hayattan attığını düşünen seküler anlayışın bir eseridir. Oysa ilah edinmek, bir şeyi maksat haline getirmekle, bir şeyi en üstün yasa koyucu yapmakla, doğru ve yanlışı o şeye göre belirlemekle olur.

Allah azze ve celle, Kur’an’da hevasını ilah edinen insanı kötü bir örnek olarak vermiştir. Hevasını-arzularını ilah edinmek işte tam olarak budur. İnsanın hayattaki maksadının kendisine haz verecek şeyler yaşamaktan ibaret olması… İnsanın doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü sadece kendi aklına göre belirleyebileceğini sanması. İnsanın dünyayı kendi çıkarları için ifsad etmesi, kendi amaçları için toplumu istismar ederek yozlaştırması. Hevasını ilah edinen insan, hiçbir ahlaki, insani, sosyal, ilahi değer yargısı gözetmeksizin, adeta bir hayvan gibi yaşar. Tek maksadı, tek isteği, tek hedefi yemek, içmek, nefsi arzularını tatmin etmek ve hayvani hazların peşinden koşmaktır. Otorite duygusu, insanlara hükmetme, maddi güç elde etme de bu hazlardandır. İnsan bugün hiçbir ahlaki esas tarafından motive edilmemek gibi bir düşünceyi “özgürlük” sayan sistem yüzünden tamamen nefsinin esiri olmuştur. Bu da “demokrasi” ve kendisine eşlik eden “hümanizm” tarafından elde edilmiş bir “başarı”dır.

Halihazırda dünya, insanın hazlarını, insanın isteklerini, insanın buyruklarını, insanın kendi ölçülerine göre belirlediği doğru ve yanlışları esas alan bir sistem tarafından yönetilmektedir. Bu sistemin dünyaya ve insanlığa olan tesiri bakımından iki temel krizi vardır:

