Cahiliye Kavramı

Kavramlar – Mahmut Varhan / 2023 Mayıs / 126. Sayı

Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?
Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için
Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?”

(Mâide, 50)

1- CAHİLİYENİN TARİFİ VE HAKİKATİ

Cahiliye ifadesi, cahilî kelimesinden türetilmiş bir mastardır. Cahilî kelimesi ise, cahil ifadesine nispettir. Cahil, cehl/cehalet mastarının ism-i failidir. Dolayısıyla cahiliyye ifadesi, hayatlarını cehalet temeli üzere kuran bir toplumun hayat tarzını ifade etmektedir. Bu kavram, İslam ümmeti açısından ilk cahiliyye olması itibariyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin bi’setinden önceki zaman dilimi için kullanılmıştır. Ancak cahiliyye kavramı, fetret zamanı olan bu dönemde yaşayan topluma has bir durum değildir. Daha önce helak edilmiş toplumların hayat biçimi cahilî bir hayat tarzı olduğu gibi, bi’setten sonra yer yüzünde bulunan kafir toplumların hayat tarzı da cahiliyye kapsamına girmektedir. Dolayısıyla cahiliyye kavramını, insanlık tarihinin başlangıcından kıyametin kopuşuna kadar hakkı ve hidayeti reddederek hayatlarını cehalet temeli üzere tanzim eden bütün toplumları kapsayacak şekilde tarif etmek gerekir. Biz burada cahiliyye kavramı için yapılmış pek çok tariften birkaç tanesini vermekle yetineceğiz:

a. İbnu’l-Esir ve İbni Manzur cahiliyyeyi şöyle tarif etmişler: “Arapların İslam’dan önce Allahu Teâlâ’yı, Rasûlünü ve dininin hükümlerini tanımamaları; soy-soplarıyla övünmeleri, kibirlenip büyüklenmeleri, birbirlerine zulmetleri ve benzeri hususlardaki yaşayış tarzlarına cahiliyye denilmektedir.”[1]  

b. Muhammed Kutub şöyle demektedir: “Cahiliyye; Allah’ın hidayetini reddeden bir kişilik ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi kabul etmeyen toplumsal bir nizamdır.”[2]

Birinci tarifte her ne kadar Arapların İslam öncesi hayat tarzlarına vurgu yapılmış ise de burada üzerinde durulan şey onların hayat tarzlarının cahiliyye olarak isimlendirilmesinin sebepleridir. Onlar Allah’ı, O’nun elçilerini ve dininin hükümlerini bilmedikleri/tanımadıkları; diğer taraftan kabile taassubunu/milliyetçiliği, kibirlenip gururlanmayı ve birbirlerine karşı barbarca davranıp zulmetmeyi hayat biçimi olarak benimsedikleri için onların hayat tarzlarına ‘Cahiliyye’ ismi verilmiştir. Dolayısıyla Allah’ın hayat nizamını reddederek, kişisel veya milli çıkarları gerçekleştirmeyi hayatın gayesi olarak kabul eden her birey cahil ve her toplum da cahiliyye toplumudur.

İkinci tarifte ise herhangi bir zamana ve zemine vurgu yapılmaksızın mücerred olarak cahiliyye olgusunun temel özellikleri belirtilmiştir ki; bu daha doğru ve daha kuşatıcıdır. Zira Allah’ın hidayetini reddeden her kişinin cahil, Allah’ın indirdiklerine göre hükmetmeyi kabul etmeyen her toplumun da cahiliyye toplumu olduğunda şüphe yoktur. Bu hususta bu kişilerin ve onlardan oluşan toplumların yaşadıkları zaman veya zeminin bir tesiri yoktur. Çünkü hangi zamanda veya hangi zeminde yaşıyor olurlarsa olsunlar aynı özelliklere sahip olan kişi ve toplumların hükümleri de aynı olur. Nitekim Hz. Nuh’un kavmi putlara taptığı için müşrik/kafir bir kavim olduğu gibi; modern bir çağ olarak kabul edilen 21. asırda yaşayan laiklik dinine mensup olan toplumlar da hayat nizamı olarak Allah’ın indirdiklerini reddettikleri ve beşerî kanunları hayat nizamı olarak benimsedikleri için müşrik/kafir toplumlar olurlar. Şirk ve küfürde insanlığın ilk döneminde yaşamış olmakla son dönemlerinde yaşamak arasında fark olmadığı gibi, cahiliyye toplumu olmak hususunda da hiçbir fark yoktur. Çünkü cahiliyye toplumu, hayat biçimi olarak cehaleti esas alan her topumdur. Yeryüzünde insanoğlunun maruz kaldığı en koyu cehalet, Allah’a iman etmeyi reddedip şirk ve küfür karanlığına düşmektir.

