Kuranın Gölgesinde – Zafer Mert / 2016 Şubat / 39. Sayı
İdam, Hakkı yok etmek için ne yapacağını şaşırmış batı ve destekçilerinin silahlarından birisi. Zaman zaman müminleri sindirmek ve yok edebileceklerini zannederek sarıldıkları bir silah.
Adime sülasi fiilinden gelip efale babından ademe, yudimu, idâmen şeklinde türetilen idam kelimesi, lügatte yok etmek, imha etmek (1) manalarına gelmektedir. Terim olarak ise; Ölüm cezası, bir devletin suçun karşılığı olarak bir mahkûmun hayatına son vermesidir. Ölüm cezasına çarptırılan kişinin cezasının infaz edilmesine idam denir.
Hayatı dünyadan ibaret gören, Roma hukuku ceza sisteminden beslenen Firavunun takipçileri hem idam cezası ile hem de müebbet hapis cezası ile müminleri yok edebileceklerini zannetmektedirler. Onların inançlarına göre idam da hayatı sona erdirir, müebbet hapis cezası da. Nitekim müebbet hapis cezası Firavunlara göre ebedi hapis cezası demektir. Hayatın tamamını dünyadan ibaret gören Firavunlar ve takipçileri bir insanı ölene kadar hapsetmeyi ebedi hapis diye isimlendirmektedirler. Çünkü onlara göre dünyadan mahrumiyet ebedi bir cezadır ama bilmiyorlar ki dünya hayatı bir mümin için ahiret hayatına kıyasla bir kuşluk vakti kadardır. Ebedî ceza veya mükâfat sadece Allah celle celaluhu katındadır. Dünyada ebedî ceza verilemez ancak dünyayı hayatın tümü zanneden gafiller böyle bir ceza verebileceklerini zannederler.
Asrımızın firavunları idamla yok etmeye çalıştıkları neslin aslında köklerini sulamaktadırlar ama farkında değillerdir. Kim diyebilir ki Mısır’da idam edilen Seyyid Kutub yok olmuştur, dünyada bir etkisi kalmamıştır. Dünyada “fi zilali’l-Kur’an”, “yoldaki işaretler” kadar çok okunan kaç kitap vardır acaba! Hasan el-Benna, Abdullah Azzam, Mervan Hadid, Malcom X yok edilebilmişler midir? Yoksa yok edilmek istenirlerken kanları bütün dünyayı yeşerten bir memba mı olmuştur?
Günümüz Firavunları da aynı mantık ve zihniyetle müminleri katletmeye, idam etmeye, yok etmeye çalışmaktadırlar. En son Bangladeş İslami cemaat emiri ile Suudi Arabistan’da idam edilen müminler de aynı zihniyet tarafından katledilmişler, yok edilmek istenmişlerdir, ama onlar inşaallah cennete doğmuşlardır.
Ölümü yeni bir hayatın başlangıcı kabul edenleri yok etmek, sindirmek, korkutmak, esaret altına almak mümkün değildir. Tarihimiz ve günümüz bu yiğitlerin kıssaları ile doludur.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de geçen Firavun ile Allah’a iman etmeleri sebebiyle Firavun tarafından asılan sihirbazların kıssası bunlardan biridir. Firavun’un: “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” demesine karşılık iman etmiş olan sihirbazlar: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.” diyerek iman gücünün her gücün üstünde olduğunu bir kere daha ispatlamışlardır.
Ashabı kiramdan Hubeyb b. Adiy’in kıssasında da bizler için çok güzel örnekler vardır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem H. 4. yılda Zâtu’r-Recî gazvesinde, başlarına Âsım b. Sâbit’i komutan atayarak, on kişilik bir kafile gönderdi. Lahyanoğulları denilen bir kabileye mensup hepsi de iyi ok atan iki yüz kadar kişi onları yakalamak maksadıyla izlerini takip etmeye koyuldu. Âsım komutasındaki gözcüler yüksekçe bir tepeye sığındılar. Müşrikler etraflarını kuşatıp onlara zarar vermeyeceklerine dair antlar ettiler, sözler verdiler. Komutanları Âsım: Allah’a yemin ederim bugün ben bir kâfirin verdiği himayeye güvenerek antlaşmaya yanaşmam, Allah’ım durumumuzu Nebi’ne haber ver, dedi. Derken onlara ok atmaya başladılar. Âsım ile birlikte yedi kişiyi öldürdüler. Hubeyb, İbn Desinne ve bir kişi daha onların verdikleri söze güvenerek aşağıya indiler. Onları ele geçirir geçirmez yaylarının kirişlerini sökerek onları bağladılar. Üçüncü kişi teslim olmayı red edince onu da öldürdüler.
