Harf İnkılâbı Ve Götürüleri

Yakın Tarih – Rıdvan Badur / 2013 Kasım / 12. Sayı

Bir toplumun değerlerini yok etmenin belli başlı yöntemleri vardır. Ancak yok olan değerlerin, toplumu ne denli etkilediğini ve tekrar elde edilmesinin ne kadar güç olduğunu tarih sayfalarından rahatlıkla öğrenebilmekteyiz.

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında içine sürüklendiği buhranlar, devlet içinde çeşitli fikirlerin peyda olmasına sebep olmuştur. Bu fikirler büyük oranda “Bu süreç içinde devletin tekrar canlanmasını nasıl sağlayabiliriz?” sorusuna cevap niteliği taşımaktaydı ki genel anlamda bir “batılılaşma” düşüncesi devlet erkânının zihninde yer etmeye başlamıştı. Bu yazımızda da “batılılaşma” düşüncesinin etkisiyle uygulanmak istenen ve “sonucu ne olursa olsun!” fikriyle sonuçlandırılan bir inkılâp hareketi olan Harf İnkılâbı’nı incelemeye gayret edeceğiz.

Fertler ve kültürlerarası iletişimi sağlayan en önemli araç dildir. Fertler, dili kullanarak konuşur, anlaşır, gelişir, ilerler ve birçok ihtiyacını gidermeye çalışır. Bununla beraber toplum, elde etmiş olduğu ilmî birikimi de yine dili aracılığıyla sağlamıştır.

Tanzimat döneminin en çok tartışılan meselelerinin başında eğitim, eğitimin geri kalış sebepleri ile onunla doğrudan alâkalı olan alfabe değişikliği ya da ıslahatı gibi konular gelmiştir. Bu dönemde geri kalmışlığın nedenleri arasında, başta kullanılan Arap alfabesi gösterilmiş ve bu yüzden de alfabede bazı değişikliklerin yapılması gerektiği öne sürülmüştür.1 Bu dönemde konuyla ilgili çok sayıda cemiyet de kurulmuştur. Tartışmalar, İmlâ Komisyonu(1909), Ta’mim-i Maarif ve Islâh-ı Hurûf Cemiyeti(1911), Yeni Yazı Öğretme Derneği gibi cemiyetler etrafında yapılmıştır.2 Enver Paşa’nın da bu hususta çeşitli çalışmaları vardır. Ordu içerisinde harfleri ayrı ayrı yazmak suretiyle (hurûf-ı munfasıla) Yeni Yazı, Ordu Elifbası ve Enverî Hattı gibi isimler verilen yeni bir yazı tarzını ortaya çıkarmıştır. Arap alfabesinin ıslahı da düşünülmekle beraber yeni bir alfabe yani “”Latin alfabesi” meselesi de zihinlerde yer etmiş ve Millî Mücadele döneminde de tekrar ortaya çıkmıştır. Tabii ki bu fikre herkes katılıyor değildi. 1923 Şubatında İzmir’de toplanan Türk İktisat Kongresi’nde Latin harflerinin kabulü konusunda kongreye bir önerge verilmesi kongre başkanı Kazım Karabekir Paşa tarafından tepkiyle karşılanmış3 ve Kazım Karabekir, “Latin harflerinin kabulü meselesi, Avrupalılarca bizi bölmek ve İslam âleminden koparmak için atılan bir nifak tohumudur.” sözleriyle önergeyi toplantıyla alakası olmadığını belirterek reddetmiştir. Hatta bu konuda 5 Mart 1923(1339) günü Hâkimiyet-i Milliye gazetesine bir de demeç vermiştir. “Latin Harflerini Kabul Edemeyiz” başlığı ile çıkan demeçte bu fikrin bir felaket olduğunun anlaşıldığını, Latin harflerinin kabulü durumunda bütün İslam âleminin üzerimize gelebileceğini, kısacası yazı değişikliği düşüncesinden vazgeçilmesi gerektiğini anlatmıştır.4 Bu düşünceler yurtiçinde hareketliliğe sebep olmakla beraber dış dünyada da yankılar yapmıştır.5 Bu süreçten sonra hem Sovyet Rusya hem de Avrupa’nın yakından takip edeceği hareketlilikler yaşanacaktır.

Kurulmakta olan yeni devletin esas amacı, birçok ilim adamı, dahası İsmet İnönü’nün de hemfikir olduğu bir görüşle okuma-yazma oranının artmasını sağlamak değil yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, İslam dünyasından bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktır. Böylece yeni nesil, yeni alfabeyle büyüyecek, okuyacak ve yüzlerce yıllık bir birikimle ortaya konulan eserlere yüz çevirir bir halde yaşamını devam ettirecektir. Böylece yeni devlet çağdaş(!), uygar(!), ileriyi gören(!) bir toplumu oluşturmuş olacaktı. Ne var ki bunu yapmaya çalışırken 1400 yıllık bir geçmişi bir çırpıda silip attığını hissettirmeyecekti. Çünkü amaç “batılılaşmak”tı. Bu düşünce birçoğunun zihninde soru işareti bıraktığından yapılacak yeni uygulama bilimsel temellere dayandırılmaya çalışılacaktır.

