Kapak Dosya – Yasin Karataş / 2013 Mayıs / 6. Sayı
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Efendimiz, peygamberimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına salât ve selâm olsun ve ba‘d…
Çalışmamızın başında belirtmek isteriz ki, okuyacağınız bu yazıda başka kaynaklardan alıntılar olduğu için ifadelerden bir kısmı İslam’a uygun olmayabilir. İslam’a zıt manalar içeren iktibaslar yalnızca meseleye farklı açıdan bakanların görüşlerini aktarmak niyetini taşımaktadır, îtikad beyanı değildir.
İman ile küfür ve şirk, tabiatları gereği sürekli bir çatışma halinde olagelmiştir ve bu hal üzere devam etmektedir. Sünnetullah gereği bazen asr-ı saadette olduğu gibi iman; bazen de Ashâb-ı Uhdûd zamanındaki gibi küfür ve şirk üstün gelmiştir. Küfrün ve şirkin galip geldiği son dönem, cumhuriyet dönemidir ve bu galibiyetleri halen de devam etmektedir. İman şirkin, putperestliğin tahakkümü altındadır.
Merhum Seyyid KUTUB’un da ifade ettiği gibi, Avrupa kiliseden kurtulmak için Allah’tan kaçtı. Bu amaçla yapılan Fransız İhtilâli, beraberinde dünyanın pek de alışık olmadığı bazı sonuçları doğurdu. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
– Ulus-devlet modeli,
– Demokrasi…
Ulus-devlet modeli imparatorlukları, demokrasi ise imanları yıktı. Hiçbir aklî temele dayandırılamayacak ulus-devlet modelini geliştiren Avrupa, başkası için istediği hayrı kendisi için istemiyor misali ABD gibi bir ülke ve Amerikan diye bir ulus türetti. Perhiz-lahana turşusu ilişkisi…
Demokrasinin Tarihi:
Bu bölüm Toktamış ATEŞ’in, Demokrasi isimli kitabından iktibastır.
Demokraside en önemli unsur insan olduğu için demokrasinin söz konusu olabileceği ve temel ilkelerinin ortaya atıldığı ilk dönem Eski Yunan’dır. Zira insanı düşünen bir varlık olarak ele alan ilk düşünce akımı Yunan’da ortaya çıkmıştır. Yunan’da kişi, herhangi bir tanrısal ilişkinin dışında, bağımsız ve aklı olan bir birey olarak ele alınmıştır. Kurulan veya kurulması öngörülen siyasal ve sosyal düzenler, tanrısal değildir. İşte Yunan düşüncesi bu bakımdan önemlidir. Aslında Yunan siyasi düşüncesine demokratik niteliğini veren husus, Atina Demokrasisinin uygulanması olmuştur. Yirmi yaşını bitiren her erkek Atina vatandaşı “Eklesra” adı verilen şehir meclisinin kendiliğinden üyesi oluyordu. Atina vatandaşları siyasal partiler şeklinde örgütlenmemişlerdi. Bunun yerine “oligarklar” ve “demokratlar” olarak iki gruba ayrılmışlardı. Ayrıca her iki grup içinde “hetoireiai” adı verilen birlikler vardı. Bunlar; tiyatrocular, askerler, din grupları, işçiler ve bunlara benzer diğer toplulukların ayrı ayrı gruplaşmalarını sağlıyordu. Bu tarihlerde demokrasiye yatkın ilk düşünce İÖ 700’lerde Hesiodos’la görülmekte, sonra sırasıyla Solon, Perikles, Sokrates, Platon, Aristo, Polybios, Kıbrıslı Zenon, Panaitios, Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius tarafından biçimlendirilmektedir.
Daha sonraları, Hıristiyanlığın doğması ve gelişmesi ile siyasal düşünceye devrimci bir hava girdi. Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nda köle ve yoksullar arasında süratle yayılıyor, dünya üzerinde sağlanmamış olan eşitlik Tanrı katında sağlanmış oluyordu. Bu dönemlerden hemen sonra 14. yüzyıla kadar Batı, yıllar süren bir karanlığa girdi. Zira bu yüzyıla kadar Batı’da hiç bir şey yazılmadı ve ileriye doğru hiçbir adım atılmadı, denilebilir. Yaygın bir şekilde özgürlüklerin ilk belgesi olarak adlandırılan Magna Carta, aslında feodal hakların güvenceye alınmasından başka bir şey değildir.