Hubeyb’i ve İbn Desinne’yi alıp Mekke’ye götürdüler ve onları Mekke’de sattılar. Hubeyb’i Hâris b. Âmir’in oğulları satın aldı. Hubeyb de Bedir gazvesinde Hâris’i öldürmüştü. Hâris’in kızı anlatıyor: Hubeyb, kendisinden etek tıraşı olmak maksadıyla bir ustura istemiş o da ona bir ustura vermişti. Dalgınlığım esnasında benim bir oğlumu alıp kucağına oturtmuştu. Kapıldığım dehşetin büyüklüğünü Hubeyb de yüzümden anlamıştı. Bana: Onu öldüreceğim diye korkuyor musun yoksa dedi. Kesinlikle böyle bir şey yapmam, biz ahdimizi bozmayız, hainlik etmeyiz, diye ekledi. Allah’a yemin ederim Hubeyb’den hayırlı bir esir görmedim. Allah’a yemin ederim bir gün elindeki bir salkımdan üzüm yediğini gördüm. Hâlbuki o hem zincirlerine bağlı idi, hem o sırada Mekke’de meyve diye bir şey yoktu.
İdam edilmek üzere Harem bölgesinin dışına çıkardıklarında Hubeyb onlara: Bırakın da iki rekat namaz kılayım, dedi. Sonra da benim korktuğumu düşünmeyecek olsaydınız bu iki rekâtı daha da uzatırdım, deyip şu tarihe altın harflerle yazılması gereken şu beyitleri okudu:
“Aldırmam Müslüman olarak öldürüldükten sonra
Allah yolunda hangi yanım üzere yıkıldığıma
Bu ölümüm Allah için olduktan sonra
Dilerse o, parçalanmış bir cesedi mübarek kılar…”
Günümüzde ise beşinci yılına girmiş olan ve kâfir Esad zulmü altında inim inim inleyen Suriye’den yiğit bir mücahidi hatırlamakta fayda var. Mervan Hadid…
Mescidin bombalanması olayında -Allah’ın hikmeti- Şeyh Mervan, bazı talebeleri ile birlikte sağ olarak yakalandı ve mahkemeye çıkartıldı. Baas partisi adaletli (!) olduklarını göstermek için Şeyh’in mahkemesini yerli yabancı tüm basın medyalarına açık olarak yapıyordu. Mahkeme heyeti Suriye Savunma Bakanı Mustafa Talas ve bölgeyi elinde bulunduran en kuvvetli şahsiyet olan Salah Cedid’den oluşuyordu. Mahkeme heyetinin ilk sorusu, “Neden silah taşıdınız ve devlete karşı başkaldırdınız?” olur. Şeyh Mervan şöyle cevap verir: “Orada adı Salah Cedid olan Nusayri bir köpekle birlikte kendisini ehl-i sünnete nisbet eden ikinci bir köpek Mustafa Talas vardı. (O anki mahkeme heyeti bu ikisinden oluşuyordu ve üstad Mervan bunları yüzlerine karşı söylüyordu) bu iki köpek, bölgede İslam’ı yok etmek istiyordu. Bizler hayatta olduğumuz sürece İslam’ın yok edilmesine müsaade etmeyiz. “Bu ifadeleri duyan Mahkemedeki devrim Muhafızları Üstadın üzerine saldırırlar. Polisler ise Şeyh’in Mahkemede yabancı basın mensuplarının da bulunduğu bir ortamda öldürülmesini önlemek ve dünya basınına Suriye Mahkemesinde polis katliamı diye yansımasını engellemek amacıyla üstadı devrim muhafızlarından korurlar. Mahkeme heyeti Üstada “Sen Uşaksın” der. Üstat da “Ben Allah’ın Uşağıyım. Gerçek uşaklarsa siz ve sizin Abdunnasır’dan yetmiş sekiz bin cüneyh çalan parti lideriniz Michel Aflek’tir”der.
