Müminlere Nidalar – M. Sadık Türkmen / 2023 Şubat / 123. Sayı
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
“Ey iman edenler! Bir (düşman) topulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”
(Enfal, 45)
İslam her şeyden önce insanların hidayetini etmin etmek için gelmiştir. Onun her anı ve durumu insanlığa rahmet ve esenlik sunmaktadır. Ona yönelinip gölgesine sığınıldığında insanlık her zaman geçmişinden utanmış ve cahiliyede bu kadar ısrar ettiğine hayıflanmıştır. İnsanlık en huzurlu anlarını onun yönetimi altında yaşamış ve adeta İslam özlem duyularak veya gayri ihtiyari insanlığın yanaşmak istediği yegane liman olmuştur.
Şüphesiz İslam’a toplumları davet etmek beraberinde bazı sıkıntılara tahammül etmeyi gerektirir. Bu zorluklar bazen davetçinin kendi nefsinden kaynaklanır. Bazen düşmanın inatçı ve amansız olması, Ebu Leheb gibi bir pozisyoa bürünerek her daim zorluk çıkarması da bir başka engeldir. Bazen de bu yola baş koyanların zayıflığı, vurdumduymazlığı ve işi parmak ucu ile tutarcasına sahiplenmesi büyük problem olur. Ancak bunların en zor olanı İslam’a gönül veren müslümanın kendi nefsindeki sıkıntılardır. Ve bir müslüman bu manada kendisini ıslah edemediği müddetçe kimseye faydalı olamaz. Çünkü bir şeye sahip olmayan onu başkasına sunamaz.
Müslüman Allah’tan hiçbir zaman zorluk talep etmez, etmemelidir de. Ancak Allah’ın mükellef kıldığı bazı ibadetler ister istemez insanı bazı geçici zorluklarla karşı karşıya getirebilir. Daha güzel semerelere ulaşmak için bu zorlukları bizlere farz kılan Allahu Teâlâ elbetteki her nefse ancak gücünün yettiği kadarını yüklemiştir. Bu manayı en veciz şekilde Lokman aleyhisselam’ın oğluna yaptığı tavsiyelerde görürüz: “Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğe mani ol, başına gelene sabret. Şüphesiz ki bunlar, kesinlikle emredilen hususlardır.” (Lokman, 17)
İslam’a gönül vermiş bir Müslüman şunu çok iyi bilmelidir; kendisinin insanların hidayete ermesi için ne kadar iyi temennileri olsa da kalbinde onlara karşı ne kadar güzel emeller beslese de yine de kalbinde hastalık olan insanlarla muhatap olacak ve onlarla çeşitli şekillerde imtihan olacaktır. İşte böyle tabiata sahip olan değişik mizaçlardaki muhataplara tahammül edebilmek için mutlaka hazırlık yapılmalı ve bu çerçevede gayret sarfedilmelidir. Çünkü bu hazırlık elde edilecek en büyük silah olan Allah ile beraber olma nimetini bahşeder; Allahu Teâlâ Musa aleyhisselam’a şöyle hitap etmiştir: “Sen ve kardeşin delillerimizle (mucizelerimizle) gidin. Beni anmakta (zirketmekte) gevşek daranmayın. İkiniz de Firavun’a gidin. Şüphesiz ki o azdı. İkiniz de ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar. Musa ve Harun “Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki biz Firavun’un bize karşı aşırı davranmasından veya azgınlık yapmasından korkuyoruz” dediler. Allah dedi ki: “Hiç korkmayın şüphesiz ben sizinle beraberim, işitiyorum ve görüyorum.” (Taha, 42-46)
İslam Allah yolunda cihadı amellerin zirvesi saymıştır. Çünkü insanın en kıymetlisi olan canını ortaya sürmesi ve onu can verene feda etmesi gibi büyük bir amel diğer amellerin üzerinde bir makamda olmayı hak etmektedir. Ancak zirveye çıkmak etraftaki küçük tümsekleri, zorlu kayaları, yükseğe çıktıkça oksijenin azalması ve soğuk havayı beraberinde getirir. Gerekli hazırlıklar yapılmazsa dizlerin takati kesilir, çene soğuktan dolayı gayri ihtiyari titrer ve dil hareket etmekte güçlük çeker. Nihayetinde zirveye ulaşmak hayal olur. İşte her şeyin hazırlığı kendi bünyesindeki tedbirlerin alınmasını gerektirdiği gibi Allah yolunda cihad etmekte bazı aşamaları gerektirmektedir. Evvela acele etmemek, ilim elde etmek, itaat noktasında hazırlıklı olmak bunlardan önemli bir sıralamayı teşkil eder. Ancak bunların en önemlisi Allah’ın zikredilmesidir ve bu çok önemli bir semere verir. O da Allah ile beraber olmaktır.
İslam Tarihinden Parlak Bir Sayfa
Yermük Savaşı’ndan önce Roma ordusu komutanı Bahan anlaşma teklifinde bulunmak için Müslümanlardan bir elçi talep etmişti. Ebu Ubeyde b. Cerrah radıyallahu anh, Halid b. Velid’i elçi olarak gönderdi. Halid radıyallahu anh ise Bahan’la görüştü. Bahan, Halid’in askerî dehasını beğendiğini dile getirdi. Ardından kavmi Rumlardan; onların gücünden, yeryüzündeki iktidarlarından, buna mukabil Arapların zayıflığından ve yakın geçişmişte Rumlara olan muhtaçlıklarından söz etti. Sonra da Halid’e savaşı bırakıp gitmeleri karşılığında mal vermeyi teklif etti.