Toktamış ATEŞ’in kitabından yaptığımız alıntının ardından, şimdi de demokrasinin tanımından söz edelim. Demokrasinin tanımı ne kadar ihtilaflı olursa olsun, bütün tanımların birleştiği nokta beşer iradesidir. Bütün tanımlar bu konuda müttefiktir. Bu hususta Müslüman âlimlerin değil de demokrasiyi savunanların görüşlerine yer vereceğiz inşâallah.
Demokrasi Hakkında Söylenenler:
Winston Churchill: Demokrasi berbat bir rejimdir. Ama rejimlerin en az berbat olanıdır.
Voltaire: Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir.
Montesquieu: Demokrasinin tanımı fazilettir.
Lincoln: Demokrasi halkın halk için yönetilmesidir.
Jean Jack Rousseau: Demokrasi gerçek şekliyle hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır.
Machperson: Son yüzyıla kadar demokrasi iyi bir idare olarak görülmezdi.
Büyük Laorusse: Egemenliğin halktan kaynaklandığı yönetim biçimi.
Mustafa Kemal ise, bir konuşmasında tarihte görülen başlıca devlet şekillerinden monarşi ve oligarşiyi açıkladıktan sonra demokrasiyi şöyle tanımlar: Demokrasi (halkçılık) esasına dayalı hükümetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu şekilde demokrasi prensibi siyasi kuvvetin, egemenlik kaynağına ve yasallığına temas etmektedir.
Mustafa Kemal başlangıçta “demokrasi” sözcüğü yerine “halkçılık” sözcüğünü kullanmıştır. O, Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu gibi, mücadele halinde bulunduğu işgalci büyük devletlerin adı olarak, Yunanca olan bu sözcüğü pek kullanmak istemiyordu. Böylece İstanbul Hükümeti ile araya polemik yapacak bir malzeme vermek istememişti. Nitekim şöyle der: “İç siyasetimizde dayanağımız olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi geleceğine egemen kılmak esası, teşkilat-ı esasiye kanunumuzla tespit edilmiştir.” Mustafa Kemal bir başka söylevinde de “halkçılık” sözcüğünü kullanarak demokrasiye çok özlü bir tanım getirir: “Bizim görüşümüz ki halkçılıktır; kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulundurulmasıdır.” …(1)
Demokrasi -malûm olduğu üzere- “demos=halk” ve “kratos=otorite” kelimelerinin birleşimiyle “halkın otoritesi” manasına gelen Yunanca bir terimdir. Bayrak Dergisi’nde çeşitleri şöyle belirtilmiştir:
1- Siyasi kararların, çoğunluk esasına göre doğrudan doğruya şehir halkı tarafından alındığı yönetim şekline doğrudan doğruya demokrasi denir.
2- Yurttaşların siyasi haklarını doğrudan doğruya değil de kendi seçtikleri ve kendilerine karşı sorumlu bulunan temsilciler aracılığı ile kullandıkları yönetim şekline temsilî demokrasi adı verilir.
3- Azınlıkta kalanların kişisel ve kamu haklarını güvenlik altına alabilmek için çoğunluk iktidarının anayasa ile kısıtlanarak uygulandığı yönetim şekli liberal demokrasi adını almıştır. Buna anayasal demokrasi de denir.
4- Siyasi anlamda demokrasinin öngördüğü ilkeler dikkate alınmaksızın, sosyal ve ekonomik farkları en aza indirmek amacını güden sisteme sosyal demokrasi denir.
5- Hıristiyan din buyrukları ile demokratik ilkeleri bağdaştırmayı amaçlayan akıma hıristiyanî demokrasi denmiştir.
6- İkinci dünya savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde SSCB örnek alınarak kurulan demokratik cumhuriyetlere halk demokrasileri veya totaliter demokrasi adı verilmiştir. Bu tür demokrasi Rusya’nın peykleri durumundaki Arnavutluk, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore ve Vietnam gibi devletlerde uygulanmıştır.
