Kapak Dosya – Ümit Şit / 2018 Ekim / 71. Sayı
Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı. Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın. [1]
O Allah ki rahman ve rahimdir. O rahman ki dünya da canlı tüm varlıkları merhameti ile kuşatmıştır. Kendisine gece gündüz isyan edenleri bile merhametinden geride tutmamıştır. O halık ki, yarattığını en güzel şekilde yaratmıştır. Yarattığının zaaflarının derecelerini, kusurlarının niteliklerini, acizliklerinin künhünü bildiğinden her ferde takati kadar yük yüklemiştir. O adil ki, hiçbir kuluna zulmetmedi. Lakin o kulları kendi kendilerine zulmettiler.
Allah Teâlâ dünyayı imtihan alanı olarak yaratmış ve bunun üzerine de imtihan olunanları ve imtihan olacak vasıtaları, nesneleri yaratmıştır. Bunların hepsini bir düzene, bir yasaya bağlamıştır. Allah’ın yeryüzünde canlı ve cansız varlıklar için koyduğu değişmez yasalara sünnetullah denir. Bu sünnetullah ise değişmemektedir. Yerin çekme kanunu, suyun kaldırma kanunu, ateşin yanma, suyun belli bir sıcaklıktan sonra buharlaşma kanunu gibi kanunlar olduğu gibi, kullarının yaşayışlarına bir düzen getiren, aralarındaki hukuku belirleyen, dünyada kötü ya da iyi bir insan olmanın kriterlerini ortaya koyan ve bu kriterler doğrultusunda amel eden insanların ebedi barınacağı yeni yurtlarını belirleyen yasalar da mevcuttur. Dünyada iki yön vardır ki bunlardan bir hak ve diğer yönler ise batıldır. “İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?”[2]
Rabbimiz olan Allah Teâlâ, yüzümüzü rabbimize döndürmek ve hak yolda ilerlemek için hidayet rehberlerini yeryüzüne elinde rehberle indirmiştir. Şöyle düşünelim; bir başka ülkeye gittiniz. Bu ülkeyi bilmiyor ve tanımıyorsunuz. Ancak tahminler çerçevesinde yolumuzu buluruz diyorsunuz. Birden elinde o ülkeyi tanıtan, yollarını gösteren, gidilecek ya da gidilmeyecek olan yerlerini size göstermesi için bir tur rehberi yanınıza gelmiş olsun. Herkes bilir ki tahminler yerine bu tur rehberine tabi olmak sorunsuz bir gezinti sağlayacaktır. Şayet ben tahminlerim üzerinden gideceğim derseniz hem yolunuz uzayacak hem de başınıza kötü bir şey gelme ihtimali olacaktır. İşte bu iki kişinin tutumları konumuzun detaylarını belirleyecektir. Biri elinde rehber ile gelen tur rehberine tabi olurken bir diğeri ise rehberden yüz çevirmek suretiyle kendi nefisinin tayin ettiği yolu seçmiştir. Bu iki yolu seçenler üzerinde cereyan eden Allah’ın bir sünneti vardır.
Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. [3]
Allah Teâlâ, elçilerini kavimlerine gönderdiğinde onlara sadece tek ve hak olan Allah’ın otoritesini tanıyın. Hayatınızın merkezine Allah’ın emir ve yasaklarını yerleştirin. Memnun edeceğiniz ilk Allah olsun. Övgüde bulunacağınız sadece Allah olsun. Kabre girmeden önce ona teslim olun ve teslim olmuş olarak kabre girin demişlerdir. Yani la ilahe illallah’ı hayatınıza tatbik edin. Verdiğiniz sözde yalpalamadan durun. La ilahe illallah’ı söyleyip te kafirler gibi bir hayat yaşamayın.
“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır. [4]
Allah Teâlâ peygamberleri aracılığıyla sapık olan insanlara hakkı gönderdiğinde fıtratı bozulmamış, kavmin içinde temiz kalmış olan insanlar hakka tabi olmuşlardır. Ancak nefsine ağır gelenler vahyi yalanlamışlar ve yüz çevirenlerden olmuşlardır. Allah tabi olanları eziyet edenlerden kurtarmış ve sabretmeleri karşılığında gerçek kurtuluşa erdirmiştir.
Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzünde hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onlar için yerleştirip sabitleştireceğini ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını va’d etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte asıl fasık / inkârcı olanlar onlardır.” [5]
“Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyete uğramalarına rağmen sabrettiler. Nihâyet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah’ın kelimelerini (sabredenler hakkındaki sözünü, kânûnunu) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun (tarafımdan) gönderilen (o peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana da geldi…” [6]
“Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz gâlip gelecektir. Onun için sen bir süreye kadar onlara aldırma.” [7]
Allah elbette ben ve elçilerim gâlib geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâlibdir.” [8]
Allah’ın iman edenler hakkında uyguladığı sünnet zafer, izzet ve ebedi kurtuluşken, yüz çevirenlere ise zillet damgası vurarak hem dünyada hem de ahirette lanete uğramışlardır. Allah firavunlara, nemrutlara, Ebu cehillere, ebrehelere, calutlara ve daha adını sayamayacağımız tüm zalimlere uyanları helak etmiş ve dünyaya iyileri mirasçı kılmıştır. Şöyle bakılırsa; firavun ya da nemrut kendi zamanlarının süper güçleriydi. Hiç kimse onların bu saltanatlarının yok olacağını akıllarına bile getirmemişlerdir. Ama bu zamana bakacak olursak firavunlara karşı çıkan Musa isimli çocuklar her gün doğarken, firavun isminde çocuklar doğmamaktadır. İnsanlar çocuklarına İbrahim isimlerini hala koymaya devam ederlerken, nemrut ismi sadece tarihi bir tepe ismi olarak kalmıştır. Zalimlerin kökünü hem fiil hem de isim olarak kesen Allaha hamd olsun.
Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik; onlara yeryüzünde size vermediğimiz imkanları vermiş ve üzerlerine semayı bol yağmurlu olarak göndermiştik. Nehirleri de altlarından akar hale getirmiştik; buna rağmen günahları sebebiyle onları helak ettik ve onların ardından başka nesiller meydana getirdik. [9]
Bunun üzerine bizde her birini günahı sebebiyle yakaladık. Artık onlardan kiminin üzerine (tas yağdıran) bir kasırga gönderdik. İçlerinden kimini de o korkunç ses yakaladı. Onlardan bazısını da yere batırdık. İçlerinden bazısını da suda boğduk. Halbuki Allah onlara zulmediyor değildi; fakat onlar bu isyanlarıyla kendilerine zulmediyorlardı.[10] Nice şehirler var ki, onları helak ettik de azabımız kendilerine geceleyin veya onlar kakulede olan kimseler iken ansızın gelivermiştir. [11]
Halbuki bol ve rahat geçimleri ile şımarmış nice şehir halkını helak ettik. İşte şu harap olmuş meskenleri! Kendilerinden sonra orada pek az oturabilmişler. Çünkü onlara varisler biz olmuşuzdur. [12]
Onlardan önce yasamış olan nice nesilleri böyle zulümleri sebebiyle helak edişimiz, kendilerini hala yola getirmedi mi? Halbuki onların meskenlerinde dolaşıyorlar. Şüphe yok ki bunda, doğru akıl sahipleri için nice ibretler vardır. [13]
Hem gerçekten o şehirlerin halkı iman edip peygamberlerine karşı gelmekten sakınsaydı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık fakat onlar yalanladılar, bunun üzerine bizde onları kazanmakta oldukları günahlar yüzünden azabımız ile yakalayıverdik. [14]