c. İslam şehidi Seyyid Kutup rahimehullah cahiliye toplumunu en güzel bir şekilde tarif ve tasvir ederek şöyle demektedir:

“Cahiliye toplumu, Müslüman toplumun dışında kalan her türlü toplumdur. Daha net ve nesnel bir tanım yapacak olursak şöyle diyebiliriz: Kulluğunu yalnızca Allah’a adamayan ve Allah’a kulluğun hem itikadi anlayışta hem ibadet alanında hem de kanuni hükümler alanında somut bir şekilde kendini göstermediği her toplum cahiliye toplumudur.

Bu nesnel tanıma göre bugün yeryüzünde fiilen var olan bütün toplumlar cahiliye toplumu kapsamına girer.[3]

Komünist toplumlar iki açıdan bu kapsama dahildir:

Birincisi: Bu toplumlar Allah Teala hakkında yanlış bir inanca saparak onun varlığını tamamen inkâr etmekte, varlığın kaynağını maddeye ya da tabiata dayandırmakta, insan hayatını ve tarihini şekillendiren esas etkenin ekonomi ya da üretim araçları olduğunu söylemektedirler.

İkincisi: Komünist toplumlarda kurulu olan düzende kulluk Allah’a değil komünist partiye yapılır; tabiî bu düzende kollektif bir yönetimin gerçekten mevcut olduğu farz edilecek olursa… Ayrıca bu anlayış ve bu toplum düzeni insanın hususi özelliklerinin hiçe sayılması sonucunu doğurur. Çünkü bu tür toplumlarda insanın temel ihtiyaçları, hayvanların ihtiyaçlarıyla aynı görülmektedir ve şunlardan ibarettir: yiyecek, içecek, giyecek, barınak ve cinsellik…

Yine bu toplumlarda insan, onu hayvanlardan ayıran -başta Allah’a iman, inanç hürriyeti ve inancını ifade etme özgürlüğü gibi- ruhi ihtiyaçlardan mahrum kalır.

Aynı şekilde insanın kendini ifade etme özgürlüğü de bu kapsama dahildir ki bu, insanın insan oluşunun en hususi özelliklerinden biridir. Nitekim bu tür özgürlük; özel mülkiyet, iş ve uzmanlık alanı seçimi, kişiliğin sanat yoluyla ifade edilmesi vb. gibi insanı hayvandan ya da makineden ayıran tüm alanlarda kendini gösterir. Ne var ki komünist anlayış ve komünist sistem, çoğu zaman insanı hayvan mertebesinden de aşağı indirir, onu bir makine olarak görür.

Putperest toplumlar da cahiliye toplumu kapsamına girer. Bu tür toplumlar bugün Hindistan’da, Japonya’da, Filipinler’de ve Afrika’da hala varlığını sürdürmektedir. Bunlar da iki açıdan bu kapsama dahildir.[4]

Birincisi: Bu toplumların itikadî anlayışları Allah’tan başka varlıkları -Allah’ın yanı sıra ya da tek başlarına- ilahlaştırma esasına dayanır.

İkincisi: İbadet kapsamına giren amelleri, ulûhiyete sahip olduğuna inandıkları farklı ilah ve tanrılar için yaparlar.

Aynı şekilde bu toplumlar, Allah’tan ve onun şeriatından başka kaynaklara dayanan birtakım yönetimler kurmaları ve kanunlar belirlemeleri nedeniyle de cahiliye toplumu kapsamına girerler. Bu yönetimler ve kanunlar kaynağını ister tapınaklardan, kâhinlerden, tapınak muhafızlarından, büyücülerden veya şeyhlerden alsın; isterse Allah’ın şeriatına müracaat etmeyip kanun koyma yetkisini kendi eline alan -yani halk, parti ya da başka biri adına mutlak egemenliği elinde bulunduran- laik sivil oluşumlardan alsın fark etmez. Çünkü mutlak egemenlik sadece Allah’a aittir ve ancak O’nun peygamberleri tarafından tebliğ edilen şekilde uygulanabilir.

Yeryüzünün dört bir tarafındaki Yahudi ve Hristiyan topluluklar da cahiliye toplumu kapsamına girer.