Günümüzde yaygın olarak paylaşılan görüşe göre çağdaş demokrasilerin nitelikleri şunlardır:
Anayasa,
Meclis,
Âdil bir seçim düzeni ve dürüstçe yapılan seçimler,
Siyasi partiler ve kısıtlanmayan bir muhalefet,
Hakkın kuvvete üstünlüğü, yani “hukuk devleti” oluşu,
Sınıfsız toplum,
Sivil toplum örgütlerinin oluşumuna olanak sağlanması,
Sendika, dernek ve basın gibi demokratik kuruluşların etkinliklerinin kısıtlanmaması,
Özgürlük ve siyasal eşitlik,
Bireysel çıkarların toplumsal çıkar sınıfları içinde kalması.
Şimdi bu özellikleri tek tek inceleyip, İslam’ın bakış açısını belirtmeye çalışalım:
Anayasa: Anayasa, devletlerin olmazsa olmaz kanunnameleridir. Her ülke, adına ne derse desin bir anayasa belirlemelidir. Sistemin temel prensipleridir ve kanunlar ona muhalif olamaz. Uygulamaları ise yer yer değişir. Demokrasi beşer ürünü olduğu için, beşerin acziyetini yansıtır. Tüm zamanları kapsayacak bir anayasa hazırlanamayacağı için, dönem dönem değiştirilme ihtiyacı hissedilir. Yöntemi ise toplumuna göre değişir. Parlamento eliyle veya orduyla…
İslâm, anayasa olarak Kur’ân ve sahîh hadisleri kabul eder. Bu iki kaynağa aykırı kanun, nizamname, tüzük, yönetmelik vs. çıkarılamaz. Allah ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem müdahale etmediği meselelerde kullar, akıllarının kabul ettiği doğruları, maslahata uygun olmak kaydıyla uygulayabilir. Fakat İslam’a zıt kanun koyabilme imkânı dahi, o yönetimi gayri meşru kılar. Hakkında nass olan hususlardaki aksi bir irade beyanı haramdır. Allah kendisinden başka kanun koyucuları, kendine koşulmuş ortaklar olarak nitelemektedir:
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden kanun yapan ortakları mı var! Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hüküm olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.” (eş-Şûrâ, 42/21.) Allah’tan başka kanun koyucu olmadığını kabul etmek, İslam’ın temel prensiplerindendir. Allah’tan başka mutlak kanun koyucu kabul etmek, ona ortak koşmaktır; şahadeti bozar. Eğer Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kanun koyma yetkisine sahipse -ki öyledir-, bu da Rabbimiz’in şu izniyledir:
… وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ…
“…ve onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılar…” (el-A‘râf, 7/157.) Bu ayette helal ve haram kılma fiillerinin fâili yani öznesi Hz. Peygamber’dir sallallahu aleyhi ve sellem, haram ve helal kılan odur. Dolayısıyla İslam’da mutlak kanun koyucu Allah’tır, Onun izniyle Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de kanun koyar. Bunun dışındaki meseleler, Müslüman yöneticilere aittir.
Meclis: Demokratik ülkelerin diğer bir niteliği de birer meclislerinin olmasıdır. Bu meclisler, toplumun seçtiği bireylerden oluşur ve kendilerini seçenlerin yetkisini (!) kullanarak, onlar adına kanunlar koyarlar, onlara vekâlet ederler. Bu yüzden Türkiye’de bu işi yapanlara “milletvekîli” denir. Çünkü milletin kanun koyma yetkisini (!) mecliste, kendilerini seçen halkın vekâletiyle kullanırlar. Meclislere “çağdaş Dâru’n-Nedveler” diyebiliriz.
Allah’ın kanunlarına muhalif kanun çıkaranlar kendilerinde, Allah’tan başka birilerinde veya bir şeylerde böyle bir yetki görenler, Allah’a kafa tutmuşlardır, “Sen gökleri idare et. Yeryüzünü biz idare ederiz.” demişlerdir. Onlara göre kendileri Allah’a koşulmuş ortaklar değildir, Allah kendilerine koşulmuş bir ortaktır ve buna asla tahammül edemezler. Bu yüzden birileri “Yirmi milyon insanı gözden çıkardık.” veya “Bin yıl da sürecek olsa irticaya karşı mücadelemiz devam edecektir.” gibi sözler sarf ederler. Birilerinin onlara bu mücadelenin bin dört yüz sene önce başladığını ve yirmi milyon değil, bütün insanlığı da gözden çıkarsalar, bu davanın kıyamete kadar devam edeceğini anlatması gerekir.