İlk olarak, insanın fert olarak ve gruplar halinde hazlarının çatıştığı noktalarda neler yapılabileceğine dair işleyen bir mekanizmadan mahrum olması. Demokratik düşünce sistemi nihayetinde insanların belirli hükümleri kararlaştırması ve bunları esas edinmesi üzerine kuruludur. Ancak bugün küresel bir köy haline gelen dünya şöyle dursun, daracık bölgelerde, ilçelerde, mahallelerde bile çeşitli insan grupları yaşamaktadır. İnsanlar arasındaki dil, din, ırk, zihniyet, eğitim gibi farklar, herkesin ideal olarak belirlediği düşünceyi farklı kılmıştır. Herkesin maddi ve manevi çıkarı başka başkadır. Bir kesimin hoşlandığı şeyden diğer bir kesim nefret etmektedir. Demokratik felsefe, yüzyıllar içerisinde kendisine belirli ilkeler geliştirmiştir ve bunlar zaman içerisinde çeşitli şekiller alarak geleceğe ilerlemektedir. Temelde, insanın hayvani olan tüm hazları açık şekilde yaşayabilmesi vardır. Cinselliği, doyumu, maddi-kapitalist refahı, zenginliği, otoriterliği, hiçbir etik-ahlaki sınır olmadan yaşayabilmek esastır. Burada sınırın nereye ve nasıl çekileceği bugünün tartışma meselesidir. Örneğin çıplaklığın ne kadarı “meşru”? Cinsel ilişkinin kimler arasında olması “kabul edilebilir”? Para kazanmaya dair “ahlaki yollar” nelerdir? Devlet kademelerinde yer alabilecek gruplar kimlerdir? Doğru olan giyim nasıldır? Saç nasıl uzatılabilir? Sakal nasıl bırakılabilir? Baş nasıl örtülebilir? Hangi savaş meşrudur? Hangi işgal kabul edilebilir? Doğayı kirletmenin ve hayvanları öldürmenin kabul edilebilir türü nedir? Devletler arasında ilişkiler nasıl olmalıdır? Göçmenler ülkemize ulaşmadan denizlerde boğulmaya itilebilir mi? Bugün “demokrat” dünya, bu sorulara verdiği cevaplarla tamamıyla bencil, ben merkezci, kapitalist, haz odaklı, ayrımcı, faşizan, elitist ve kibirli olduğunu gözler önüne sermektedir. Zira hiçbir sabitesi olmayan “demokrat” değerlerine göre dünyayı aldatırken, kendileri için meşru gördüklerini başkaları için meşru görmezler. Zira sistemlerinin temeli ayrımcı ve çıkarcıdır. “Demokrasi” mefhumundaki “insanın iradesi”, onlar için “Batılı insan”dır. İslam coğrafyası, Afrika, Güney Amerika, Asya gibi yerler onlara göre insan değildir. Bu yüzden kendileri doğayı kirletebilir, savaş başlatabilir, nükleer enerjiyi kullanabilir, nükleer atıklarını ve çöplerini yoksul ülkelerde depolayabilir, silahlanabilir, kimin nasıl giyineceğine karar verebilir. Ancak diğer bölgelerde yaşayanlar bu haklara sahip değildir. Örneğin Fransa başörtüyle eğitim görmeyi yasaklayabilir ama Afganistan başörtüsüyle eğitim görmeyi zorunlu kılamaz. Örneğin, ABD dünyanın tamamını yok etmeye yetecek kadar nükleer silah elde edebilir ama kendi haklarını savunmak isteyen küçük bir Müslüman grup eline tabanca bile alamaz. Örneğin multi-milyarderler özel jetleri ve yakıtlarıyla doğayı kirletebilir ama Asya’daki yoksul bir çiftçi 10 tane inek yetiştiremez. Çünkü özel jetler doğayı kirletmez ama ineklerden çıkan metan gazları kirletir. Demokrasi kimin iradesi oldu? Halkın mı halkın iradesine de hükmedecek siyasi-askeri-sosyal gücü olan belirli zümrelerin mi? Kimin maslahatı yerine geldi? Dünyadaki 150’den fazla yoksul ülkenin mi 30-40 zengin ülkenin mi? Bu konudaki ayrıma daha sonra etraflıca değineceğiz. Ancak burada görülmesi gereken şey, demokrasiyle kimin maslahatının öne alınacağına dair tek mekanizmanın güç olduğudur. Bu gerçek kendisini uluslararası hukuk konusunda da göstermektedir. Her ne kadar uluslararası hukuk alanında ilke olarak kabul edilecek yüzlerce konferans, anlaşma, doktrin ve benzeri husus bulunsa da devletler arenasında hazlar, arzular çatıştığında, “demokratik” anlayışın ortaya koyabileceği bir sabite yahut ilke de kalmamaktadır. Bu, demokratik sistemin özünde yer alan gerçek bir tehdittir ki zaten dünya da bu tehdit tarafından ele geçirilmiştir ve sömürülmektedir. Demokratik düzen, halkların iradesi adı altında dünyayı şahsi hazlara indirgemiş ve iradeyi de belirli zümrelerin eline teslim etmiştir.

İkinci olarak, insanın maddi ve manevi dış etkilere, manipülasyona oldukça açık bir varlık olması. İnsan tabiatı gereği çeşitli faktörlerden ciddi biçimde etkilenmesiyle bilinen bir varlıktır. Ölüm, merhamet, şehvet, açlık, tokluk, öfke, servet arzusu gibi birçok duygusal etken, insanın karar alma mekanizmasını doğrudan etkilemektedir. Kendilerine yönelik propaganda ve manipülasyon faaliyetlerinden etkilenmekte ve karar alma mekanizmaları ciddi tesir altına alınmaktadır. Bu manipülasyonların ilki ve en etkilisi şeytan tarafından yapılmaktadır. Allah azze ve celle şöyle buyurur:

“İblis dedi ki: ‘Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.’ Allah buyurdu: ‘Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! And olsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!’”(Araf, 16-18)

