Allah, Merhametiyle Hitap Eder

Serbest Köşe – Ümit Şit / 2020 Temmuz / 92. Sayı

– Hadi yunus bu iki sokak senin, şu alttaki iki sokakta benim.

– Hocam neden özellikle buraya geldik. Çekinmeden girebileceğimiz çok yer var. Hem ben biraz korkuyorum.

– Yunus, bataklığın içinde sürekli batmakta olan birine mi önce elini uzatırsın yoksa bataklığın etrafında dolaşan kişiye mi?

– Doğru söylüyorsun hocam ama içimdeki korkuyu ve çekingenliği nasıl yeneceğim?

– Hımm. Yunus gel gel. Gidelim şu parkta biraz oturalım. Sana bir şey anlatacağım o zaman korkun ve çekingenliğin hafifler inşallah.

10 YIL ÖNCE…

– Ragıp Ragıp! Ayy, şu pis sarhoş nerede sızdı acaba. Kızım babanı gördün mü? 

– Hayır anne görmedim. Belki sarhoş arkadaşlarının evlerinden birinde yatıya kalmıştır.

– Ayy, bu adam beni öldürecek bir gün kalpten. Pis sarhoş! Ne gecesi belli ne de gündüzü. Telefonunu arayacağım ama kim bilir nereye bırakmıştır şimdi. Dur bakim, he çalıyor.

Ragıp düşündükleri gibi arkadaşlarından Haluk’un evinde sızmıştı. Ragıp’ın telefonu sürekli çalıyordu. Telefonun sesine uyanan Haluk, Ragıp’a yöneldi.

– Ragıp abi, yenge arıyor abi. Belki kötü bir şey olmuştur. Bir baksana.

Ragıp, minderin deseni çıkmış bir yüzle sehpanın üzerindeki telefona baktı.

– Aloo efendim… Evet benim Ragıp. Hee sen misin Necla? He hee. He tamam anladım tüp bitti. Tüp alacağım. Tamam tamam büyük tüp.

Ragıp akşamın verdiği sersemlikle yalpalayarak üzerini düzelterek arkadaşının evinden ayrıldı. Tüpçüye gitti. Mahalledeki herkes Ragıp’ı “Ayyaş Ragıp” olarak tanır ve bilirdi. 

– Selamun aleykum Remzi! Bana oradan büyük bir tüp yaz hesaba. Çırağa söyle bizim eve bıraksın.

– Oooo. Aleykum selam Ragıp. Gelir gelmez emirleri sıraladın hemen ama hesap bayağı kabardı. 

– Sen oradan iki şişe kâğıda sar hele, poşete koy. Tüpü de unutma eve gönder. Bak göndermezsen hanım evde olmadığımı anlar. Maaşı alınca ilk sana geleceğim koçum.

– Maaş mı? Sen çalışmıyorsun ki ayyaş. İki gün ev boyuyor. Üç gün demleniyorsun.

– Tamam işte iki gün çalışma zamanında sana geleceğim. Hesabı sileceğim.

Ragıp tüpçüden çıkıp şişeleriyle sallana sallana yolda yürüyordu. Sote bir yer arıyordu. Tüm İstanbul’u ayaklarının altına alacak şekilde manzaralı yerler çoktur Üsküdar’da. Nihayet bir yer buldu. Bütün denizi ayaklarının altında hissediyordu. Bir şişeyi açtı ve içmeye başladı. Ancak sağ tarafında bir karartı ona doğru geliyordu. Ragıp şişeyi indirerek elini sağ cebindeki emanete doğru yöneltti ve karartının kendisine yaklaşmasını bekledi.

Bir ses, “Ooo pis sarhoş, seni burada bulacağımı biliyordum” dedi gülerek. Bu mahallenin araba tamircisi Burhan’dı. 

– Oo Burhan sen misin? Ben de serkeşler zannettim.

– Ayyaş, serkeşlerden mi korkuyor? dedi Burhan yine sırıtarak. 

– Evet ayyaşım ama kimseye zararım yok. Kimsenin parasını gasp etmiyorum.

– Kimseye zararın yok mu? Peki eşin ve çocuklar? Onlara babasız ve kocasız yıllar geçirtmen en büyük zarar değil mi? 

– Her istediklerini yapıyorum. Daha ne olsun.

– Onların her istediklerini yapan birinden önce gölgesinde huzur bulacak birine ihtiyaçları var.

– Vay Burhan içinden filozof çıktı hee. Güzel cümleler. Güzel cümleler ama ben ayyaşım, sarhoşum. Gölgem olsa o gölgede de içerdim. Ne gölgem var ne de gölgemin olacağına inanan insanlar.

– Ayyaş bak! İçme niye içiyorsun? 

– İçme diyorsun ama ayyaş diye hitap ediyorsun. Derdim var Burhan, ta derinde. Ve bu dert beni günden güne söndürüyor. Bir kıvılcım lazım Burhan. Bir kıvılcım lazım yeniden parlamam için. Ama kimsede o kıvılcımı çıkaracak olgunluk göremiyorum. Ben herkese göre bir ayyaş ve sarhoştan öte bir şey değilim. 

– Nasıl bir kıvılcım? Ne olmasını istiyorsun ki?

