Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2020 Mart / 88. Sayı
Hamd; cenneti ve cehennemi yaratan ve herkese hak ettiği karşılığı, yapmış oldukları amellere göre verecek olan Allah azze ve celle’ye
Salat ve selam; cenneti ve özelliklerini bizlere bildirip ona teşvik eden; cehennemi ve manzaralarını anlatıp ondan sakınmamızı bizlere bildiren Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
Allahu Teâlâ’nın cenneti ve cemali; O’nun rızasına uygun yaşayan ve O’na hakkıyla kul olanlara; cehennemi ve azabı da Allah’ı ve dinini inkar eden ve inananlara engel olarak Allah azze ve celle’ye kul olmalarına müsaade etmeyen İslam düşmanlarının üzerine olsun.
Allah azze ve celle’ye gereği gibi kul olabilen ve hayatını Allah’ın dinine adayan Müslümanlar için ne güzel bir mükafattır cennet…
Allah azze ve celle’ye devamlı isyan eden ve insanların Allah azze ve celle’ye kul olmalarına müsade etmeyip kendileri gibi kafir olmaları için insanları zorlayanlar için ne kadar adil ve haklı bir karşılıktır cehennem…
Herkesin hak ettiğini elbet nihayetinde bulacağı, yaptıklarının hiçbir zaman karşılıksız kalmayacağı, tüm dünyada yapılanlara karşılık olarak gidilecek son duraktır cennet veya cehennem… Kim nereye ehilse, gideceği en son mevkii de orası olacaktır.
Dünyadan sonra ebedi bir hayatın yaşanacağı yerdir cennet veya cehennem.
Yüce Rabbimize şükürler olsun ki; Müslümanı dünyada amel etmeye ve ibadetlere yönlendiren ve kulluğa teşvik eden en güzel mükafatlardan biridir cennet.
Rabbimizin biz kulları için en etkili ve en önleyici hapishanesi, yapılanların kimsenin yanına kar olarak kalmayacağı ve eninde sonunda herkesin yaptığının cezasını çekeceği yerdir cehennem. Hataların ve günahların temizlendiği bir yerdir cehennem… Rabbine isyan edenlerin hak ettikleri karşılığı bulacakları yerdir cehennem…
Peki, buraların ehli olan kimselerin birbirleri ile olan diyalogları nasıl olacaktır?
Buraların ehli olanların ve birbirleriyle olan münasebetlerinin durumlarını ayetler ışığında incelemek ve cennetliklere imrenmek ve cehennemliklerin durumundan Allah azze ve celle’ye sığınmak gerekir. Yarın bir pişmanlık yaşamamak ve ahu vah etmemek için cehennemliklerin hallerinden de ibret almak gerekir.
Allahu Teâlâ; duraklarına yerleştiklerinde cennet halkının, cehennem halkına nasıl hitapta bulunacağını haber vermektedir. Bu, bir ayıplama ve azarlama şeklinde olacaktır.
Yüce Rabbimiz onların birbirleriyle olan bu konuşmalarından bizlere şöyle bahsetmektedir.
“Cennetlikler, cehennemliklere seslenerek, ‘Biz Rabbimizin bize vadettiklerini gerçekleşmiş bulduk, siz de Rabbinizin size yönelik vaadlerini gerçekleşmiş buldunuz mu?’ derler. Cehennemlikler ‘Evet’ derler. Bu sırada aralarından biri yüksek sesle şöyle bağırır, “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.” (A’raf, 44)
Meleklerin onları ayıplaması da böyledir. Onlara şöyle diyeceklerdir: “Yalanlayıp durduğunuz ateş işte budur. Bu bir büyü müdür, yoksa siz görmüyor musunuz? Girin oraya. Sabretseniz de, sabretmeseniz de artık birdir. Çünkü siz, ancak işlediklerinizin karşılığına çarptırılıyorsunuz, denir.” (Tur, 14-16)
Nitekim Allahu Teâlâ Saffat suresinde, kafirlerden birini dost edinmiş bir kişiden bahisle şöyle buyurur: “Bu kişi (cennetteki) kardeşlerine dedi ki: Siz benimle birlikte cehenneme bakmak ister misiniz ki durumunu öğrenelim? Derler ki: ‘Yok, Hayır!’. İşte o zaman bu konuşan kişi cennetteki deliklerin birinden baktı ve onu -arkadaşını- cehennemin ortasında ateşin göbeğinde gördü. Ve onu kınayarak dedi ki: ‘Allah’a and olsun ki az kalsın beni de mahvedecektin. Rabbimin lütfu olmasaydı, ben de oraya cehenneme götürülenlerden olacaktım.’ Cennettekiler der ki: ‘Sadece ilk ölümümüz dışında bir şey yok, değil mi? Artık bize azap da çektirilmeyecek! Bu gerçekten muhteşem bir kurtuluş! Çalışanlar böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar.” (Saffat, 54-61)
Ka’b el-Ahbar şöyle demiştir: “Cennette pencereler vardır ki, cennet ehlinden birisi istediği zaman ateşteki düşmanına bakar ve onu görerek şükrü artar.”