Adil bir seçim düzeni ve dürüstçe yapılan seçimler: Seçimler demokrasinin, doğrudan uygulanamamasının yamasıdır. Aslında demokraside halk kendi kanun koyma yetkisini (!) kendi kullanır, başkasını devreye sokmaz. Bunun imkânsızlığı, temsilî demokrasiyi doğurmuştur. Dolayısıyla seçimler demokrasinin aslında yoktur, sonradan demokrasiye yamanmıştır. İslam’daki istişareyle demokrasilerdeki seçimleri birbirinden ayırt edemeyen entellektüel (!) aydın (!) Müslümanlar bunu iyi anlamalıdır. Bazıları “İslam’da demokrasi vardır ama İslam demokrasiyi kapsar, demokrasi İslam’ı kapsayamaz.” gibi ifadelerle İslam’ı överek demokrasiye de prim vermeye; sonra da bu sözlerine bazı ayet ve hadisleri delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki demokrasi İslâm’dan ayrı bir dindir, oy vermek ise Allah’a ait olan bir hakkı kendisinden gasp edip vekâleten bir başkasına devretmektir. Güçlünün yanındaki ezilmişliğin vermiş olduğu kompleksle demokratik ülkelerde demokrasi, sosyalist ülkelerde ise sosyalizm İslâm’a uygun gösterilmeye çalışılmaktadır. Allah’ın ancak kendisine ortak koşulması halinde razı olacağını iddia edip bunu mutedil Müslümanlığa bağlamak itikadî bir hezimettir. Hâlbuki demokrasiyle sosyalizmin zıt sistemler olduğu malumdur, ikisi beraber bulunamaz. Nasıl olur da bir kavram aynı anda iki zıt şeyle aynı olabilir! Tabii ki İslam’da seçim vardır. Ama bu seçim demokrasilerde olduğu gibi ilahlık devri değil, Allah’ın dinini yeryüzünde tatbik edecek bir halifenin, Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem koltuğuna oturacak Müslümanın seçilmesidir. Bunu ise demokrasilerdeki gibi değil, kendine özgü bir yöntemle yapar. İslam bir profesör ile okuma yazma bilmeyen birini eşit tutmaz ve ikisinin tercihini aynı ciddiyetle ele almaz. Halifeyi ancak bir âlimler grubu seçebilir. Cahil insanlara seçme yetkisi vermek, bugünkünden farklı bir sonuç doğuracak da değildir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ…
“…Fakat insanların çoğu iman etmez.” (Hûd, 11/17.) Bu da gösteriyor ki, her zaman insanların çoğunluğunun kabullenmesi doğru değildir. Dünyadaki insanların çoğunluğu İslâm’ın hak din olduğunu reddediyor. Eğer çoğunluğun dediği doğru olsaydı, İslâm’ın bâtıl olduğunu kabul etmemiz gerekirdi.
Siyasi partiler ve kısıtlanmayan bir muhalefet: Açıkçası curcuna… İslam muhalefeti değil ittifakı över. İttifak için gerekirse kan akıtılır. Yeter ki Ümmet ittifak etsin. Zaten İslam’da, anlaşılan manada seçim olmadığı için, ne bir siyasi parti vardır ne de muhalefet. Ülke yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlar İslam’la hükmeder. İslam’la hükmetmezse görevinden alınır. Bu kadar basit… Halife İslam’a muhalefet ederse, hakka tabi oluncaya kadar kendisiyle mücahede edilir. Zaten ikinci halife öldürüleceği için aynı anda iki halife de olamaz. Muhalefet insanları deşarj eder ve kendilerini özgür hissettirir. Cemaat ne derse desin imam bildiğini okur misali, istediği kadar muhalefet etsin, ölçüleri belli. Muhalefet kısıtlansa ne olur kısıtlanmasa ne olur. Muhalefetin kısıtlanmaması ve hatta teşvik edilmesi, demokrasinin insanı rahatlatması ve böylece topluma kök salmasıdır. Bu durumda fertler, seçtikleri temsilcilerin hata yaptığını gördüğünde “Elim kırılsaydı da şu partiye oy vermeseydim” ifadesini kullanacak, olumsuzluklardan kendini sorumlu tutacaktır. Bir sonraki seçimde diğer partiye oy verecek ve denemeler devam ederken doğruyu bulamadan ömür tükenecektir.