Mahkeme heyeti çok güçlüydü. Duruşma salonunda, kendisiyle birlikte yargılanan gençlerin bir bölümüne beraat, diğer bölümüne de üstatla beraber idam kararı verildi. Haklarında idam kararı verilen gençler ve üstad gülümsüyor, birbirlerini tebrik ediyorlardı. Haklarında beraat kararı çıkan gençler ise ağlıyordu. Yabancı basın mensupları, haklarında ölüm kararı verilenlerin sevinip gülmesine, beraat kararı çıkanların ise ağlamalarına hayret etmişlerdi. Bu hallerinin neden böyle olduğunu sorduklarında ise onlara verilen cevap “Bizlere cennet bağışlandı. Ağlayanlar ise bundan mahrum edildikleri için ağlamaktalar.” olmuştu. Haklarında idam kararı verilen üstad ve talebeleri, infazı beklemek üzere cezaevlerine götürüldü. Üstad Mervan idamını beklediği cezaevi günlerini bana şöyle anlatıyor (Olayın kendisine anlatıldığı kişi Abdullah Azzam): “Hayatımda yaşadığım en lezzetli, kalbimin ve nefsimin en rahat olduğu günler gençlerle beraber idamımı bekleyerek geçirdiğim günlerdir.” Üstad Mervan’ın idamını beklerken yazdığı şu kelimeler hala İslam gençliği tarafından tekrarlanmaktadır: “O can ki yarın doğacak, Sözleştiği vakitte Allah ile buluşacak.”
Sevgili Kardeşlerim! Bu kelimeleri ancak idamı, Allah’a kavuşmak için bir köprü gören bir insan söyleyebilir. İdamı fani olan bir dünyadan baki olan bir dünyaya yolculuk edip, orada sevdiklerine kavuşmak için bir bilet gören kimse… Bunu ancak davasına gönülden bağlanan ve bu uğurda her şeyini feda edebilecek kadar fedakâr insanlar yapabilir. Bu dava ancak böyle yiğit olan insanların omuzlarında yükselebilir. Bu yolda ancak başını koyanlar yürüyebilir. Korkak ve bencil insanlar bu yolda yürüyemezler… Çünkü yol çok meşakkatli ve dikenlerle dolu bir yoldur… Rabbim bizleri de bu yolun yolcularından eylesin…
Üstad Mervan ve arkadaşları zindanda idamlarının infazlarını beklerken, Hama müftüsü Şeyh Muhammed El-Hamid, Hamalı olan Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız’ın yanına giderek “Üstad Mervan El-Hadid’e ne yapmayı düşünüyorsunuz?” der. Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız’da “Onun idamına hükmettik” diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed el-Hamid, “Sen bunu akıllıca düşünerek mi söylüyorsun? Mervan el-Hadid’i idam ettiğiniz takdirde Hama’nın susacağını mı zannediyorsunuz? Onu idam ederseniz Hama’da üstesinden gelemeyeceğiniz ölçüde sorunlar başlar” der. Bunu dinleyen Cumhurbaşkanı “Peki, senin görüşün nedir?” diye sorar. Müftü Muhammed El-Hamid, “Benim görüşüm onu çıkartmanız ve affetmenizdir” der. Bunu duyan Cumhurbaşkanı el-Hafız’da “bizzat siz gidin ve onu çıkartın” der. 1973’de Suriye hükümeti yeni bir anayasa hazırlar ve bu anayasadan “Suriye İslam Devleti’dir” maddesini çıkartır. Eski anayasanın birinci maddesi olan bu madde silinince İslam âlimleri ve hatipler ayaklanırlar. Bunlardan biride üstad Mervan El-Hadid’tir. Cuma hutbesine; “Kim mescitte ölmek üzere biat edecek?” diyerek başlar. Üstadın bu şekilde başladığı hutbesini duyan insanlar camiden bir bir sıvışmaya başlarlar. Zira üstadın hutbesini dinlemek çok tehlikelidir. Üstad Mervan bu hutbesinden sonra gizlenir. Şam’a giderek orada bir daire kiralar ve gizlice silah toplamaya başlar. –Allahu Ekber- bitkinlik nedir tanımaz. Allah’ın dini için mücadelede gevşeklik göstermez. Korku nedir bilmez. Bir gün istihbarat, Üstadın gizlendiği yeri keşfetti ve oturduğu binanın etrafı sarıldı. Sabah namazını yeni kılmışlardı. Evde Üstad Mervan ile birlikte iki