Halid ona verdiği cevapta, Rumlar ve Araplar hakkında söylediklerini kabul ettiğini açıkladı. Ancak Rasulullah’ın gönderildiği tevhid davetine tâbi olduktan sonra durumlar değişti. Rasulullah da bu daveti bütün insanlara tebliğ etmeyi emretmişti. Bunu söyledikten sonra Halid radıyallahu anh, Bahan ve beraberindekileri İslam’a girmeye davet etti. Onlara şöyle dedi: “Eğer kabul ederseniz, İslam’da kardeşimiz olursunuz. Lehimize olan şeyler sizin de lehinize, aleyhimize olan şeyler sizin de aleyhinize olur. Kabul etmezseniz, o zaman size küçük düşmüş bir halde kendi elinizle cizye vermenizi teklif ediyoruz, kabul ederseniz savaşmayı bırakırız. Bunu da yapmazsanız şunu söyleyeyim;
Karşınızda öyle bir kavim var ki vallahi sizin hayat tutkunu olduğunuz kadar onlar ölüme tutkunlar. Haydi, çıkın karşımıza! Allah aramızda hüküm versin. Çünkü yeryüzü ancak Allah’ındır, orayı kullarından dilediğinin emrine verir. Güzel akıbet sadece muttakilerindir.”
Bahan ise savaştan başka bir şey kabul etmedi. Halid radıyallahu anh dönüp Rum komutanıyla arasında geçenleri Ebu Ubeyde’ye anlattı. Müslümanlara da savaşa hazırlıklı olmalarını söyledi.
Savaşa hazırlanırken iki ordu da diğer ordunun hareket tarzını öğrenmek için casuslar görevlendirdi. Rumlar Arap asıllı bir Hristiyan’ı gönderdiler. Müslümanların kamp kurduğu yerde bir gece kaldı. Döndüğünde Rum komutanına şunları söyledi: “Öyle bir kavmin yanından geliyorum ki onlar gece boyunca namaz kılıyorlar, gündüzü de oruçla geçiriyorlar. Marufu emredip münkerden nehyediyorlar. Geceleri birer rahip (âbid), gündüzleri birer aslan. Hükümdarları hırsızlık etse elini keser, zina etse recmederler. Çünkü onlar her şeyde hakkı âli tutuyorlar, hakka tabi olmayı heva ve heveslerine tercih ediyorlar.” Komutan şöyle cevap verdi: “Eğer bu insanlar senin iddia ettiğin gibi ise onlarla savaşmaya kalkışan kimse için yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır.”1 Şüphesiz Müslümanları bu kadar üstün duruma getiren şey sebat etmeleri ve Allah’ı her zaman zikretmeleriydi.
Âlimlerin Ayet ile İlgili Görüşleri
Kurtubî rahimehullah şöyle der: “Buradaki zikir hakkında âlimlerin üç görüşü vardır:
Birincisi: Kalplerinizin korkuya kapıldığı esnada Allah’ı zikredin. Çünkü O’nu zikretmek zorluklara sebat etmeye yardımcı olur.
İkincisi: Kalplerinizle sebat edin, dillerinizle zikredin. Çünkü düşmanla karşılaşınca kalp sebat eder ancak dil sarsılır. Bu sebepten kalp sebatta devam etsin, dil de zikre devam etsin diye zikretmeyi emretti. Onlara Talut’un ashabının dediği gibi demelerini emretti “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” Bu durum ancak güçlü bir marifet ve basiret ile ortaya çıkar. Bu da insanlarda övgüye layık kahramanlık türündendir.
Üçüncüsü: Sizin üzerinizde vacip olan nefislerinizi Allah’a verme konusundaki alışverişinizi ve Allah’ın sizlere vereceği sevabı hatırlayın.
Ben de derim ki: En doğru görüş Kalbe uygun gelecek şekilde dilin yaptığı zikirdir.”2
Ayet ile İlgili Mülahazalar
1- Müslüman her zaman teenni yolunu seçmelidir. Hiçbir zaman gelişigüzel konuşmamalı ve Allah’ın insanı söylediği sözlerle deneyebileceğini göz önünde bulundurmalıdır. Cihat etme konusunda ne kadar istekli olsa da şu nebevi çağrıyı unutmamalıdır. Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh şöyle der: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düşman ile karşılaştığı seferlerden birinden önce güneş öğle sonrasına meyledene kadar bekledi. Ardından ashab içinde ayağa kalkarak şöyle dedi: ‘Ey İnsanlar! Düşman ile karşılaşmayı temenni etmeyin ve Allah’tan afiyet isteyin. Ancak onlarla karşılaşınca da sabredin. Bilesiniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.’ Sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ayakta şöyle dua etti: ‘Ey kitabı indiren, bulutları sevk eden, düşmanları dağıtan Allah’ım! Onları hezimete uğrat ve bize zafer nasip eyle!”3
2- Müslüman her amelinde sükûnet sahibidir. Allah yolunda savaşırken de cahiliye ehlinin yaptığı gibi değil, sükunetle hareket eder. Zeyd b. Erkam radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir: “Allah üç yerde sessizliği sever: Kur’an okunurken, savaş esnasında ve cenazede.”4
3- Müslümanlar tarihlerindeki büyük zaferlere silah üstünlükleri ile değil Allah’a bağlılıklarıyla ulaşmışlardır. Maddi sebepler ve manevi sebepler dengeli bir şekilde tutulmalı ve terazinin kefeleri boş bırakılmamalıdır.
1. Dört Halife, Nebevi Hayat Yayınları, s.245-246
2. el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, aynı ayetin tefsirinden
3. Buhârî, 2966; Müslim, 1742
4. Taberani, Mu’cemu-l Kebir, c. V, s.213. Senedi zayıftır.