“Çalışanlar bunun için çalışsınlar” ayeti hakkında Katade, cennet ehlinin sözlerinden olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr ise bunun, Allahu Teâlâ’nın kelamından olduğunu söyleyip şöyle açıklar: Dünyada iken çalışanlar bu nimet ve bu kurtuluş gibisi için, ahirette bunlara kavuşabilmeleri gayesiyle çalışsınlar.
Başına gelen azap ve ceza sebebiyle, dünyada iken söylemiş olduğu sözleri inkarla onu (yani dünyadaki kafirlerden olan dostunu) ayıplar ve suçlar.
İbn Ebu Hatim’in Hasan İbn Arafe’den, onun da Ömer İbn Abdurrahman el-Ebbar Ebu Hafs’dan rivayetine göre; o şöyle anlatmıştır: İsmail, Süddi’ye “İçlerinden bir sözcü der ki: Benim bir dostum vardı. Derdi ki: ‘Sen de mi tasdik edenlerdensin?’ ayetini sordum. Bana: Sana bunu hatırlatan nedir? diye sordu.
Ben: Biraz önce okudum ve sana sormak istedim, dedim.
Şöyle anlattı: “İyi ezberle; İsrailoğulları içinde iki ortak vardı. Birisi mümin diğeri kafir idi. Altı bin dinarı paylaşarak ayrıldılar. Onlardan her birine üç bin dinar düşmüştü. Allah’ın kalmalarını dilediği kadar kaldılar sonra bir araya geldiler (karşılaştılar) de kafir olanı mümine:
-Malını ne yaptın? Bir şeyler kazandın mı? Onunla ticaret yaptın mı? diye sordu. Mümin olanı ona:
-Hayır. Peki, sen ne yaptın?
-Onunla bir arazi, hurmalık, meyvelik ve nehirler satın aldım.
-Gerçekten bunu yaptın mı?’
-Evet.
Mümin kişi dönüp gitti. Gece olduğunda Allah’ın kılmasını dilediği kadar namaz kıldı, namazdan ayrıldığında bin dinar alıp önüne koydu. Sonra: ‘Allah’ım, filanca -kafir olan ortağını kastediyordu- bin dinar ile bir arazi, hurmalık, meyveler ve nehirler satın almış. Yarın ölecek ve onları bırakıp gidecek. Allah’ım, şüphesiz ben senden bu bin dinar ile cennette bir arazi, hurmalık, meyveler ve nehirler satın aldım.’ dedi.
Sabahleyin bu bin dinarı yoksullara paylaştırdı. Sonra Allah’ın kalmalarını dilediği kadar kaldılar, sonra karşılaştılar da kafir olanı mümine:
-Malını ne yaptın? Onunla bir şey kazandın mı? Onunla ticaret yaptın mı? diye sordu. Mümin kişi:
-Hayır, peki sen ne yaptın?
-Arazilerimin işleri ağırlaşmış, zorlaşmıştı. Bin dinar ile köleler satın aldım. Arazimde benim için çalışıyorlar
-Gerçekten bunu yaptın mı?
-Evet.
