Gündem / Analiz – Muhammed Eyüp
Allah yolunda cihad, Müslümanların varlığının temeli olan en büyük İslami vazifelerden biridir. Müslümanlar yeryüzünde bugüne dek, Allah yolunda savunma ve saldırı cihadı yaparak varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Ancak maalesef son iki asırda Müslümanların “modern” akımlara uyarak Allah yolunda cihadı terk etmesi, düşmanları karşısında sürekli olarak mağlup olmaları sonucunu doğurmuştur. Bizler bu konuda neler söylersek söyleyelim, durumu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisinde olduğu gibi özetleyemeyiz:
Abdullah bin Ömer radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini haber vermiştir:
“Iyne yoluyla alışveriş yaptığınız öküzlerin kuyruğuna yapışıp, ziraata hayatınızı hasrettiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.”[1]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu zilletin halini de şöyle anlatmaktadır;
Sevban radıyallahu anh’dan rivayetle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Yakında diğer milletler, yemek yiyenlerin çanak üzerine toplandığı gibi, sizin üzerinize toplanacaktır!’
Adamın biri:
– O gün biz az mı olacağız?
– Bilakis, o gün siz çok olacaksınız! Lakin sizler selin sürüklediği çöp gibi olacaksınız! Allah, düşmanlarınızın göğüslerinden size karşı olan korkuyu kaldıracak ve sizin kalplerinize vehn atacaktır!
– Ey Allah’ın Rasûlü! Vehn nedir?
– Dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir.[2]
Bugün tüm milletler saldırgan bir halde Müslümanların üzerinde toplanmıştır. Müslümanlar ise dünyaya bağlanmış, ölümden de nefret eder bir haldedir.
Maalesef bizler bugün, Rasûlullah’ın tasvir etmiş olduğu haldeyiz. İnsanların geneli de Allah yolunda cihadı anlamaktan oldukça uzak bir konumda bulunmaktalar.
Ve yine maalesef, insanlara rehberlik etmesi gereken, yol göstermesi ve yol açması lazım gelen kanaat önderlerimiz, hocalarımız, yazar-çizerlerimiz de Allah yolunda cihadı tam manasıyla anlamamaktadır. Allah yolunda cihadı anlamamak bu kimselerin Müslüman gençleri yanlış yollara sevk etmesine, nihayetinde bu gençlerin Allah yolundan uzak yollara sapmasına neden olmaktadır.
Bugün İslam alemi olarak yaşadığımız sorunların temellerinden biri de Allah yolunda cihadı anlamamak ve bu sebeple de cihaddan uzak durmaktır.
Allah Yolunda Cihad Neden Tek Çözümdür?
Allah yolunca cihad denildiği zaman mefhum olarak akla gelmesi gereken, İslam’ın siyasi otoritesini, adaletini ve hukukunu hâkim kılmak için gerçekleştirilen doğrudan ve fiili mücadeledir. Bu mücadelenin en net noktası da fiilen savaştır.
Allah azze ve celle şöyle buyuruyor:
“Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”(Enfal, 39)
Bu ayetle Allah azze ve celle şirkin, fitnenin, zulmün, küfrün, batılın, tuğyanın sahip olduğu otoriteyi yıkmak için tek gerçek yolun savaş olduğunu belirtmektedir.
Bir başka ayette ise Allah şöyle buyuruyor:
“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın.” (Enfal, 60)
Bu ayette de İslam düşmanlarının caydırılması, korkutulması ve püskürtülmesi için gereken vasıtanın kuvvet olduğu ifade ediliyor.
Her ne kadar emperyalist küresel güçlerin telkiniyle bazıları kimseler cihadın önemini azımsıyor da olsa, siyasi açıdan Müslümanların varlığının temeli Allah yolunda cihaddır. Zira bir toplum ancak, kendisine düşman olan diğer toplumları caydırabiliyorsa varlığını garanti altına alabilir.
Elbette buradan çıkması gereken anlam, Müslümanlar sadece fiili kavgaya odaklanıp eğitim, kültür, medya, ilim, bilim gibi alanlardan el etek çekmesi değildir. Bilakis, fiili gücün öneminin farkına varmak, bu gücü elde etmek için çalışarak diğer bu alanlarda da gelişmek, ilerlemektir.