Bu toplulukların bu kapsama girmesinin birinci nedeni, tahrif edilmiş itikadî anlayışlarıdır. Nitekim onlar Allah’ı ulûhiyette tek kabul etmez, aksine Allah’a birtakım ortaklar yakıştırıp çeşitli şekillerde O’na şirk koşarlar. Bu şirk de O’na oğul isnat etme, teslis (üçlü ilah) inancı veya hem Allah Teala hakkında hem de yarattığı kulların onunla olan bağı hakkında gerçeğe aykırı düşünce ve anlayışlar şeklinde olabilmektedir.

“Yahudiler, ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler. Hristiyanlar da ‘(İsa) Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri (aslı olmayan) sözlerdir. Onların bu sözleri, kendilerinden önceki kâfirlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da (hak yoldan) sapıyorlar!” (Tevbe, 30)

“‘Allah, üç ilahtan biridir.’ diyenler de kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa bir tek ilâhtan başka hiçbir gerçek ilâh yoktur. Eğer onlar, bu söylediklerinden vazgeçmezlerse içlerinde küfürde/ inkarda diretenler kesinlikle çok can yakıcı bir azaba uğrayacaklardır.” (Maide, 73)

“Yahudiler, ‘Allah’ın eli sıkıdır’ dediler. Asıl kendi elleri sıkıdır ve bu söyledikleri yüzünden de lanete uğramışlardır. Hayır (dedikleri gibi değil)! Aksine O’nun iki eli de açıktır. O, dilediği gibi verir.” (Maide, 64)

“Yahudiler ve Hristiyanlar, ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız.’ dediler. (Ey peygamber) De ki: ‘Madem öyle, O, günahlarınız yüzünden size niye azap ediyor? Hayır (gerçek sizin iddia ettiğiniz gibi değil)! aksine siz de onun yarattığı (sıradan) birer insansınız.’” (Maide, 18)

Yahudi ve Hristiyan topluluklar çarpık ve sapkın itikadî anlayışlarına dayanan ibadetleri, törenleri ve ayinleri sebebiyle de cahiliye kapsamına dâhildirler. Yine kurdukları yönetimler ve koydukları kanunlar nedeniyle de bu kapsamaya girmektedirler; çünkü bu yönetim ve kanunların hiçbiri Allah’a kulluk esasına dayanmamakta, hakimiyet/egemenlik hakkının yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul etmemekte ve otoriteyi O’nun şeriatından almamaktadır. Aksine onlar insanlar arasından birtakım organizasyonlar oluşturmakta ve yalnızca Allah’a ait olan mutlak egemenlik hakkını onların eline vermektedirler. Nitekim Allahu Teâlâ onları bu yüzden geçmişte de ‘müşrik’ olarak nitelendirmiştir. Zira onlar geçmişte egemenlik hakkını hamamlara ve rahiplere vermişler, sonra da bu hamamların ve rahiplerin kendilerinden koydukları hüküm ve kanunları kabul etmişlerdir:

“Yahudiler hamamlarını, Hristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu (İsa) Mesih’i Allah’ın yanı sıra rab edindiler. Oysa onlara yalnızca tek bir ilaha, kendisinden başka hiçbir gerçek ilah bulunmayan (Allah’a) ibadet etmeleri emredilmişti. O, onların şirklerinden münezzehtir.” (Tevbe, 31)

Yahudiler ve Hristiyanlar hamamların ve rahiplerin ilah olduğuna inanıyor değillerdi. Ayrıca onlara fiilî olarak ibadet de etmiyorlardı. Ama onların hakimiyet/egemenlik hakkına sahip olduklarını kabul ediyor ve Allah’ın izin vermediği hususlarda onların koyduğu hüküm ve kanunları kabul ediyorlardı.

Bugünkü Yahudiler ve Hristiyanlar ise ‘müşrik’ ve ‘kafir’ olarak nitelendirilmeyi çok daha fazla hak ediyorlar; çünkü onlar bugün egemenlik hakkını kendi içlerinden, haham ya da rahip olmayan, aksine kendileriyle eşit olan birtakım insanlara vermişlerdir.