öğrencisi ve yeni nikâhladığı eşi bulunmaktaydı. Üstad Mervan yeni evlenmişti. Gerdek gecesi, eşine “İçimde birkaç güne kadar bu dünyayı terk edeceğim hissi var. Bu nedenle yatağına gelmek istemiyorum. Bakire kalman senin için daha hayırlıdır” demişti. Üstadın yaşı 30 ile 40 arasındaydı. Belki de daha fazlaydı. Kendisi 20 yaşından beri sorunlardan sıyrılamamış, Mahkeme ve Zindanlar peşini bırakmamıştı. Bu nedenle nişanlanmaya ya da evlenmeye fırsat bulamamıştı. Arabalar üstadın bulunduğu binayı kuşatmıştır. Polisler hoparlörle binadakilere seslenerek dışarı çıkmalarını, içeride yakalamak istedikleri Iraklı bir casusun olduğunu” anons ederler. O sıralar Suriye ile Irak’ın arasında ihtilaf ve siyasi çekişme vardı. Üstad Mervan’da yanında bulunan bir mikrofonla dışarıdakilere, “İstihbarat adamları ve polisler! 15 dakika içerisinde burayı terk etmeniz konusunda sizleri uyarıyoruz. Aksi takdirde 15 dakika sonra sizinle savaşırız” diye seslenir. Gerçekten üstad 15 dakika sabretti. 15 dakika sonra ise bomba ve otomatik silahlarla binadan ateş etmeye başladı. Polisler durumu merkez’e bildirdiler ve evin etrafında hemen hemen 1000’e yakın polis ve istihbarat mensubu toplandı. Üstadın bulunduğu dairede ise kendisi, öğrencisi ve henüz zifafa girmediği nikâhlısı vardı. Polisler binayı uçak ve helikopterlerle havadan da kontrol altına almışlardı. Polisler binaya girip TNT yerleştirmek istediler. Fakat kim binaya girmeye cesaret edebilecek? İki kişiye karşı bin kişi! Ve ayrıca uçak ve helikopterler ile gözetlenmekte. Öğle vakti olduğunda üstadın cephanesi tükenir. Öğleden ikindi vaktine kadar hiç kimse üstadın dairesine saldıramaz. İkindi sonrası dairesine saldırılır. Üstadın cephanesi çoktan tükenmiş ve kolundan yaralanmıştır. Üstad başı dik bir vaziyette binadan iner. Yanındakilerle birlikte tutuklanır. Olayın haberi Hafız Esad’a ulaştığında adeta çıldırır. Bin kişilik kuşatmada polisler çok kayıp vermişlerdir. Üstad ise sadece kolundan yaralanmış olarak başı dik olarak dışarı çıkmıştır. Hafız Esad der ki: “Mervan’la bizzat ben görüşmek istiyorum.” Daha sonra üstadın yanına gelir. Ona, “Ey Mervan! Geçmişte olanları unutup birlikte yeni bir sayfa açalım. Allah geçmişte olanları affetsin. Seni bir şartla hiçbir şeyden dolayı hesaba çekmeyiz. “Silahlı mücadeleyi bırakacaksın, tek şartımız bu” der. Kafir Esad’ın teklifine üstad şöyle cevap verir: “Bende bir şartla sizinle anlaşabilirim. O da Suriye’de İslam Devleti’nin kurulmasında bana yardım edeceksiniz.” Bu net tavrı işiten Esad; olduğu gibi geri döner ve mahkeme safhası başlar… Son olarak Üstad Mervan hapishanede vefat etti. Bilemiyoruz eceliyle mi? Yoksa suikast sonucu mu öldü? Vefat ettiğinde ailesine Üstad’ın cenazesini gelip almaları için haber saldılar. Onlarda cezaevi idaresinden, “Mervan’ı siz öldürdünüz” dediler. “Hayır” cevabı verildi. Üstad Şam’da bir mezarlığa defnolundu. Defnolunduktan sonra mezarının etrafında yaklaşık iki yüz kişilik askeri birlik bekliyordu. Hükümet, cesedin alınmasından ve gösteri yapılmasından korkmuştu. Allah Mervan Hadid ‘e ve İslam uğrunda canlarını seve seve veren diğer bütün şehitlere rahmetiyle muamele etsin. Bizlere de onların yüklenmiş oldukları bu misyonu sürdürmeyi nasip etsin. Ey bütün ve güzel sıfatların sahibi olan Allah’ım! Bizler dünyada iken o güzel insanlarla bir araya gelemedik. Bizleri Firdevs cennetlerinde bir araya getir. (2)
Firavun idam ettiğini sandı…
Mekkeli putperstler idam ettiklerini düşündüler.