Batı dünyası bugün mevcut dünya sistemini kurmuş, küfür ve tuğyan temelinde bir çağ oluşturmuştur. Bugün dünyaya egemen olan algıların temeli Batı’dır. Batı, ürettiği bu kültürel, bilimsel, sosyal noktaları da fiili olarak savaşla tüm dünyaya dayatmıştır. Batı’nın fiili savaş gücü olmasa, ürettiği değerlerin hiçbir anlamı olmayacaktı. Örneğin, tarih boyunca birçok farklı medeniyet felsefe yapmıştır. Ancak Batı felsefesinin dünyaya egemen olması ve bu medeniyetlerin felsefesinin unutulması, Batı’nın sahip olduğu askeri kapasite ve siyasi güç ile mümkün olabilmiştir.
Bu konuda, geçen ayki yazımızda da Amerikalı siyaset bilimci Samuel Phillips Huntington’dan bir alıntı yapmıştık. Bunu tekrar, olduğu gibi yeniden aktaralım.
Huntington, Batı’nın bu durumunu şöyle izah etmektedir:
“Batı’nın dünyadaki hakimiyeti fikri, dini ve ahlaki mükemmelliğine değil, organize şiddet uygulayabilme becerisine bağlıdır.”
Gerçekten de Batı, şiddet mekanizmasını becerikli bir şekilde kullanarak dünyaya egemen olmuş ve bu beşerî tuğyan ideolojisini dünyaya kabullendirmiştir. Müslümanlar da -isteyerek yahut istemeyerek- bu ideolojinin tesirinde kalmışlardır.
Bugün Müslümanların da kendilerini muhafaza edebilmeleri ve değerlerine dünya üzerinde alan açabilmeleri, bu becerilerine bağlıdır. Ancak maalesef bugün Müslüman gençler siyasi-sosyal birlik ve cemaatleşmeye değil, bir amaç çevresinde Müslümanca organize olmaya değil, sonuç getirmeyen şeylere davet edilmektedir. Asli olarak tek başlarına faydalı olan kitap okumak, konferanslar, cami buluşmaları, sohbetler gibi yöntemler, Allah yolunca cihadın yerine konulmakta, bu şekilde Müslüman gençler meyve vermeyen çabalara mahkûm edilmektedir.
Cihad Mefhumuna Yönelik Dezenformasyon
Elbette çağımızda, bu derece hayati bir öneme sahip olan cihad mefhumu, batıl güçler tarafından rahat bırakılmamaktadır. Cihada dair birçok dezenformasyon yapılarak insanlar, Allah yolunda cihaddan uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Aslında sadece bu dezenformasyon girişimleri bile, Allah yolunda cihadın ne kadar önemli ve hayati bir kavram olduğunu göstermeye yetecek niteliktedir.
Bu dezenformasyon iki yol üzerinden yürümektedir. İlki cihad mefhumunun lekelenmeye çalışılması, ikincisi ise bu mefhumun içinin boşaltılmasıdır.
İlk yol, birçok medya organı vasıtasıyla cihadın kötü, gereksiz, faydasız, gaddarca bir şey olarak lanse edilmesidir. Oysa Allah yolunda cihadın şartları ve hukuku, “modern” çağın hayal dahi edemeyeceği kadar insani ve fıtridir. Cihadı lekelemeye çalışan “modern” dünya atom bombaları icat ederken, insanı yakacak, boğacak kimyasal silahlar üretirken, İslam savaş hukukunun hassasiyeti hayran bırakacak derecededir. Bugün dünyadaki emperyal güçlerin elinde, tüm gezegenleri binlerce kez yok etmeye yetecek miktarda silah vardır. Oysa küresel tehdit olarak gösterdikleri Müslümanların bunun milyarda biri kadar bile askeri kapasitesi yoktur.