Mümin dönüp gitti. Gece olduğunda Allah’ın kılmasını dilediği kadar namaz kıldı, namazdan ayrılınca bin dinar alıp önüne koydu. Sonra: ‘Allah’ım, şüphesiz filanca -kafir olan ortağını kastediyor- bin dinar ile dünya kölelerinden köle satın almış. Yarın ölecek ve onları terk edecek veya onlar ölüp kendisini terk edecekler. Allah’ım, şüphesiz ben şu bin dinar ile senden cennette köleler satın almışımdır.’ dedi.
Sabah olunca da bunu yoksullara paylaştırdı. Sonra Allahu Teâlâ’nın kalmalarını dilediği kadar kaldılar, sonra da karşılaştılar da kafir olanı mümine:
-Malını ne yaptın? Onunla bir şey kazandın mı? Onunla herhangi bir ticaret yaptın mı?
-Hayır, ya sen ne yaptın?
-Bir şey dışında işlerim tamam olmuştu. Filanca kadının kocası ölmüştü, bin dinarı ona mehir olarak verdim. Bu mehir hem onu hem de onun beraberindekilerin mislini bana getirdi.
-Bunu yaptın mı?
-Evet.
Mümin dönüp gitti. Gece olunca, Allah’ın kılmasını dilediği kadar namaz kılıp namazdan ayrıldığında kalan bin dinarı alıp önüne koydu ve: ‘Allah’ım, filanca -kafir olan ortağını kastediyor- dünya eşlerinden bir eşle evlenmiş. Yarın ölecek de o eşini bırakıp gidecek veya eşi ölecek de onu terk edip gidecek. Allah’ım, ben şu bin dinar ile cennette senden huriler istiyorum.’ deyip sabaha çıktığında o bin dinarı yoksullara bölüştürdü.
Böylece müminin yanında hiç bir şey kalmamış oldu. Pamuktan bir gömlek, yünden bir elbise giydi. Sonra bir ip alıp omuzuna attı, çeşitli işlerde çalışmaya, kuvveti ile bir şeyler kazmaya başladı. Bir adam ona gelip: ‘Ey Allah’ın kulu, bana aylıklı işçi olur musun? Benim hayvanlarıma bakar, onların yemini verir, pisliklerini temizlersin.’ dedi de o ‘evet yaparım’ deyip ona aylıklı işçi oldu. Hayvanlarına bakmaya başladı. Hayvanların sahibi her sabah gelir, hayvanlarına bakar, onlardan arık ve zayıf olan birini gördüğü zaman işçisinin başından tutup boynuna vurarak: ‘Dün gecenin arpasını mı çaldın?’ derdi. Mümin bu zorluğu ve sıkıntıyı görünce: ‘Kafir olan ortağıma giderim, onun arazisinde çalışırım bana bir gün bir kuru ekmek verir, eskidiği zaman bana şu iki elbisemin yenisini giydirir.’ deyip kafir olan arkadaşına gitti.
Arkadaşının kapısına vardığında gece olmuştu. Bir de baktı ki göğe yükselen bir köşk, çevresinde kapıcılar var. Onlara: ‘Şu köşkün sahibinden benim için (içeri girmem için) izin isteyin. Bunu yaptığınız takdirde bu kendisini sevindirecektir.’ dedi. Onlar kendisine: ‘Git, şayet doğru sözlü isen bir köşecikte uyu. Sabah olduğu zaman karşısına çık.’ dediler.
Mümin gidip elbisesinin yarısını altına, yarısını üzerine koyup uyudu. Sabah olunca, kafir olan ortağına gelip kendisini ona sundu. Kafir olan ortağı binitli olarak çıkıp da onu gördüğünde tanıdı. Başında durup selam verdi, onunla musafaha etti. Sonra ona:
-Maldan benim aldığım kadarını almamış mıydın?
-Evet almıştım, işte benim halim bu. Ya senin halin nicedir?
-Malını ne yaptığını bana haber verir misin?
-Bana onu sorma
-Seni buraya getiren nedir?
-Senin arazinde çalışmaya geldim. Günden güne bana bir parça ekmek verirsin, eskidikleri zaman şu iki elbiseyi (şu iki elbisenin yerine başka iki elbiseyi) bana giydirirsin
-Hayır yapmam, fakat sana bundan daha iyi bir şey yapacağım. Ancak malını ne yaptığını bana söylemedikçe benden hiç bir hayır görecek değilsin.
-Onu borç verdim.
-Kime?
-Vefakar bir zengine!