Allah’ın hakka tabi olanlar ile yüz çevirenler arasındaki sünnetullahı böyledir. Peki günümüzde haktan uzak yaşayanların ya da kıyısında duranların üzerindeki zilleti görebiliyor muyuz? Şöyle cevap verirler; camilerimiz açık, en gür seda ile ezanlarımız okunmakta, çocuklarımız hafız oluyor, subhanekeyi çözdü amcası gibi cevaplar gelebilir ancak zillet sadece kafirleri kapladığını düşünürlerse eksik düşünmüş olurlar. Müslümanlarda haktan ayrıldığı derecede sapmış ve zillete mahkûm olmuşlardır. Nasıl mı? Önce rızık korkusu tüm benliği kaplar. Sonra rızka erişme adına haramlar, helal ambalajıyla tüketilir. Batıyı yücelten eğitim anlayışıyla yoğrulurlar. Batıyı süper güç yapan filmler zihinlere enjekte edilir. Böylelikle katiline hayran bırakılırlar. Yazın kuran kursuna, kışın ise her türlü haramlara bulaştırılarak hak ile batıl karıştırılır. Sadece açık kızlar, jilet parlaklığındaki beyler mi flört edecek denilir. Sözde tesettürlü özde ise deve hörgücü kafalı kızlarımız ile sözde sakallı özde ise diriliş Ertuğrul modeli sakallı kardeşler yüce dava (aşk) uğruna flört ettirilir. Sonrası ise bana mantıklı gelmedi adı altında ayrılıklar oluşur. Makyajla yüze inen nur modeli yapılırken, kalpler günahlar ile kararır. Sonra batıdan ne gelse kabul görür. Doğudan gelen ise hafife alınır. Allahtan uzaklaşılır, şeytanın dostlarına yakınlaşılır. Gerçek anlamda aktif olmayan, dikkat çekemeyen şahıslar sanal dünyada dikkatleri üzerine çekme adına her türlü kepazeliklere, şaklabanlıklara, maymunluklara girerler ve buna modaya uyma denilerek sosyalleştiklerine inandırılırlar. Aslında batının insanlar üzerinde denediği köleliğin ilk örnekleri oldukları ise saklı tutulur. Kafirlerden ithal Modanın her türlü mantıksızlıklarını sorgulamadan yerine getiren gençlerimiz, Allah’ın: “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [15] Ayeti ise gündemlerinden çok uzakta durmaktadır. Adeta bu taraklarda hiç bezleri yoktur.
Böyle fertlerden nasıl bir toplum elde edilir sorusunun cevabı ise çok açıktır. Zillete boyun eğen köle toplumudur. Şehit Seyyid Kutup şöyle demiştir: İnsanoğlu Haktan uzaklaştıkça beyinsizlikte sınır tanımaz. Hak insanı aklını kullanmaya ve iyi olanı yapmaya iterek karakteri olgunlaştırır. Bâtıl ise çocuklaştırarak hiç büyütmez. Büyüyenler batıl ehli için tehdittir. Hep çocuk kalsınlar hiç büyümesinler ve üzerlerindeki semerleri fark etmesinler. Onları hayatın tek anlamlı olan davasının aşk olduğu yalanıyla kandıralım. Şarkılar hep aşktan söz etsin. Şiirler hep iki kişi arasındaki kutsanmış aşktan bahsetsin. Onlar kabre gidene kadar hep dünyanın bunun için döndüğünü bilsin ve şeytanla lanete uğrayanlarla beraber aynı ebedi barınağı paylaşsınlar.
İnsanlar günümüzde Allah’ın azabını sadece; üzerlere taş yağmurunun inmesi, kasırgaların her tarafı yok etmesi, depremlerin taş üstünde taş bırakmaması olduğunu zannediyorlar? Peki zillet ya da helak sadece böyle mi inmektedir? Zillet; Allah’ı tanımadan, sevmeden ve uğrunda bedel ödemeden sürünülen ve Allah’tan başka her şeyi öven bir yaşantı şekli değil midir? Allah’ı günlük hayatımızın ne kadarında hatırlıyoruz. En çok Allah’ı mı yoksa birbirimizi mi yüceltiyoruz? Sizler birebirinizi kutsamıyor ve yerlerde sürünmediğinizi iddia ediyorsunuz? Birbirinizi kutsuyorsunuz hem de aşk adı altında. Yerlerde sürünüyorsunuz hem de moda adı altında. Haktan uzak bir şekilde yaşam sürerken kendinizi hak üzerinde olduğunuza sizi inandırmaları ise en önemlisidir. Böyle can verirseniz sizin için bir helak ve bir zillet olmaz mı?
[1]. Fatr, 42-43
[2]. Yunus, 32
[3]. İsra, 15
[4]. Şura, 13
[5]. Nur, 55
[6]. En’âm, 34
[7]. Sâffât, 171-176
[8]. Mücâdele, 21
[9]. Enam, 6
[10]. Ankebut, 40
[11]. Araf, 4
[12]. Kasas, 58
[13]. Taha, 128
[14]. Araf, 96
[15]. Âl’i İmran, 118