İrfan Bahçesi – Hüseyin Kalender / 2013 Nisan / 5. Sayı
Hamd; kendisinden başka ilah bulunmayan, tek ve bir olan Allah (c.c)’a mahsustur. Salât ve selâm kâinatın güneşi olan Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)‘in ashabının ve kıyamete kadar kendilerine en güzel şekilde tabi olan tüm Mü’min muvahhitlerin üzerine olsun.
Allah (c.c) kullarından dilediğinin kalbine dünya ve içindekilerinin fani ve zail olduğu hakikatini ilham eder. Ahiretin ise baki ve gerçekten yaşanılacak bir yer olduğunu kalplerine nakşeder. İşte bu hakikatin kalplerine yerleşmiş olduğu kimseler dünyadaki nasibini unutmamakla beraber ahiret hayatı için gecesini gündüzüne katıp ebedi nimetlere ulaşmak için gayret ederler. İşte dünyanın faniliğini anlayıp ahiretin ise ebedi ve baki olduğunu anlayan bu insanların hayatlarından, denizden damla misali de olsa tablolar sunmaya çalışacağız.
Selef-i Salihin’den birçok zatın dediği gibi zühd; nimetlere sahip iken o nimetin sahibini unutmayıp, onun istediği şekilde bir hayat yaşamaktır. İşte bunun belki en büyük misali beşinci raşit halife olarak bilinen Ömer bin Abdulaziz’dir.
Ömer bin Abdulaziz, hakiki manada takva ve zühd sahibi biriydi. Müslümanların halifesi olmasına rağmen çok cüzi bir maaşla geçimini sağlardı. Ömer bin Abdulaziz’in bu tavrı kuru bir zühd değildi. Bu ahirete bir hazırlıktı. Ömer bin Abdulaziz, etrafında hep salih kişileri toplamıştı. Sohbetlerini onlarla yapar devlet işlerini onlarla istişare ederek yürütür ve onların sözlerini dinlerdi. Bir gün sabah erkenden sohbetlerine katılmak isteyen âlim, fakih ve salih insanlar gelmiş onu bekliyorlarken geciktiğini görürler. İçlerinde biri “Yoksa huyu mu değişti” diyerek söylenir. Bunu duyanlardan bir tanesi durumu halifeye bildirir, halife ise hala yatağından kalkamamıştır. Sonra hemen kalkar, arkadaşlarını içeriye alır ve onlara;
“Dün akşam nohut ve mercimek yedim. Bu yiyecekler midemde gaz yaptı. Onun için kalkamadım” der.
Allah (c.c) sana rahmet eylesin ey raşit halife. Günümüzde ise sıradan insanların, yemeklerinin güzelliğinden dolayı tıka basa yemeleri sebebiyle sabah namazına kalkamayanların vay hallerine…
“Muhammet bin Zübeyir El Hanzel anlatıyor;
“ Ömer bin Abdulaziz’e gittim, onu yemek yerken buldum. Zeytinyağı içine ekmek kırıntısı doğramış onu yiyordu. Kendi zamanında ki sıradan insanların dahi belki yemediği bir yemeği Mü’minlerin halifesi Ömer bin Abdulaziz yiyordu.”
İşte bu onun dünyada ki yemek nasibi hususunda ki titiz davranışıydı. Ömer bin Abdulaziz’i düşündüren hususlardan bir tanesi de ölümdü. Gerçekten ölüm, aklını kullananları düşündüren önemli bir hadisedir.
“Muhammed bin Zübeyir El Hanzel devam ediyor;
“Bir gün Ömer bin Abdulaziz, yanında oturanlardan birine “Dün geceyi hep uyanık olarak geçirdim” der. Adam da “Neden acaba ey Mü’minlerin emiri?” diye sorar. Ömer bin Abdulaziz de “Kabir ve içinde yatanları düşünüp durdum da ondan” diyerek cevap verir. Ardından “Ölen kimseyi ölümünden üç gün sonra kabrinde görsen ve başına gelenleri bir bilsen, yanına yaklaşmaktan korkardın. Bu kişi dünyada sevdiğin ve bol bol sohbet ettiğin kişi bile olsa ondan kaçardın” diyerek devam eder.”