-Kim?
-Rabbim olan Allah!
Kafir olan arkadaşı onunla musafaha eder halde iken elini elinden çekip:
-Sen de mi tasdik edenlerdensin? Öldüğümüz, toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi ceza göreceğiz? -Süddî’nin söylediğine göre: Hesaba mı çekileceğiz?- deyip ayrılıp gitti ve onu terketti. Mümin kişi onun kendisine iltifat etmediğini görünce döndü, bırakıp gitti ve bir süre darlık içinde yaşadı. Kafir de bir zaman bolluk içinde yaşadı.
Kıyamet günü olup da Allahu Teâlâ, mümini cennete koyduğunda geçerken bir arazi, hurmalık, meyveler ve nehirler gördü ve: ‘Bu kimindir?’ diye sordu. ‘Bu senindir.’ denildi. ‘Subhanallah! Amelimin değeri bunun benzeriyle mükafatlandırılmama yetti mi?’ dedi. Sonra yürümeye devam etti ve sayılamayacak kadar çok köleler gördü. ‘Bunlar kimindir?’ sorusuna: ‘Bunlar senindir.’ denildi. ‘Subhanallah!; amelimin değeri şunun gibisiyle mükafatlandırılmama yetti mi?’ dedi. Sonra yürümeye devam etti de kırmızı yakuttan oyulmuş bir kubbe gördü. İçinde huriler vardı. ‘Bunlar kimindir?’ diye sordu da: ‘Bunlar senindir.’ denildi. ‘Subhanallah, amelimin fazileti şunun gibisiyle mükafatlandırılmama mı ulaşmış?’ dedi. Sonra mümin kişi kafir olan ortağını hatırlayarak: ‘Benim bir dostum vardı. Derdi ki: Sen de mi tasdik edenlerdensin? Öldüğümüz, toprak ve bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, biz mi ceza göreceğiz? derdi’ dedi.
Cennet yücedir, cehennem alçaktır. Allahu Teâlâ ona, cehennemliklerin arasından cehennemin ortasındaki arkadaşını gösterdi. Mümin kişi onu gördüğü zaman tanıyıp: “Allah’a andolsun ki az kalsın beni de mahvedecektin. Rabbimin lütfu olmasaydı, ben de oraya götürülenlerden olacaktım. Biz bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Ancak ilk ölümümüz müstesna ve azaplandırılmayacağız da. İşte bu, şüphesiz büyük kurtuluştur. Çalışanlar bunun gibisi (Allah’ın bana bahşettiklerinin bir benzeri) için çalışsın” dedi. Mümin dünyada başından geçen zorlukları hatırlamaya çalıştı da, dünyada iken başına gelen zorlukların kendisine ölümden daha ağır olmadığını gördü.[1]
“Onlar insanları Allah yolundan alıkoyarlar, onu eğri göstermeye yeltenirler ve ahirete de inanmazlar.” (A’raf, 45)
Onlar, insanları Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘in getirmiş olduğu Allah azze ve celle’nin yoluna ve şeriatına uymaktan alıkoyarlar. Ve kimsenin uymaması için bu yolun eğri büğrü olmasını arzularlar. Onlar eğri yolu isterler, doğru yolu değil. Çünkü onlar eğrilikten hoşlanırlar, doğruluktan değil. Doğruluğun da tek bir şekli vardır: Allah azze ve celle’nin belirlediği yolda O’nun hayat sistemine uyarak O’nun şeriatını uygulamak. Bunun dışındaki her şey eğridir, eğriliği istemektir. Onlar ahiret yurdunda Allah azze ve celle’ye kavuşacaklarını inkar ederler, bunu yalanlar, doğrulamaz ve inanmazlar. Bu sebepledir ki yapmış oldukları kavlî ve fiilî kötülüklere hiç aldırmazlar. Zira onlar, bu yüzden hesaba çekileceklerinden ve azaptan korkmazlar.
“İki taraf arasında bir set ve bu setin tepelerinde her iki grubu simalarından tanıyan kimseler vardır. Cennete girememiş fakat gireceklerini uman bu kimseler cennetliklere “selamun aleyküm” diye seslenirler.” (A’raf, 46) İşte onlar cennet ehline bakıp selam veriyorlar. Ve Yüce Allah’tan onlarla birlikte kendilerini de cennete sokmasını arzuluyorlar.
