Cihat YolundakiEngelleri Kaldırmak

Müminlere Nidalar – M. Sadık Türkmen / 2023 Haziran / 127. Sayı

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda topluca savaşa çıkın.’ denildiği zaman ağırdan alıp yere çakıldınız? Yoksa siz, ahirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının menfaati ahirete göre pek azdır.”

(Tevbe, 38)

İslam, müntesiplerinden; hikmetli hareket etmeyi, kendisini ilgilendiren işlere yönelip gereksiz işlerden yüz çevirmeyi ve her zaman sıhhat ve afiyet talep etmelerini istemektedir. Kolaylık bu dinin yapısında vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gönderdiği elçilerden gittikleri yerde kolaylığı yaymalarını ısrarla istemiştir. Efendimizin kendisi de haram olmadığı müddetçe iki durumla karşılaşınca kolay olanı tercih ettiği çeşitli rivayetlerde gelmiştir.

Allah’a ve ahiret gününe yakinen inanan bir mümin söylediği sözlerin esiri olacağını ve o sözlerle imtihan edileceğini bilir. Bu sebepten dolayı malayani şeylerle iştigal etmez. Özellikle Kur’an’ın bu manadaki ayetlerini kendisine rehber edinerek içinde olduğu şartların gerektirdiği amelleri yapmakta gayret gösterir. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 2) “İman edenler, ‘Keşke bir sûre indirilmiş olsaydı.’ derler. Fakat muhkem bir sûre indirilip onda savaşmak zikredilince, kalplerinde hastalık bulunanların ölümden dolayı baygınlık geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Yazıklar olsun onlara.” (Muhammed, 20) ayetlerindeki kınanan hale düşmemek basiret sahibi her müminin temennileri arasındadır.

İnsan nefsi, kendi haline bırakıldığı zaman fesada yatkın hale gelir. Bu yüzden nefsin, onu yaratana karşı tam bir itaat sağlaması için eğitilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü aynı nefis, tezkiye edildiği zaman sıhhatli bir şekilde hareket etmeye de meyyaldir. Dolayısıyla Müslüman her ne kadar meşakkatli yüklerin altına girmeyi temenni etmese de imtihan dünyasında her an değişik imtihanlarla karşı karşıya kalabilir. İşte bu imtihanları suhuletle halletmenin yolu o imtihana yapılacak hazırlıkla olur. Çünkü Allah, hiçbir kuluna kaldıramayacağı bir yük yüklemez. Verilen mükellefiyetlerin tümü beşerin takat gösterebileceği seviyededir.

Kur’an-ı Kerim, altı boş bir hamasetle ortaya atılmanın vehim sonuçlarından birini Benî İsrail tarihinden bizlere sunuyor ve aynı hazin duruma düşmekten bizleri uyarıyor: “Musa’dan sonra İsrailoğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Onlar peygamberlerine şöyle demişlerdi: ‘Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım.’ Peygamber de ‘Ya savaş size farz kılınınca savaşmazsanız?’ dediğinde, ‘Memleketlerimizden ve oğullarımızdan çıkarıldığımız halde niçin Allah yolunda savaşmayalım?’ demişlerdi. Fakat onlara savaşmak farz kılınınca da içlerinden pek azı hariç (savaştan) yüz çevirdiler. Allah, zalimleri çok iyi bilendir.” (Bakara, 246) Ayette geçen bu hale müminlerin düşmemesi için düşünmelerini ve temkinli hareket etmelerini işaret ediyor. Her ne kadar İsrailoğullarından olan bu topluluk düşmanla karşılaşınca onları mağlup etmişlerse de bu zafer az sayıdaki, gözünü zorlukların yıldırmadığı yiğitlere nasip olmuştu.

Nefisler her zaman aynı dinçlikte olmayabilir, dünyaya meyil ve rahatlık arzusu insanı cezbedebilir, dava sahipleri davalarında gevşek ve ağırdan alıyor olabilir, dava erlerinin sayı ve teçhizatı yeterli olmayabilir, yolun uzunluğu zafere ulaşma arzusunu kırabilir… Ancak dava aynı dava, düşman aynı düşmandır. O halde tercih edilecek şeyi iyi seçmek gerekir: Ya dünya ya da ahiret.