Hanımı Fatıma der ki;
“Ömer kadar namaz kılan ve bol bol oruç tutan kimseyi görmedim. Onun kadar Rabbinden ayrı düşmekten hasret duyanı da görmedim. Yatsıyı kılar, sonra oturur ağlar, sonra yatağına girerdi. Ahiretten bahsedecek olsak sudan çıkmış serçenin çırpınması gibi birden yerinden fırlar, hıçkıra hıçkıra ağlardı. Ve ben de o zaman; şu hilafetle aramızda doğu ve batı arasındaki uzaklık kadar mesafe olmasını temenni ederdim. Zira Ömer’in halife olduğu günden itibaren tek bir rahat yüzü bile görmedik.”1
İbrahim Rifaa (r.a) anlatıyor;
“Ömer bin Abdulaziz’e Muhammed bin Kays’ın hadis anlattığını gördüm. Bir de baktım ki Ömer bin Abdulaziz iki gözü iki çeşme ağlıyordu.”
İşte nezih insanların ahirete olan inançları böyleydi. Dünyada iken ahireti yaşarlardı. Bunlardan bir tanesi de Zahid imamlardan Maruf el Kerhi idi. Ebu Bekir El Zeccac şöyle der;
“Maruf El Kerhi’ye ölüm döşeğinde iken vasiyette bulunmasını istediler. Şöyle dedi;
“Öldüğümde bu üzerimde ki gömleğimi de tasadduk edin. Ben, dünyaya çıplak olarak geldiğim gibi oradan çıplak bir şekilde de çıkmak isterim.”2
Allah (c.c) sana rahmet etsin ey zahidlerin efendisi! Dünyaya, üzerinde bir gömleğin olduğu halde veda ediyorsun. Onun da dünyada kalmaması için sadaka olarak verilmesini istiyorsun. Bu ancak dünyanın hakikatini anlamış olan insanların yapacağı bir iştir.
Başka bir zühd timsali olan Hatim El Asam şöyle der;
“Sadık olan zahid, şu vasıfları kendisinde bulunduran kimsedir:
Kim dört şeyi dört şey ile değiştirse cenneti bulur; Uykuyu kabirle, rahatı sırat ile, övünmeyi mizan ile, şehveti cennet ile…”
Son zühd tablomuzu yirmi birinci yüzyıla, yazdıklarını kanı ile imzalayan büyük İslam şehidi Üstad şehit Seyyit Kutub ile sonlandıracağız.
Seyyit Kutub, Mısır’ın resmi makamlarında büyük bir kariyer sahibi olmasına rağmen Müslüman Kardeşler’in safına geçtiğinde elinde dünyalık olarak bir şeyi kalmamıştı. Zaten, İslam davasında ki sünnetullah da böyledir. Allah (c.c)’ın davası ile makam mevki hususunda tercih yapmak zorunda kaldığında Allah (c.c)’ın davasını tercih edenler, gerçekten başaranlardır. İşte, şehit Seyyit Kutub da bunlardan bir tanesidir. Allah (c.c) şehidin ihlâs ve samimiyetinden dolayı onun kitapları vesilesiyle birçok insanın İslam’a girmesine ve birçok müslümanın da şuurlanmasına vesile olmuştur. Rabbim şehadetini kabul eylesin.
Şehidin çok yakın arkadaşlarından olan Ahmet Abdulgafur Attar, şehidi birçok defa evinde ziyaret edenlerdendi. Şehidin ev eşyası ve mobilyaları çok mütevaziydi. Aynı şekilde arkadaşı başka bir gün kendisini ziyaret ettiğinde bakıyor ki evinin eşyası yenilenmiş, bundan dolayı da büyük bir sevinç duyuyordu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra şehidin tekrar ziyaretine gittiğinde odanın yeni olan bütün mobilya ve eşyası gitmiş, yerine eski ve mütevazi eşyalar gelmişti.
Arkadaşı Attar, buna bir anlam veremeyip şehide, eşyaların akıbetinin ne olduğunu sorar. Bu ısrarından dolayı şehit zihinlere altın harflerle nakşedilmesi gereken müthiş bir cevap verir. Kardeşlerinden yeni evlenen birinin düğün masraflarını karşılamak için, yeni eşyalarını satıp, parasını kardeşe vermiştir. 3
Allah (c.c), makamını Firdevs cennetleri eylesin ey İslam şehidi! Sen değil cebinde ki parayı, eşyalarını satıp müslüman kardeşlerine yardımda bulundun. Gerçekten bu ahiret karşılığında dünyayı satanların yapacağı bir iştir. Bu fiil dünyanın çekiciliğine ve güzelliğine aldanmayan yiğitlerin yapacağı bir eylemdir.
Rabbim bizi dünyanın gerçek yüzünü görenlerden eylesin. Selam ve dua ile.
———————————-
1. Ömer bin Abdulaziz; Buruc Yayınları.
2. Salah-ul Umme c.4 s.296
3. Salah Abdulfettah El Halidi; Min-el Milad İlel İstişhâd s.494.