Sonra orada cennetle cehennemi ayıran bir engel bulunmaktadır. Bu engelin üzerinde de bazı insanlar durur ve bunlar cehennem ehli ile cennet ehlini yüzlerinden, belirtilerinden tanırlar. O halde, bakalım kimdir bunlar, cennet ve cehennem ehli ile ne işleri vardır?
Allahu Teâlâ; cennet halkının, cehennem halkı ile karşılıklı konuşmalarını zikrettikten sonra, cennet ile cehennem arasında bir perde olduğuna işaret buyurmaktadır. Bu; cehennem halkının, cennete ulaşmasını engelleyen bir manidir. İbn Cerîr der ki: Bu, Allahu Teâlâ’nın: “O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: “(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azap vardır.” (Hadid, 13) buyruğundaki surdur.
A’raf ashabının kimler olduğu hususunda müfessirlerin ifadeleri muhteliftir. Ancak hepsi de birbirine yakın olup aynı manaya döndürülebilir: Buna göre A’raf’takiler; kötülükleri ile iyilikleri müsavî olan bir topluluktur. Huzeyfe, İbn Abbas, İbn Mes’ud ve selef ile haleften birçoğu böyle demişlerdir. Bu yüzden ne cennet ehli ile birlikte cennete, ne de cehennem ehli ile birlikte cehenneme gitmişlerdir.İkisinin arasında kalıp Allah’ın lütfunu beklemekte, O’nun merhametini ümit etmektedirler. Bunlar cennet ehlini yüzlerinden tanırlar.
Onlar bu halde iken Rabbimiz onlara gelir (tecellî eder) ve şöyle buyurur: “Gidin, girin cennete. Muhakkak ben sizi bağışladım.”
A’raf ashabı bu yerdedirler. Nihayet Allahu Teâlâ onları bağışlamayı murad edince onlar “hayat” adı verilen bir nehre götürülürler. İki kıyısında altın kamışlar vardır. İnci ile süslüdür. Toprağı misktir. Ona atılırlar da renkleri düzelir. Boğazlarında beyaz bir ben görülür de onunla tanınırlar. Nihayet renkleri düzeldiğinde Rahman onlara gelir ve: “Dilediğinizi temenni edin” buyurur. Onlar temennide bulunurlar. Ümitleri kesildiğinde; Allahu Teâlâ onlara: “Temenni etmekte olduğunuz ve daha onun yetmiş katı sizin içindir” buyurur da cennete girerler. Boğazlarında beyaz bir ben vardır. Ve bununla tanınırlar. Onlara cennet halkının yoksulları adı verilir.[2]
“Bunların bakışları, cehennemliklere doğru kaydırılınca da “Ey Rabbimiz, bizi zalimler ile bir araya getirme” derler. (A’raf, 47)
Abdullah İbn el-Mübarek der ki: Ebu Bekr el-Hüzelî kanalıyla… İbn Mes’ud’dan rivayete göre; o, şöyle demiştir: İnsanlar kıyamet günü hesaba çekilecek. İyilikleri kötülüklerden bir fazla olan, cennete girecek. Kötülükleri iyiliklerinden bir fazla olan da, cehenneme girecek. Sonra Allahu Teâlâ’nın: “Ama kimin tartıları ağır gelirse; o hoş bir hayat içindedir” (Karia, 6-7) ayetlerini okuyan İbn Mes’ud şöyle devam etti: Muhakkak ki mizan, bir tane ağırlığı ile hafif gelir veya ağır çeker. İyilikleri ve kötülükleri eşit olan ise A’raf ashabındandır. Bunlar, sırat üzerinde durdurulurlar. Sonra cennet ve cehennem halkını tanırlar. Cennet halkını gördüklerinde onlara: Selam size, diye seslenirler. Gözleri sollarına çevrilip de cehennem halkını gördüklerinde ise: Rabbimiz, bizi zalimler güruhu ile beraber bulundurma, diyerek onların duraklarından Allah azze ve celle’ye sığınırlar. İyilik sahiplerine gelince; onlara, ışığında yürüyecekleri önlerinde ve sağlarında bir nur verilir. O gün, her kula ve her ümmete bir nur verilecektir. Sırat üzerine geldiklerinde; Allahu Teâlâ her münafık erkek ve kadının nurunu geri alacaktır. Cennet halkı, münafıkların başına geleni gördüklerinde: “Rabbimiz, ışığımızı tamamla…” (Tahrim, 8) derler.