Müfessirlerin Ayet ile İlgili Görüşleri

İbn Kesirrahimehullah “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim”de şöyle der: Bu ayet meyvelerin olgunlaşıp gölgelerin hoş olduğu, şiddetli sıcaklık ve kavurucu havanın olduğu esnada Tebuk Gazvesi’nde Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem’den geri kalanları kınama hakkındaki ayetlerin başlangıcıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Size ne oluyor da ‘Allah yolunda topluca savaşa çıkın’ denildiği zaman” yani Allah yolunda cihada davet edildiğinizde “ağırdan alıp yere çakıldınız.” Yani tembelleştiniz ve yumuşak yerlerde oturmaya, gevşekliğe ve güzel meyvelere meylettiniz “Yoksa ahirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz?” Niçin böyle yaptınız? Bu, ahireti bırakıp dünya hayatına razı olmak için midir?

Sonra Allah onlara dünyanın değersiz olduğunu bildirerek ahirete teşvik etti: “Halbuki dünya hayatının menfaati ahirete göre pek azdır.” Benî Fihr Kabilesi’ne mensup olan Müstevrid radıyallahu anh der ki; Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ahirete nazaran dünyanın durumu sizden birinin parmağını denize koyması gibidir. Bir baksın bakalım parmağında ne kadar su kalacak?” Bunu söylerken işaret parmağını gösterdi.[1]

İmam Fahreddin er-Razi rahimehullah şöyle der: “… İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre bu ayet Tebuk Gazvesi hakkında nazil olmuştur. Bu durum Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Taif’ten dönüp Medine’de bir süre ikamet etmesinden sonra Rumlara karşı cihad emri vermesi zamanında olmuştu. O zaman; şiddetli sıcağın olduğu ve Medine’deki meyvelerin olgunlaşıp güzelleştiği bir ana denk gelmişti. Onlar Rumlarla savaşmayı büyük görüp savaştan korkunca bu ayet nazil oldu. Muhakkik alimler şöyle dediler: ‘İnsanların bu savaşı ağır bulmalarının bazı sebepleri vardı. Birincisi; yazın ve kuraklığın şiddetli olduğu bir zamandı. İkincisi; mesafenin uzak oluşu ve daha önce geçen savaşlara nazaran daha fazla hazırlığın gerekiyor olması. Üçüncüsü; o zamanlar Medine’de meyvelerin olgun halde olması. Dördüncüsü; o vakitte havanın çok sıcak olması. Beşincisi; Rum ordusundan korku duyulması. İşte bu durumlar bir araya geldi ve insanlar böyle bir savaşa çıkmayı ağırdan aldılar. Her şeyin en iyisini bilen Allah’tır…’

…Bilesin ki bu ayet cihadın her durumda vacip olduğuna delalet eder. Çünkü Allah Teâlâ, onların cihada çıkmakta ağır davranmalarını kötü bir durum olarak vasfetmiştir. Eğer cihad vacip olmasaydı onların ağırdan alması kötü bir durum olmazdı. Hiç kimsenin ‘Cihat düşmanların saldırdığı vakitte vaciptir.’ demeye hakkı yoktur. Çünkü Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem Rumların kendisine saldıracağından çekinmiş, bununla beraber onların saldırısına fırsat vermeden onlara karşı cihad ilan etmişti…”[2]

Şehit Seyyid Kutub şöyle der: “Ey müminler! Size ne oldu da ‘Allah yolunda savaşa çıkınız.’ dendiğinde yere çakıldınız.” Bazı Müslümanların adeta “yere mıhlanmalarına” yol açan bu ağırlık toprağın ağırlığı, toprağa dönük arzuların, toprak kaynaklı düşüncelerin ağırlığıdır. Can korkusunun ağırlığı, mal korkusunun ağırlığı, dünya hazlarından, dünya çıkarlarından, dünya nimetlerinden yoksun kalma endişesinin ağırlığıdır bu. Rahatın, huzurun ve istikrarın ağırlığıdır söz konusu olan. Ağır canlılığın sebebi geçici hazların, sınırlı ömrün, kısa vadeli amaçların; başka bir deyimle etin, kanın ve toprağın ağırlığıdır.

Bütün bu çağrışımları zihnimizde canlandıran kaynak, ayetteki “yere çakıldınız” deyiminin sözlerinden dalga dalga yayılan titreşimlerdir. Bu deyim; yaydığı ürpertici titreşimlerle yere mıhlanıp kalmış ağır bir insan gövdesini somutlaştırıyor, gözlerimizin önüne getiriyor. Bu uyuşuk gövdeyi birileri zorla yukarıya kaldırıyor fakat o yine ellerinden kurtulup tüm ağırlığı ile yere düşüyor. Deyim; bu anlamı, bu çağrışımı, içerdiği sözlerin titreşimli mesajları aracılığı ile ifade ediyor. Bu deyimde; her şeyi aşağılara indiren, ruhların uçucu şeffaflığına ve özlemlerin kanat çırpan atılımına karşı direnen “yer çekiminin” somut bağlılığı ile yüz yüze geliyoruz.