Son olarak, bugün Müslüman olduklarını iddia eden toplumlar da cahiliye toplumu kapsamına dâhildirler. Bu toplumlar, Allah’tan başka bir varlığın ulûhiyetine inandıkları ya da Allah’tan başkasına fiilî olarak ibadet ettikleri için değil; aksine hayat düzenleri yalnızca Allah’a kulluk etme esasına dayanmadığı için cahiliye toplumu kapsamına girerler.[5]

Bu toplumlar -her ne kadar Allah’tan başkasının ulûhiyetine inanmasalar da- ulûhiyetin en hususi özelliklerinden birini Allah’tan başkasına veriyor, yani Allah’tan başkasının hakimiyetine/egemenliğine boyun eğiyor, yönetimlerini, kanunlarını, değerlerini, kıstaslarını, âdetlerini, geleneklerini… Kısaca hayatlarının neredeyse tüm dinamiklerini o egemenlikten alıyorlar.

Oysa Allahu Teâlâ, yöneticiler hakkında şöyle buyuruyor: “Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte böyleleri kafirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44)

Allahu Teâlâ, yönetilenler hakkında da şöyle buyuruyor: “(Ey peygamber!) Hem sana indirilen hem de senden önce indirilmiş olan (kitaplara) iman ettiklerini iddia eden (münafıkların) yaptığını gördün mü? Kendilerine düzmece ilahları reddetmeleri emredildiği halde onlar, (aralarında çıkan anlaşılmazlıklarda) onların hükmüne başvurmak istiyorlar.” (Nisa, 60)

“Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hâkim olarak belirlemedikçe, sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

Nitekim Allahu Teâlâ’nın geçmişte Yahudileri ve Hristiyanları şirkle, küfürle, ‘yalnızca Allah’a ibadet etme’ ilkesinden sapmakla ve Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rab edinmekle nitelendirmesinin tek sebebi; onların, bugün kendilerine ‘Müslüman’ diyenlerin, içlerinden bazı kimselere verdikleri hakkı hamamlarına ve rahiplerine vermiş olmalarıdır.

Allahu Teâlâ, Yahudilerin ve Hristiyanların bu yaptığını, Meryem oğlu İsa’nın rab ve ilah edinilip ona tapınması ile eş değer bir şirk saymıştır. Çünkü bu da diğeri gibi ‘yalnızca Allah’a kulluk’ etme esasının dışına çıkmaktır. Dolayısıyla hem Allah’ın dininin hem de ‘la ilahe illallah’ esasının dışına çıkmak demektir.

Söz konusu Müslüman toplumların bir kısmı laik olduğunu ve dinle hiçbir ilgisi olmadığını açıkça ifade etmekte; bir kısmı da dine saygılı olduğunu söylerken dini sosyal düzeninin tamamen dışına itmekte, gayba/fizik ötesine inanmadığını ve tüm düzenini tamamen bilim üzerine kurduğunu söylemekte, böylece bilimle metafiziğin birbirine zıt olduğunu ileri sürmektedir. Oysa bu, kendini bilmezlerden başkasının ileri sürmeyeceği çok cahilce bir iddiadır.

Bu toplumlardan bazıları da fiilî egemenliği Allah’tan başkasına vermekte, dilediği şekilde kanun ve yasalar koymakta, sonra da kalkıp kendi kendine koyduğu yasa ve kanunlar için ‘işte bu, Allah’ın şeriatıdır’ demektedir. Kısaca, sözü edilen bütün bu toplumlar; ‘yalnızca Allah’a kulluk’ etme esasına dayanmama noktasında birbirleriyle aynıdır.

Bu mesele anlaşıldıktan sonra, İslam’ın bütün bu cahiliye toplumlarına karşı takındığı tavır tek bir cümle ile şu şekilde ifade edilebilir: İslam, kendi bakış açısına göre, tüm bu toplumları Müslüman ve meşru kabul etmeyi reddeder. Çünkü İslam farklı türdeki bu toplumların tamamının taşıdığı isimlere, unvanlara ve etiketlere bakmaz. Zira bütün bu toplumların ortak vasfı şudur ki; bu toplumlarda hayat ‘yalnızca Allah’a kulluk etme’ esasına dayanmaz. Dolayısıyla bu toplumlar diğer toplumlarla ortak bir vasıfta, ‘cahiliye’ vasfında birleşmektedir.”[6]

d. Râgıb el-İsfahânî, cahiliyye kavramının mastarı olan cehaleti üç kısma ayırarak şöyle demektedir:

1. Bilgisizlik. Cehaletin asıl manası budur. Kelam alimlerinden bazıları bu anlamdaki cehaleti, denge ve kontrol harici bütün düzensiz davranışların sebebi olarak kabul etmişlerdir. Nitekim denge ve düzen üzere cari olan tüm davranışların sebebi de ilim olarak kabul edilmiştir.