A’raf ashabına gelince; onların nuru ellerinde olup geri alınmaz. İşte orada Allahu Teâlâ: “Bunlar, henüz cennete girmeyen ama girmeyi uman kimselerdir.” buyurur. Cennete girme umutları, onlar için cennete girmedir. İbn Mes’ud şöyle demiştir: “Muhakkak ki kul bir iyilik yaptığında, bunun karşılığında ona on iyilik yazılır. Bir kötülük işlediğinde ise bu sadece bir kötülük olarak yazılır. Biri, onuna galib gelen kişi, muhakkak helak olmuştur.[3]
“Bu tepelerdekiler, simalarından tanıdıkları bazı azılı kafirlere de şöyle seslenirler. “Ne kalabalığınız ve ne de şımarmanıza yol açan güçleriniz size yarar sağlamadı.” (A’raf, 48)
İşte siz ateştesiniz. Kalabalığınız size yaramadı. Büyüklük taslamanız hiçbir fayda sağlamadı.
Gözleri cehennem ehline ilişince -sanki istemeyerek o tarafa yönelmişler gibi- onlarla aynı sonucu paylaşmaktan Allah azze ve celle’ye sığınırlar. Sonra yüzlerinden tanınan suçluların önde gelenlerini görürler. Onları azarlayıp kınayarak onlara, müminler hakkında onların sapık olduklarına, Allah azze ve celle’nin onlara merhamet etmeyeceğine ilişkin dünyada söyledikleri kendi sözlerini hatırlatırlar.
“Allah onları hiçbir rahmete erdirmez” diye haklarında yemin ederek küçümsediğiniz kimseler bunlar mıydı?
Bakın, şimdi onlar nerededirler ve onlara neler söylenmektedir?
Bu arada Allah azze ve celle onlara “Giriniz cennete, sizin için hiçbir korku söz konusu değil ve artık hiç üzülmeyeceksiniz’ der.Cehennemlikler cennetliklere ‘Bize biraz su ya da Allah’ın size sunduğu yiyeceklerden biraz bir şeyler ikram ediniz?’ diye seslenirler. Cennetlikler ise ‘Allah her ikisini de kafirlere haram kıldı’ derler.” (A’raf, 49-50)
Allahu Teâlâ; burada cehennem ehlinin zilletini, onların cennet ehlinin içecek ve yiyeceklerinden istemelerini ve onların bu isteklerine icabet edilmeyeceğini haber vermektedir.
Sevrî, bu ayetin tefsirinde… Saîd İbn Cübeyr’in şöyle dediğini nakleder: “Kişi babasına veya kardeşine seslenir ve: ‘Yandım, bana biraz su akıt.’ der. Kendilerine: ‘Onlara icabet ediniz.’ buyurulur da: ‘Doğrusu Allah, onları kafirlere haram kıldı.’ derler.”
“Onlar dinlerini oyun ve eğlence yerine koydular, dünya hayatı kendilerini baştan çıkardı.” (A’raf, 51) Sonra birden, mülk ve egemenlik sahibi Aziz ve Yüce Allah konuşsun diye tüm insanların sesleri kesiliyor: “Onlar nasıl bu günler ile karşılaşacaklarını unuttular ve ayetlerimizi ısrarla yalanladılar ise, bu gün de biz onları unuturuz.” (A’raf, 51)
Allahu Teâlâ: “İşte onlar; bugünlerine kavuşmayı nasıl unutmuşlar idiyse biz de bugün onları öylece unuturuz” buyurmaktadır ki; onlara, unutulan kişinin muamelesi ile muamelede bulunuruz, demektir. Zira hiçbir şey Allah azze ve celle’nin ilminden kaçmaz ve onun dışında kalmaz. Allah hiçbir şeyi unutmaz. Allahu Teâlâ bunu ancak onlara bir mukabele kabilinden olmak üzere buyurmuştur. Nitekim başka ayetlerde de şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah’ı unuttular. O da onları unuttu.” (Tevbe, 67) “Sana ayetlerimiz gelmişti de sen, onları unutmuştun. Bugün de sen öylece unutulursun.” (Taha, 126) “Siz, nasıl bugüne kavuşacağınızı unuttuysanız biz de sizi unutup terkettik.” (Casiye, 34)
Müddessir suresi 39-48. ayetlerde de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Yalnız defterleri sağ yanlarından verilenler hariç. Onlar cennetlerde ağırlanırlar. Sorarlar. Günahkarlara: “Sakar’a (cehenneme) girmenizin sebebi nedir?” diye. Cehennemlikler derler ki; “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulların karnını doyurmazdık. Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık. Hesap verme gününü inkar ederdik. Sonunda bize ölüm gelip çattı. Artık onlara şefaat edebilecek olanların aracılığı yarar sağlamaz.”