Hakkın kuvvete üstünlüğü, yani “hukuk devleti” oluş: Hakkın belirlenmesindeki ölçü yanlış olunca, iddialarının tersine kuvvet hakka üstün geliyor. İslam hakkın ta kendisidir, Yüce Allah’tan gelmiş olması, adaletin ta kendisi olduğunun apaçık delilidir. İslam’a muhalif bir hak, hak mıdır? Dün vatan haini ilan edip darağacında sallandırdıkları zevata bugün iade-i itibar yaparak “pardon” diyen bir sistemde hakkın ne olduğuna kim karar verecek? Bugün hak olan, yarın batıla mı dönüşecek? Ormandan tek fark, prensiplerin yazılı olmasıdır. Mekkelilerin helvadan bir puta tapmaları, acıkınca da onu yemeleri gibi…
Sınıfsız toplum: Bu sadece onların idealleridir. Dünyanın hiçbir yerinde sınıf farkını halledebilmiş bir toplum yoktur. İslam köleliği desteklememekle beraber kabullenmiştir. Hatta bazı suçların cezası köle azat etmektir. İslam köleliği benimser ama bir hürü köleleştirenlere de lanet eder. Şu an İslam’ın kölelik sistemi geçerli olsa, düşük maaşlarından dolayı ay sonunu getiremeyen birçok kişi, köle olabilmek için kuyruğa girer…
Sivil toplum örgütlerinin oluşumuna olanak sağlanması: Olanak sağlar çünkü insanlar sivil toplum örgütüne ihtiyaç duyar. Dikkat edilecek olursa görülür ki, demokrasiler topluma konuşma hakkı verir. İcraata gelince, her sistem gibi kendisini korumaya geçer. Sivil toplum örgütlerine müsaade eder ama kendi kurallarına göre oynamaları kaydıyla. Değilse kendisi için tehlikeli görür ve en acımasız tedbirleri almaktan geri durmaz. Hem de ıslah adına…
Sendika, dernek ve basın gibi demokratik kuruluşların etkinliklerinin kısıtlanmaması: Bunun üzerinde durmanın çok da manası olduğunu düşünmüyoruz. RTÜK gibi kurumların işleyiş şekillerini, ekranlardaki “Falanca maddeye muhalefetten dolayı şu kadar gün kapatılmıştır.” ifadeleri göstermektedir.
Özgürlük ve siyasal eşitlik: Hayvansal bir özgürlük ve adaletsiz bir eşitlik… Birinin özgürlüğünün başladığı yerde diğerininki sona erer. Her şeyin bir sınırı vardır. Özgürlük Allah ve Rasûlü’nün belirlemiş olduğu sınırlar içerisindedir. Bunun dışına çıkan özgürlük anarşidir, hayâsızlıktır, … Siyasal eşitlik teraneleri tamamen yalandır. İnsanlar yönetici olabilmek için ya nüfuza sahip olmalıdır ya da çok zengin olmalıdır. Değilse asla yönetici olamaz. Bu onların iddialarının reddidir. Yoksa İslam eşitliği değil adaleti vadeder. İslam’a göre hür erkek hür kadından, hür kadın, köle ve cariyeden üstündür. Yöneticileri kadın olan toplumlar için toprağın altını toprağın üstünden hayırlı görür. Kadın-erkek eşitliği getiren bir kanun çıkaranlar kâfir olur. Eşitlik ile adalet, eşanlamlı kelimeler değildir. Bazen eşitlik zulüm olur. Mirasta kadınla erkeğe eşit pay vermek gibi… Zaten demokratların adaletten anladıkları, zulmün eşit uygulanmasıdır.