2. Bir şey hakkında gerçeğine aykırı bir şekilde itikat etmek. (Örneğin aciz olan mahlukların uluhiyetine itikat edilmesi veya tek hak ilah olan Allahu Teâlâ ‘nın uluhiyetine itikat edilmemesi gibi…)

3. Bir şey hakkında onun şanına yakışır bir şekilde davranılmaması. Bu durumda o şey hakkında sahih bir itikat sahibi olmakla fasit itikat sahibi olmak arasında fark yoktur. Örnek olarak bilerek namazı terk eden kimse (namazın farziyetine itikat etse bile) cahillik etmiş olur. [7]

2- KUR’AN-I KERİM’DE CAHİLİYYE KAVRAMI VE TÜREVLERİ

Kur’an-ı Kerim’de cahiliyye kavramı ve türevleri pek çok münasebette kullanılmışlardır. Ezcümle;

– İnsanlığın emanet-i kübrâ olan teklif altına girmesi münasebetiyle insan hakkında şöyle denilmiştir: “Hiç şüphe yok ki o, pek zalim ve çok cahildir.” (Ahzab, 72) Burada teklif emanetinin gereğine uymayan, kulluk vazifelerini yerine getirmeyen, ilâhi hidayeti reddederek hevasına göre hayatı yaşayan müşrikler/kafirler kastedilmektedir. Bunlar fenni ilimlerde ne kadar ilerlemiş olurlarsa olsunlar pek zalim ve çok cahildirler. İşte bunların oluşturduğu toplumlara ‘Cahiliyye toplumu’ denir.

– Cahiliyye ifadesi, Allah’ın hükümleri dışında bir kanun veya hukuk düzeni talep etme hususunda da kullanılarak şöyle buyurulmuştur: “Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? kesin bir şekilde inanan bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Mâide, 50)

– Cahiliyye ifadesi, kadınların açılıp saçılarak dışarıya çıkmaları hususunda da kullanılarak şöyle buyurulmuştur: “Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın.” (Ahzab: 33)

– Cahiliyye ifadesi, kabile taassubuna ve milliyetçilik/ırkçılık duygularına göre hareket eden kimseler hakkında kullanılarak şöyle buyurulmuştur: “Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi.” (Fetih, 26)

– Allahu Teâlâ, müşrik olduğundan dolayı Hz. Nuh’un oğlunun helak olmasını irade buyurmuştu. Hz. Nuh ise, ailesinin kurtulacağı hususunda ki ilahi söze dayanarak oğlunun da kurtulması gerektiğine kanaat etmiş ve onun kurtuluşu için dua etmişti. Allah azze ve celle bu hususta yüce peygamberini uyararak şöyle buyurmuştu: “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd, 46) Burada Hz. Nuh yapmaması gereken bir davranış ortaya koyduğu ve kendisi için dua edilmeye layık olmayan bir kişinin kurtuluşunu istediği için uyarılmıştır. O da hemen yüce makamına yakıştığı gibi davranmış ve hatasını itiraf edip bağışlanma dileyerek şöyle demiştir: “Ey rabbim! Ben, senden hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, kaybedenlerden olurum!” (Hûd: 47)

– Hûd aleyhisselam, hakka icabet etmeyen ve hidayet yoluna girmeyen kavmi hakkında şöyle demiştir: “Ben size, benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.” (Ahkâf, 23)

– Hz. Musa aleyhisselam, makamına yakışmayacak bir şekilde onları alaya almakla kendisini itham eden kavmine bunun cahillerin işi olduğunu ve kendisinin böyle bir cahillikten Allah’a sığındığını belirterek şöyle demiştir: “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” (Bakara: 67) Yine Hz. Musa, kendisinden tapacakları bir put dikmesini talep eden kavmine, “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.” (A’râf: 138) buyurarak Allah’tan başka herhangi bir şeye ibadet etmenin cahiliyye olduğunu belirtmiştir.