Hafız Esad idam ettiğini, yok ettiğini zannetti.
Sonuç, Firavun helak oldu, Mekke’de şu an eksiklerle beraber İslam sancağı dalgalanmakta, Suriye’de Mervan Hadidlerin yüzbinlerce torunları Beşşar Esad’a ve yedi düvele karşı mücadale ediyor.
Zalimler şunu çok iyi bilmelidirler ki idam ederek yok ettiklerini zannettikleri her bir Müslüman onların yok oluşlarına bir adım daha yaklaştırmaktadır. Eğer idamlarla, öldürmelerle bu ümmet bitirilebilecek olsa idi şimdiye kadar bitirilebilirdi. Lakin Allah’ın yardımı müminlerle beraberdir. Zalimlerin ve katillerin çaresizliğini şairin beyitleri ne kadar güzel ifade etmektedir:
Cellât uyandı yatağında bir gece
“Tanrım” dedi “Bu ne zor bilmece:
Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe…” (3)
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Firavun ile sihirbazların kıssası, ashabtan Hubeyb ile Mekkeli müşrikler ve günümüzden Mervan Hadid ile zalim Hafız Esed kıssalarını incelediğimizde hangi sonuçlara ulaşmaktayız.
Zalimler tarih boyunca müminlere diz çöktürmek, hak yoldan saptırmak için gücü bir vesile olarak kullanmak istemişler, en vahşi cinayetlere yönelmişlerdir.
İhlâslı Müminler, Allah’ın vaadine güvenerek bu zulme ve tehditlere boyun eğmeyerek hak yolda yürümüşlerdir.
Zalimlerin akıbeti helak, şehid edilen müminler ise Allahu Teâlâ’nın ebedi nimetlerine kavuşmak olmuştur. Nitekim Rabbimiz kendi yolunda idam edilerek şehid edilenler için şöyle buyurmaktadır:
“Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyiniz. Aksine onlar diridirler. Fakat siz (onu) anlayamazsınız.” (4) “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rabbleri katında diridirler, rızıklanırlar.” (5) (Âli İmrân, 169)
Allah yolunda öldürülmek, idam bir yok oluş değil, cennetin anahtarıdır. Çünkü Allahu Teâlâ en sevdiği canını Rabbi için feda edenlere ebedi nimetleri vaat etmiştir.
“Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” (6)
Asıl yok olacak olanlar nefsi için yaşayıp, nefsi için çalışıp, nefsi uğrunda ölenlerdir. Rabbim bizi kendi yolunda son nefesini veren kullarından eylesin.
————————-
1. Kadir Güneş, Arapça-Türkçe Sözlük, Mektep Yayınları, Ağustos, 2015, İstanbul, Adime maddesi.
2. Abdullah Azzam, Cihad Dersleri, Buruç Yayınları.
3. Ataol Behramoğlu, Dörtlükler.
4. Bakara, 154.
5. Ali İmran, 169.
6. Tevbe, 111.