Bireysel çıkarların toplumsal çıkar sınıfları içinde kalması: Bu sadece teoride böyledir. Asla uygulamaya geçememiştir, geçemeyecektir de… Sosyal ve ekonomik adaletsizliğin bulunduğu bir toplumda, kişilerin şahsî çıkarlarının ikinci planda tutulması düşünülemez.
Demokrasinin Vartaları:
1. Kamu iktidarı asla gerçekleşmemiştir. Halklar kendilerini yönetemeyecek kadar eğitimsiz ve kalabalıktırlar.
2. “Kamu iradesi” ve “kamu iyiliği” kavramları havada kalmakta ve gerçek hayatta herhangi bir karşılıkları bulunmamaktadır.
3. Toplumun her üyesine aynı oranda faydalı olabilecek bir doğrudan veya politikadan söz edilemez.
4. “Doğa’nın yasası” ve “doğal haklar” diye bir şey yoktur. Her insan eşit doğmaz. İnsanları yöneten kalıplaşmış bir doğa yasası değil, sürekli değişen ve insanların yaptığı yasalardır.
5. Özgürlük ve eşitlik aynı toplumda aynı anda ve aynı oranda sağlanamaz.
6. Her insan, her an akılcı davranmaz. Hatta hayatında bir kerecik bile akılcı davranmamış insanların sayısı, tüm toplumlarda sanılandan fazladır.
7. Darbelere ihtiyaç duyulmuştur.
Bu açıklamalardan sonra artık anlaşılması gereklidir ki, İslam demokrasi ve dışındaki bütün sistemlere eşit uzaklıktadır. Hiçbirine diğerinden daha yakın veya daha uzak değildir. Bunun sebebi de kaynaklarının ilahi olmamasıdır. İslâm, hayatı tamamıyla kuşatan, Allah-kul ilişkisini düzenlediği gibi fertler arası ve toplumlar arası düzeni de sağlayan, dolayısıyla vicdanlara indirgenmekten çok uzak bir sistemdir, bir devlet yönetim biçimidir. Allah’tan başka hiç kimse kanun koyma yetki ve yeterliliğine sahip değildir. Kur’an-ı Kerîm’de devlet yönetimiyle ilgili birçok ayet mevcuttur ve şu anda uygulanması gerekmektedir.
Demokrasilerde ise Allah’tan başka herkes kanun koyma yetkisine sahiptir. Yüce Allah’ın ne dediğinin hiçbir önemi yoktur, insanların çoğunluğunun doğru kabul ettiği şey doğrudur. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem, -hâşâ- bir mahalle muhtarı kadar yetkisi yoktur. Bu ve benzeri rejimler hâkimiyeti Allah’tan alır, bugün söylediğini yarın reddeden aciz insanlara verir. Hem de buna bir kayıt ve şart kabul etmeden… Yüce Rabbimizin dediği gibi:
خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
“O, insanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki, Rabbi’ne apaçık bir düşman kesilivermiş.” (en-Nahl, 16/4.)
Allah’ın kanunlarını devre dışı bırakıp yerine başka yasalar koymak, onun hükmüne razı olmamaktır, açık bir ilahlık iddiasıdır. Adâlet İslam’dır. İslam’a uymayan her şey zulümdür. İslam dışında adâlet aramak İslam’ın zulüm, onu gönderen Allah’ın da -hâşâ- zâlim olduğu iddiasıdır.
Seçim, günümüz demokrasilerinin vazgeçilemez bir unsurudur. Oy kullanma oranının %90 küsürlerde olduğu geçmiş dönemlerde söylenen “İşte bu demokrasinin zaferidir.” sözlerine hiç de yabancı değiliz. Halbu ki, Allah’tan başka kanun koyucu yoktur. Kıyamete kadar da olmayacaktır. Demokrasi ve benzeri yönetim şekilleri, çok ilahlı ilkel dinlerdir.
…Ve âhiru da‘vânâ eni’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-‘âlemîn, ve’s-salâtu ve’s-selâmu ‘alâ Rasûlinâ’l-Kerîm…
——————————–
1 Uğur YİĞİT, Atatürk’ün Cumhuriyetçilik İlkesi, Millî Eğitim Bakanlığı arşivi.