Şeytan, insanı yoldan çıkarmaya ant içmiştir ve onun aklına girmek, onu yoldan saptırmak, nefsinin ve arzularının esiri etmek için gayret etmektedir. İnsan ve cinlerden yardımcıları da onun bu gayretine yardımcı olmaktadır. İşte bu manipülasyon ve saptırma süreci de insanın kararları üzerinde etkiye sahiptir. Tüm bunların yanı sıra, günümüzde kapitalist tüketimin en önemli silahlarından reklam sektörü de insanı aldatmak için elinden geleni yapmakta, insanlara cinsellik, açlık ve benzeri yönlerden yaklaşarak onların zihin dünyasını allak bullak etmektedir. Gelinen noktada insan zihni şeffaf, berrak ve aydınlık olmaktan uzaklaşmış, ilahlık kompleksine kapılmış, demokrat felsefenin “evrimci” ve “ilerlemeci” mantığıyla yozlaşmış bir haldedir. İşte şeytanın ve şeytani sistemin manipülasyonu altındaki bu zihinden, kendisi için, hatta tüm dünya için iyi olan şeye karar vermesi beklenmektedir. Bu zihnin, dünyayı ve toplumları yönetmek için hüküm ve karar almak şöyle dursun, neyi yiyip neyi içmesi gerektiği hususunda karar verebilecek bir hali kalmış mıdır? Bu durum, demokrasiyi “insanın iradesi” zannedilen, oysa aslında “şeytanın diktatörlüğü” şeklinde tezahür eden bir vaziyete sokmuştur. Günümüzde “demokratik düzen”, şeytanın ve onun iş birlikçisi olan kapitalist-hazcı kimselerin diktatörlüğünden başkası değildir.

Bu manipülasyonun bariz tezahürlerinden biri de son yıllarda sosyal paylaşım sitesi Facebook’un dahil olduğu bir skandal vesilesiyle olmuştur. Facebook tarafından toplanan kullanıcı verileri, İngiliz asıllı bir veri analiz şirketi olan Cambridge Analytica’ya, kullanıcıların rızası dışında satılmıştır. Bu şirketin, bir İngiliz soylunun neslinden gelen bir zata ait olması da dikkat çeker. 2010’lu yıllarda şirket tarafından satın alınan kullanıcı verileri birçok farklı bölgede seçim süreçlerini manipüle etmek için kullanılmıştır. Bu skandal 2010’ların sonunda ortaya çıkarılmış, Kenya’daki başkanlık seçimlerinde Uhuru Kenyatta’nın 2013 ve 2017’de seçimleri kazanmasında Cambridge Analytica’nın rolü olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Peki bu şirket ne yapıyordu? Milyonlarca kullanıcının Facebook’taki tüm verileri (yani yazdıkları, okudukları, beğenileri, tüm tuş vuruşları, kısacası yaptıkları her şey) şirket tarafından satın alındı ve analiz edildi. Bu analizler, seçim kampanyaları yürütülürken kitleleri manipüle etmek için kullanıldı. Manipülasyon başarılı olurken, “demokrasi” naralarının atıldığı seçim zaferleri kazanıldı. Kenya’da (ve muhtemelen başka birçok yerde de) şeytanın dostlarının yardımıyla halk manipüle edildi ve “demokratik” seçimlerle, istenilen şahıs başkan yapıldı. Böyle bir başkanın insanlara reva gördüğü şey de kaynakların yağmalanması ve insanların öldürülmesi oldu. Kenyatta, şahsi çıkarları ve Batılı efendileri için Müslüman Somali’yi işgal etti hem Somalililerin hem de kendi halkının ölümüne sebep oldu. Kazananlar ve kaybedenler oldukça belirgin.

Halkın iradesi kisvesinde sunulan insan nefsinin hükmü ve şeytanın diktatörlüğü, bünyesinde işte böyle sihirbazlıklar barındırmaktadır.