– Hz. Yusuf aleyhisselam, zina bataklığına düşenlerin cahiller olduğunu belirterek onlardan olmaktan Allah’ sığınıp şöyle demiştir: “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” (Yusuf: 33) Zindanın, iffetsizlik olan zina bataklığına düşmüş cahillerden olmaya tercih edilmesi dikkat çekicidir. Zira bu iffetsizlik şeklinde tezahür eden cahiliyenin ne kadar çirkin olduğunu ortaya koymaktadır. Öyle ki insanın hürriyetinin kısıtlandığı zindan hayatı, böyle bir cahiliyeye tercih edilmelidir. Yine Hz. Yusuf, müslüman oldukları halde şeytanın tuzağına düşüp haset hastalığına yakalanarak öz kardeşlerine zulmeden kardeşlerine hitap ederek “Siz (henüz) cahil kimseler iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı) biliyor musunuz?” (Yusuf, 89)

– Günahları işleyenlerin ancak cehalet sebebiyle masiyet işledikleri belirtilerek şöyle buyurulmuştur: “Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır).” (Nahl, 119)

– Allah azze ve celle, kendini bilmez cahillerin sözlü veya fiili sataşmalarına iltifat etmeyip selametle onlardan kurtulup uzaklaşmayı tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Kendilerine cahiller/beyinsizler (hoşa gitmeyecek) lâflar attığı zaman, ‘Selâm (etle)’ de (yip geçe) rler.” (Furkan, 63) “Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size. Esen kalın. Bizim cahillerle işimiz yok” derler.”[8] (Kasas, 55)

Bütün bu yerlerde cahiliyye, cehalet ve cahiller ifadeleri zem/kınama makamında kullanılmıştır. Kur’an ve Sünnette genel olarak cehalet ve türevleri yergi makamında kullanılmıştır. Ancak nadir de olsa yergi anlamı taşımaksızın kullanıldıkları olmuştur. Örneğin, “İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır.” (Bakara, 173) ayetinde cahil kelimesi, onların gerçek hallerini bilmeyen kişi anlamında kullanılmıştır.

Yukarıda cahiliye ve türevlerinin kullanıldığı yerler incelendiğinde görülecektir ki, bireylerde ve toplumlarda cahiliyenin tezahür ettiği hususlar şunlardır:

Mükellef olma sınırını aşarak kulluk çerçevesinden çıkmak, peygamberlerin davetini ve getirdikleri şeriatı/hukuk düzenini reddetmek, Allah’ın indirdiği kanunlardan başka kanun ve yasalarla hükmetmek, iffet ve haya duygularının yok olmasıyla açık saçıklığın ve bunun tabiî bir sonucu olarak zinanın yaygınlık kazanması, erkek kadın ilişkilerinin fesada uğraması, toplumlar arası ilişkinin adalet ve merhamete değil de taassup ve ırkçılık esasına göre şekillenmesi, toplumda taat ve ibadetin kaybolup günah ve masiyetin galip gelmesi, kabalığın ve hakkı kuvvette aramanın geçer akçe olması… Kısacası cahiliyenin hakim olmasıyla bireylerde, ailede, toplumda ve toplumlar arası ilişkilerde büyük bir fesat meydana gelir.

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum, 41)


[1]. İbnu’l-Esir, en-Nihaye: 1/232. İbni Manzur, Lisanu’l- Arab: 11/130.

[2]. Muhammed Kutup, Cahiliyyetu’l- karni’l- işrin: 11.

[3]. Seyyid Kutup bu ifadeyi bin dokuz yüz ellili yıllarda söylemiştir. O dönemde durum söylediği gibiydi. Ancak Allah’a hamd olsun şu anda yer yüzünde Allah’ın nizamının geçerli olduğu bir devlet bulunmaktadır. Burası da kırk yıldır yetmiş düvele karşı cihad edilen Afganistan topraklarıdır. Allah’tan niyazımız bütün İslam alemini ve ardından bütün yer yüzünü İslam’ın hakimiyeti altına girmekle şereflendirmesidir!

[4]. Seyyid kutup rahimehullah batılı toplumları Hristiyan toplumlar olarak değerlendirmiş olsa da esasen batılı toplumlarda putperestlik daha hakimdir. Tek fark burada sayılan ülkelerde ilkel putperestlik hâkim iken, batılı ülkelerde modern putperestlik hakimdir. Bu zaviyeden bakıldığında laiklik ve demokrasiyi benimseyen bütün ülkelerde putperestliğin hakim olduğu söylenebilir.

[5]. Burada Seyyid kutup rahimehullah, İslam aleminde yaşayan toplumlardaki Müslüman bireyleri kastetmeyip, toplumun sosyal düzenini ve yönetim mekanizmasını ve bu cahilî yönetimleri bilerek kendi rızalarıyla kabul edenleri kast etmekedir.

[6]. Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler: 243/251.

[7]. Râgıb el-isfahânî, Müfredat, 209.

[8]. Bkz. Fîrûzâbâdî, Besâ’iru Zevi’t-temyîz fî letâ’ifi’l-kitâbi’l-‘azîz. 2/405.