Gündem / Analiz – Muhammed Eyüp
İbn Ebi Dünya, Enes bin Malik radıyallahu anh’ın şöyle söylediğini rivayet eder:
“Yanımda bir başka adam daha olduğu halde Ayşe radıyallahu anha’yı görmeye gittim. O adam, Ayşe radıyallahu anha’ya şöyle sordu:
– Ey müminlerin annesi! Bize depremden bahset.
– İnsanlar zinaya izin verdiklerinde, içki içildiğinde, müzik aletleri çalındığında Allah subhanehu ve teala yeryüzüne şöyle emir verir: “Onları sars, olur ki vazgeçer ve tövbe ederler. Yapmazlarsa başlarına yık.”
– Ey müminlerin annesi! Bu onlar için bir azap mıdır?
– Müminler için öğüt ve rahmet, kafirler için ise eziyet, azap ve gazaptır.
Enes bin Malik dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından beri beni bunun kadar mutlu eden bir hadis işitmemiştim.”
Allah azze ve celle, hepimizi ağır şekilde sarsan, hayat ve gidişatımızı tekrar tekrar sorgulamamıza vesile olan deprem afetiyle bizleri imtihan etmekte. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Bizler Allah’a aitiz ve ona dönücüleriz).
Rabbimizden niyazımız deprem afetinde hayatlarını kaybeden kardeşlerimize rahmetiyle muamele etmesi, onları hükmen şehidler zümresine dahil etmesidir. Hayatta kalanlara ise sabırlar yağdırması, çektikleri sıkıntıları onların günahlarına kefaret kılmasıdır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Belalara uğramış olanlara kıyamet gününde tartı kurulmaz. Onların ecirleri sağanak halinde üstlerine boşaltılır.”[1]
Ayşe radıyallahu anha’nın da buyurduğu üzere deprem, sabreden ve Allah azze ve celle’ye itaat etmeye devam eden Müslüman kardeşlerimiz için bir rahmet vesilesi olmuştur. Ancak bu afet bazı kimselere ölümü hatırlatıp ibret almalarını sağlayacağı yerde, onların azgınlığını ve küfrünü ziyadeleştirmiştir. Bu kimseler, depremin yol açtığı yara ve sıkıntılar henüz taze olmasına rağmen durmadan, dinlenmeden Müslümanları hedef almaya, Allah azze ve celle’nin dinine sövmeye devam etmiştir. Hasbinallahu ve nimel vekil.
İnsanoğlunun en dikkat çekici vasıflarından birisi hiç şüphesiz, türdeşlerinin, yani diğer insanların yaşadıkları olaylardan etkilenmeleri, yaşadıkları belalardan rahatsızlık duymalarıdır.
Bu vasfa ek olarak müminler hem iman kardeşlerine hem de diğer insanlara merhamet duyar ve onların dünya-ahiret iyiliklerini düşünürler. İşte bu hal müminleri yeryüzündeki diğer tüm insanlardan, bilhassa Müslümanlara duydukları kin hayatlarını esir alan kafirlerden ayırmaktadır.
Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmran, 110)
Deprem sonrasında Müslümanlar deprem bölgesine yardım için seferber olmuş, birçok kişiyi enkazdan kurtarmış, sıcak yemek ve erzak dağıtmış, kısacası depremden etkilenen insanlar için can damarı olmuştur.
Ancak buna rağmen İslam’a karşı kinleriyle maruf kimseler, Müslümanları türlü iftira ve hakaretlerle hedef almaya devam etmişlerdir. Bunların kimisi Müslümanların deprem bölgesine gitmediği, insanlara yardım etmediği gibi iğrenç, bayağı ve temelsiz bir iftirayı ortaya atmıştır. Kimisi ise Müslüman kadınların tesettürünü alaya alacak, onlara hakaretler edecek kadar haddi aşmıştır. İşte böylelerine, on binlerce insanın vefat ettiği deprem gibi büyük bir afet dahi ibret olmamıştır.
“Artık kim inkâr ederse, inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü, Rablerinin kendilerine olan gazabından başka (bir şey) artırmaz. Kâfirlerin küfrü, yine kendilerine bir hüsrandan başkasını da artırmaz.”(Fatır, 39)
Ancak depremin ardından Allah azze ve celle de gözlerine kibir ve küstahlık perdesi inmemiş kulları da kimin ne yaptığı görmüştür. Kimin sadece konuşup kimin yardıma koştuğu, kimin kin ve saldırganlıkla kimin hoşgörü ve merhametle hareket ettiği, kimin insanlara düşman kimin dost olduğu görmek isteyenler için açığa çıkmıştır.
Depremin ardından söylenebilecek çok fazla söz, açığa vurulabilecek birçok duygu, yapılabilecek çokça çıkarım bulunmaktadır. Ancak Müslümanlara yakışan, depremin açtığı yaralar sarılıncaya dek münakaşa ile değil Allah yolunda amel etmekle meşgul olmaktır. Elbette bu edilen hakaretlerin, atılan iftiraların unutulacağı anlamına gelmemektedir.
Hülasa, depremin ardından türlü meşrep ve kökenden binlerce Müslüman, gösterdikleri hızlı refleksle, Müslümanların bu topraklar için tam olarak nerede konumlanmış olduğunu ortaya koymuştur.
Müslümanlara düşen, bu topraklar için ifade ettikleri anlam ve önemi kavrayarak, bu toprakların dünya ve ahiret saadeti için üzerlerine düşen vazifelerin tümünü yerine getirmektir.
İnsanların bedenlerini enkazdan çıkardıkları gibi ruhlarını da enkazdan kurtarmak, onları madden doyurdukları ve barınak sağladıkları gibi manen de doyurarak barınak sağlamak Müslümanların boyunlarına borçtur.
[1]. Tirmizi, Kıyamet,58 (2402)