– İşte bunun cevabını ben de bilmiyorum Burhan.

– Hocam özür dilerim bölüyorum ama… bir sarhoşun gündelik hikayesi benim korku ve çekincemi nasıl hafifletecek anlamadım.

– Yunus’um, anlatmamı bitireyim inşallah. Ondan sonra kalbini yoklarsın.

Ragıp yeni bir güne yine sızmış bir şekilde arkadaşlarından birinin evinde uyandı. Apar topar kalkarak sokağa attı kendini. Başı ve midesi aynı oranda ağrıyordu. Hemen bir bakkaldan soda ve aspirin alması gerekiyordu. Karşı caddedeki bakkala koşarak girdi. Çıkar çıkmaz aspirini ağzına attı ve soğuk sodayı direk tepesine dikti. İki ya da üç yudum çekmişti ki karşı binanın üzerinde bir pankartta gözleri takıldı. Elinden soda şişesi yere düştü ve yerde param parça oldu. İçtiği soda boğazında kalmıştı. Gözleri, sokaklara boşalan sel suları gibi birden yaşlara boğuldu. Nefes almaya çalışarak yüksek sesle ağlamaya başladı. Aradan bir saat geçmesine rağmen Ragıp binanın önünden ayrılmadı. Gözleri pankarttaki yazıyı sürekli incelerek tekrar tekrar okuyordu. Her okuyuşunda tekrar ağlamaya başlıyordu. Karar verdi, hızlıca binanın altındaki mağazaya girip bu pankartı buraya kimin ya da kimlerin astığını soracaktı. Mağaza sahibi, binanın bu yüzünün reklam platformu olduğunu ve isteyen herkesin parasını vermek suretiyle ilan vereceğini açıkladıktan sonra ilanın sağ altında reklam verenlerin bir amblemi ya da iletişim bilgilerinin olabileceğini hatırlattı. Ragıp, adamı bir yandan dikkatlice dinliyor bir yandan da böyle bir ilanı okuduktan sonra mağaza sahibinin bu kişilerle tanışma girişimine girmemesini şaşırtıcı buluyordu. Mağaza sahibinin dediği gibi iletişim bilgileri ve amblem vardı. Ragıp, gözlerini kısarak iletişim bilgilerini okumaya başladı. “Uyuyanları Uyandırma Platformu” yazıyordu.

Ertesi gün Ragıp alkol almamıştı. Tertemiz giyinip, bu platform üyeleri ile tanışmak üzere yola çıktı. Her adımda içi huzurla doluyordu. Belli bir süre yürüdükten sonra telefonla verilen adrese gelmişti. Zili çaldı ve binanın içine girdi. Kapıyı yüzü sürekli tebessüm halinde olan genç bir çocuk açtı. İçeri girdi ve platform üyelerinin hepsini ona bakarken buldu. Platform üyeleri ayağa kalkıp “hoş geldin kardeşim” dedi. Her üye Ragıp’a sarılıyor ve hoş geldin diyordu. Ragıp o kadar mutluydu ki. Sanki bu kişilerle yılladır tanışıyor gibiydi. Ragıp’a ikramda bulundular. Ve buraya kendisini getirenin ne olduğunu sordular. Ragıp hiç düşünmeden “Allah!” dedi.

Grup üyeleri kendi kendilerine bakmaya başladılar. Ve “elhamdülillah” dediler. İçlerinden biri binadaki ilan mı vesile oldu diye soru yöneltti Ragıp’a. Ragıp utangaç tavırla “Evet” dedi. Soruyu soran şahıs “Ne hissettin peki?” diye tekrar sordu.

Ragıp “çok utandım” dedi ağlayarak. Ve anlatmaya başladı: 

Herkes beni pis sarhoş, ayyaş ve diğer basit alçaltıcı isimlerle çağırır ve hitapta bulunurlardı. Bir hata işlesem hemen yüzüme vururlar ve eksikliklerimi sıralarlardı. Ne zaman insanlara karşı bir değişim içine girsem, hep içimdeki ümidi öldüren davranışlar ve sözler sarf ederlerdi. Tam ruhumun söndüğüne inandığım bir vakitte o pankarttaki ilanınız benim için bir kıvılcım oldu. Bu yüzden buraya geldim ve değişmek istiyorum. Eğer kabul ederseniz sizlerle beraber bu platforma katılmak istiyorum. 

– “Hocam çok güzel bir değişim hikayesi ama ben hala korkuyorum”

– Yunus’um!  Hikâyede anlattığım Ragıp benim.

– Nasıl olur hocam sizin isminiz Ömer… Ömer Hoca

– O günden sonra ismimi değiştirdim ve Ömer yaptım. Yeni bir başlangıcın yeni bir ismi olmalıydı diye düşündüm.

– Subhanallah! Hocam elhamdülillah, nerden nereye. Evet hocam içimdeki korkum tamamen geçti hadi gidelim. İki sokak benimdi değil mi? Tamam hocam aynen öyle yapacağım. Belki senin değiştiğin gibi değişecek olan birine denk getirir Allah bizi. Hocam şeyi unuttum. Soracağım bir türlü soramadım. Binadaki pankartta ne yazıyordu? 

“De ki; ‘Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 53)