İlk başta Yüce Allah’ın ayetlerini yalanlayan şimdi ise kendilerini yüz kızartıcı bir pozisyonda gören ve uzun uzun itiraflarla içlerini döken günahkarlar elbet sonunda beklenen hakikatle yüzleşecekler ve dünyada hiç önem vermedikleri, adam yerine koymadıkları müminleri kendilerinden üstün bir konumda görecekler ve pişmanlıklarına pişmanlık katacaklar. Çünkü dünyada hiç önemsemedikleri bu kimseler onlardan daha üstün ve onurlu bir konumdadırlar. Müminler bu üstün konumlarının rahatlığı içinde o inkarcılara: “Sakar’a (cehenneme) sürüklenmenizin sebebi nedir?” diye sorarlar.
Günahkarların uzun ve ayrıntılı itirafları kendilerini “sakar” cehennemine sürükleyen çok sayıda günahı içeriyor. Onlar müminler karşısında başları eğik ve aşağılanmış bir pozisyonda bu suçlarını kendi dilleri ile itiraf ederler.
“Biz namaz kılanlardan değildik.”
Burada “namaz kılmak” tümü ile “iman etme”yi anlatan dolaylı bir ifadedir. Bu ifade biçimi, bu inanç sisteminde namazın taşıdığı önemi vurgulamakta, onu imanın göstergesi ve sembolü olarak tanıtmaktadır. Buna göre namazı inkar etmek kafirliğin delili olmakta, sahibini müminlerin safının dışına çıkarmaktadır. Devam ediyoruz:
“Yoksulların karnını doyurmazdık.”
Bu günah, imansızlığın peşinden geliyor. Çünkü iman etmek Yüce Allah’ın doğrudan kendisine yönelik bir ibadetken, yoksulların karnını doyurmak yine Allah azze ve celle’ye yönelik fakat uygulama alanı kullar olan bir ibadettir. Yoksulların karnını doyurma ibadetinin Kur’an’da sık sık vurgulanması, Kur’an’ın karşılaştığı toplumda yardımlaşma duygusunun zayıf olduğunu, o acımasız ortamda yoksulların gözetilmediğini kanıtlar. Gerçi o toplumun insanları iş; övünmeye, hava atmaya sıra gelince el açıklığı ile cömertlikle bol bol övünürlerdi. Fakat sıra fakirlere yardım eli uzatmaya, gösterişsiz ve içtenlikli merhamete gelince yan çizerlerdi.
“Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.”
Bu tutum inancı hafife almayı, imana karşı saygısızlığı, onu oyun ve eğlence yerine koymayı, umursamaz ve önemsemez bir boşboğazlıkla onun hakkında ulu orta gevezelik etmeyi simgeler. Oysa iman ve inanç konusu insan hayatındaki en önemli ve en ciddi konudur. İnsan gönlünde ve bilincinde hayattaki diğer her konudan önce bu konuya yer vermelidir.
“Hesap verme gününü inkar ederdik.”
İşte belaların ana kaynağı, merkezi burasıdır. Çünkü insan ahiret gününü, hesaplaşma gününü inkar edince elindeki bütün ölçüler bozulur. Kafasındaki bütün değerler alt-üst olur, hayatı şu kısacık dünya ömrü ile sınırlandırdığı için zihnindeki hayat alanı daralır.