Allah yolunda cihada koşmak; yer çekiminin zincirinden kurtulmaktır. Etin ve kanın ağırlığını aşmak, etkisiz hale getirmektir… İnsan olmanın yüce anlamını gerçekleştirmektir… İnsanın mayasında saklı duran özlemin, idealizmin, “bağımlılık” ve “zorunluluk” endişelerini yenilgiye uğratmasıdır… Ölümsüzlüğün sürekliliğine göz dikmektir… Sınırlı geçiciliğin bağlılığından kurtuluştur… Ayetin sonunu okuyoruz:

“Yoksa dünya hayatını ahirete tercih mi ettiniz? Oysa dünya hayatının hazzı, ahiretin hazzı yanında pek azdır.”

Kim yüce Allah’a inandığı halde O’nun yolunda cihad etmekten geri kalırsa o kimsenin inancında mutlaka bir bozukluk, imanında mutlaka bir zayıflık vardır. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyuruyor:

“Kim herhangi bir savaşa katılmaksızın ya da savaş arzusunu içinden geçirmeksizin ölürse, münafıklığın türlerinden birini içinde taşıyarak ölmüş olur.”

Ayetle İlgili Mülahazalar:

Müslüman her daim hikmeti kuşanmalı ve teenni ile hareket etmelidir. Bu konuda Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem gibi davranmaya özen göstermelidir. Evinde bir eş ve baba, ticaretinde dürüst bir tüccar, işinde çalışkan bir birey olmak onun prensibi olmalıdır. Allah yolunda fedakârlık meselesine gelince şu ayet onun şiarıdır: “Onlara düşen itaat etmek ve güzel söz söylemektir. İş ciddileşince Allah’a karşı sadakat gösterselerdi elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.” (Muhammed, 21)

“Ameller niyetlere göredir”, “Kişinin niyeti amelini geçer” prensipleri gereği olarak mümin daima Allah yolunda cihad etme ve şehadet niyetini kalbinde taşımalıdır. Böylece hem azmini canlı tutar hem de münafıklık durumuna düşmekten kendisini korur.

Cihat etmek çeşitli şubelere ayrılabilir. Ancak bu şubelerin her biri aynı amaca hizmet etmektedir. Bu şubelerin her birini bütünün parçaları olarak değerlendirmek ve cihad dairesinin bu ayaklarından birine mutlaka sarılmak gerekir. Hepsini birden yapabilene ne mutlu! Ebu Umame radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim cihad etmezse ya da bir gaziyi teçhizatlandırmazsa yahut savaşa çıkan bir mücahidin ehline hayırlı bir halef olmazsa Allah kıyamet kopmadan önce ona mutlaka bir musibet verecektir.”[3]

Dünya hayatı geçicidir. Nimetleri de bir imtihan vesilesidir. Helal yollardan güzel kazanç elde etmek elbette meşrudur. Ancak dünya tek hedef haline getirilmemelidir. Eğer dünya tek hedef olursa insanı içine çeker ve Allah’a kulluktan uzaklaştırarak kendisine kul eder. Rasulûllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Enes bin Malik’ten gelen şu hadisini hiç unutmayalım: “Kıyamet gününde dünya ehlinden kafirlerin en müreffeh kişisi getirilir ve ‘Onu cehenneme kısa bir an daldırıp çıkarın’ denir. O kişi ateşe girdirilip çıkarılır. Sonra ona: ‘Ey falan kişi! Dünyada sana hiç nimet verildi mi?’ diye sorulur. O da ‘Hayır, dünyada bana hiçbir nimet asla verilmedi.’ der. Dünyada en şiddetli zarara ve belaya uğrayan bir mümin getirilir ve ‘Onu cennete kısa bir an daldırıp çıkarın.’ denir. O kişi cennete daldırılıp çıkarılır ve ona: ‘Ey falan! Sana dünyada hiçbir zarar ve bela isabet etti mi?’ diye sorulur. O da: ‘Bana hiçbir zarar ve bela isabet etmedi.’ der.”[4]


[1]. Müsned / Ahmed b. Hanbel 4/228 (Aynı ayetin tefsirinden)

[2]. Mefatih’ul-Ğayb (Aynı ayetin tefsirinden)

[3]. İbni Mace, 2762

[4]. Müslim, 2802