Cihadı lekelemeye çalışan medya organları, düzenli ordular eliyle katledilen milyonlarca sivile karşı “üç maymun” rolü yaparken, Müslümanlara karşı her türlü iftirayı atmaktadır.Bu iftiralar, günümüzdeki İslami hareketlerle bile sınırlı kalmamaktadır. Medya vasıtaları ve sözde “akademisyenler”, İslam’ın ilk yıllarındaki fetihleri bile diline dolamaktadırlar. Oysa İslam ordularının cihad harekatları Afrika, Asya ve Avrupa’nın içlerine uzanırken gerçek bir hukuki hassasiyet ile ulaşmıştır. Ama Batı’nın Amerika’nın keşfi sırasında on milyonlarca yerliyi nasıl katlettiği bugün herkesin malumudur. Aynı şekilde İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, İsrail, İran gibi birçok emperyal devlet, savaşları sırasında milyonlarca masumun kanına girmiştir. Dünyanın asıl irdelemesi gereken, kendi çıkarları için katliam yapmayı hukuken meşru kabul eden bu tağuti devletlerdir. Yavruları olan bir köpeği dahi önemseyen ve koruyan bir fıkha sahip İslam dini değildir.
Dezenformasyonun ikinci yolu, birtakım sözde “ilim” adamları, sözde “ilahiyatçılar” ve sözde “kanaat önderleri” tarafından yürütülmektedir. Rabbani ve hakkani alim, ilahiyatçı ve kanaat önderlerini tenzih ederiz.
Bu yol esasen Müslümanlar için en tehlikeli yollardan biridir. Zira bu noktada cihad kavramı üzerinde bitmek bilmeyen tartışmalar üretilirken, bir yandan da bu kavramın içi boşaltılmaya çalışılmaktadır.
Allah yolunda cihad kavramının fıkhi tanımı, İslam’ın hak mezheplerince gayet net bir şekilde yapılmaktadır. Ancak buna rağmen bazı kimseler, cihad ile alakası olmayan birçok şeyi cihad gibi lanse ederek, cihadın içini boşaltmaya çalışmaktadır. Aslen faydalı olabilecek işler olan insani yardım yapmak, protestolara katılmak, kitap okumak, sohbetlere iştirak etmek gibi şeyler “cihad” olarak nitelenerek, insanlar gerçek cihaddan uzak tutulmaktadır. Bunun yanında özellikle son dönemde “modern” kesimlerce oy kullanmak, piyano çalmak, şarkı söylemek gibi tuhaf uygulamalar bile “cihad” olarak nitelenmektedir. Bunları yapan gençler de maalesef “cihad ediyorum” sanarak gerçek cihaddan uzak kalmaktadır.
Ayrıca cihad üzerine yapılan birçok fıkhi tartışma da cabasıdır. Cihad sanki ulaşılmaz, erişilmez, dünyada yürütülmesi imkânsız bir şeymiş gibi gösterilerek, “gerçek cihad bu değil” gibi argümanlar üretilmektedir. Söylemek gerekir ki insanın olduğu yerde hata da olur ve cihad meleklere değil, insanlara farzdır. Yapılan hatalar, cihadın önemini değiştirmemektedir. Uygulamadaki hata ve eksikler üzerinden hareketle doğrudan cihad mefhumunu hedefe oturtmak ve insanları cihaddan soğutmak, hiç de iyi niyetli bir davranış değildir. Bir şeyin yanlış olduğunu söylemek kolaydır. Bunu söyleyen kimseler o halde gerçek cihadı kendileri ortaya koyarak İslam âlemini küfür ve tuğyan işgalinden kurtarmak için sorumluluk almalıdır. Ancak onların argümanlarıyla İslam dünyasının herhangi bir şeyden kurtulması mümkün olmayacaktır. Apartmanlarda, konferans salonlarında, sohbet ortamlarında, çay ocaklarında, ofislerde, televizyon ekranlarında sıkışıp kalan, insan hayatına dahil olmayan bir İslam, insan hayatına dahil olmayan bir cihad, aslından tamamen uzaktır.
Bir Müslüman olarak bizlere düşen, Allah Rasûlü ve ashabına benzer bir şekilde, Allah’ın emrettiği gaye doğrultusunda organize olmak ve Allah yolunda cihad mefhumunu anlayarak uygulamaktır. Vehn hastalığına yakalanan, dünyayı sevip ölümü sevmez hale gelen, hayatını dünyaya adayan ve cihadı terk eden, böylece zillete düşen bizler için izzete ulaşmanın yolu budur.
[1]. Sunen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İcare, B. 54, Hds. 3462; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 42, 84.
[2]. Ebu Davud 4297, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/278, Ebu Nuaym Hilye 1/182, Albânî Silsiletu’l-Ehadîsi’s-Sahiha 958