Günahkarlar “biz işte böyle idik, namaz kılmazdık, yoksulların karnını doyurmazdık, sorumsuz gevezelere uyarak bu inanç sistemi hakkında ileri-geri konuşurduk, hesaplaşma gününü inkar ederdik” diyorlar. Ne zamana kadar?
“Sonunda bize ölüm gelip çattı.”
Bütün kuşkuları dağıtan, bütün şüphelere son veren, işi kestirip atan ölüm. O kesin akıbetten sonra artık ne pişman olmaya, ne tevbe etmeye ve ne iyi davranışlar yapmaya zaman ve fırsat kalmaz.
Bu kötü ve alçaltıcı durum sunulduktan sonra günahkarların akıbetlerinin değişebileceğine ilişkin bütün umutlar kırılıyor.
“Artık onlara şefaat edebilecek olanların aracılığı yarar sağlamaz.”
Artık iş bitmiş, son söz gerçekleşmiş, suçlarını kendi ağızları ile itiraf eden günahkarlara yaraşan kesin “son” belirmiştir. Artık bu günahkarlara aracılık edecek biri bulunamaz. Bulunduğunu varsaysak bile hiçbir şefaatçinin aracılığı onlara yarar sağlamaz.
Buraya kadar bahsettiğimiz ayetlerde kafirlerin ve müşriklerin ahiretteki karşılaşacakları bu onur ve umut kırıcı tablo ilerde yaşanacakları gözler önüne seriyor ve onlara akıllarını başlarına almaları ve yarın bu hakikat ile karşılaşmadan önce derhal tevbe etmeleri için bir fırsat sunuyor. Ahiret manzaralarından bazı kesitleri onların gözlerinin önüne sererek onları tevbe etmeye davet ediyor.
Ne yüce ve ne merhametli bir Rabbimiz var… Kafir kullarına dahi defalarca fırsatlar sunuyor. Onlara devamlı tevbe kapılarını aralıyor. Şeytanın adımlarına tabi olmaktan onları sakındırıyor. Türlü misallerle onlara hakikatı bildiriyor. İleride yaşanacak olayları bir film şeridi gibi onlara sunuyor. Sahneleri en ayrıntılı şekilde canlandırıyor. Onlardan biri olmamaları için onları ikaz ediyor.
Fakat ne görüyoruz? Onlar maalesef bu fırsatlara yüz çeviriyorlar, onlardan faydalanmaya yanaşmıyorlar. Önlerine çıkan kurtuluşimkanlarından, hidayetten ve hayırdan olabildiğince kaçıyorlar. Dünyada türlü fikirlere karşı müsamahakâr olan veya öyleymiş gibi davrananlar nedense Allahu Teâlâ’nın kitabına böyle bakmıyorlar. Misallerini gerçekçi bulmuyorlar. “Gökten indiği zannedilen Muhammedî kelam” şeklindeki sözlerle vahyi kabullenmemede diretiyorlar.
Rabbimizden duamız kalplerimizi basiret nuruyla aydınlatsın, bizlere ibret almayı ve ileride karşılaşacağımız akıbetten kendimize faydası dokunacak sonuçlar çıkarabilmeyi nasip etsin. Allah azze ve celle’ye isyana devam edenlere de yaratana karşı açtıkları bu savaşı hiçbir zaman kazanamayacaklarını anlamalarını ve bir an önce tevbe etmelerini ve Allah azze ve celle’ye halisane kullardan olmalarını nasip etsin. Buna rağmen hala akıllarını başlarına almayan ve ahireti hesaba katmayarak bu dünyada kazanacaklarını zanneden küçük beyinlilere de diyoruz ki:
“Kafirler için yaşasın CEHENNEM”
Selam ve Dua ile
[1]. Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6795-6801
[2]. Hadîsi, İbn Ebu Hatim de babası kanalıyla Cerîr’den rivayet etmiştir. Süfyan es-Sevrî ise Habîb İbn Ebu Sabit kanalıyla… Abdullah İbn Haris’ten rivayet etmiştir ki; bu, daha sıhhatlidir. En doğrusunu Allah bilir. Bu, Mücahid, Dahhak ve birçoklarından da rivayet edilmiştir.
[3]. Hadisi İbn Cerîr rivayet etmiştir.