1926 yılında Akşam gazetesinin düzenlediği “Latin harflerini kabul etmeli mi etmemeli mi?” anketi bir kamuoyu oluşmasını sağlamıştır. Ardından “Dil Encümeni”, “Dil Heyeti”, Alfabe Heyeti” gibi adlarla anılan bir komisyon kurulmuş ve komisyonda alınan kararları Falih Rıfkı, Atatürk’e sunmuştur. Falih Rıfkı ile Atatürk arasında şu konuşma cereyan etmiştir:

“Atatürk bana sordu:

Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?

“Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var.” dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirler iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Yüzüme baktı:

“Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz.” dedi.”

Bu süreçte Latin alfabesinin kabul edilmesi gerektiği bazı gerekçelere dayandırılacaktır. Bu gerekçelerden bazıları şunlardır:

Eski yazı (Arap alfabesi) hem geç hem de zor öğrenilmektedir.6

Bu fikri çürütmek çok zor olmasa gerek. Ortaçağ Tarihi alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi” adlı eserinde belirttiği şu sözleri durumu aydınlatmaya yeter mahiyettedir: “Gerçekten İslâm harfleri şakulî, ufkî, ve inkinaî olduğundan onunla bir metnin yazılması ve okunması, zaman ve emek tasarrufu sağlar; Latin harfleri gibi sadece ufkî ve uzun olmadığı için muhakeme mana üzerine toplanır. Latin harfleriyle yazılı bir kelime incelenirken, eski yazı ile bir bakışta bir cümle okunur, hatta bir sahifenin muhtevasına nüfuz edilir…”

Az çok öğrenim görenler bile bir yazıyı hatasız okuyamamaktadırlar.7

Bu madde için de yukarıdaki açıklama yeterlidir. Ancak komisyonun çalışmalarını yaparken atladığı bir şey var ki o da ortaçağ boyunca batı âlemine ilmî mükemmeliyet ve çalışmalarıyla yön veren İslam âlimlerinin Arap alfabesini kullandığıdır. Aynı süreçte Sovyet Rusya’nın Azerbaycan’da Latin alfabesini yerleştirmeye çalışmasının amacını B. Lewis “İslamlığın etkisini azaltmak” olarak açıklamıştır. Yani bir bakıma yeni devletin amacı da aynı denebilir.

Komisyon, çalışmalarını sürdürürken Atatürk İstanbul’da Sarayburnu Parkı’ndaki gazinoda 8 Ağustos 1928 günü bir gece toplantısında Harf İnkılâbı’nı başlatan konuşmasını yapmıştır. Böylece 1 Kasım 1928’de kurulan 15 kişilik bir komisyonun hızlı bir şekilde verdiği karar üzerine kanun aynı gün “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla kabul edilmiş ve 3 Kasım 1928’de de yürürlüğe girmiştir. Kabul edilen kanun maddelerinin bazıları şunlardır:

1 Ocak 1929’dan itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması zorunludur.

Bütün okulların Türkçe yapılan öğretiminde Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle basılan kitaplarla öğretim yasaktır.

Latin alfabesinin kabul edilmesinde daha önce de belirttiğimiz gibi “batılılaşma” mefkûresi etkin rol oynamaktadır. Bu konuda Niyazi Berkes bütün bu yapılan inkılâp ve modernleşme hareketini tek kelime ile laikleşme süreci olarak ele almaktadır.8 Ne var ki bu süreçte âlim olarak bilinen insanlar bu kanunla beraber cahil durumuna düşmüş ve yeni nesil, dininden soyut bir toplumun fertleri olarak yetişmeye başlamıştır. Arap harflerinin gelişmeye engel hiçbir tarafı yoktur. Zaten Harf İnkılâbı’nın esas amacının okur-yazar oranını artırmak olduğunun söylenmesi çocukları bile güldürür cinsten bir söylem olacaktır. Eğer okur-yazarlık ile Latin alfabesi arasında bir bağ kurulacak olursa bu teoriyi İsrail tek başına çürütecektir. Bu inkılâpla 900 yıllık geçmiş bir çırpıda silindi ve toplumun geçmişiyle bağları tek hamlede koparıldı. Peki, bu amacına ulaşmış bir girişim midir?

Eğer ilmî gelişmelerden yoksun, geçmişini bilmeyen bir toplum murad edilmişse evet bu girişim amacına ulaşmıştır. Fakat amaç tam tersi ise siz de takdir edersiniz ki bu hezimetten başka bir şey değildir.

——————————–

1 Seda Bayındır Uluskan, Atatürk’ün Sosyal ve Kültürel Politikaları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2010, s. 187.

2 Uluskan, a.g.e., s. 188.

3 Cengiz Dönmez, Tarihi Gerekçeleriyle Harf İnkılâbı ve Kazanımları, Gazi Kitabevi, Ankara 2009, s. 200.

4 Uluskan, a.g.e., s. 192.

5 Bilal N. Şimşir, Türk Harf Devrimi Üzerine İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi,  Ankara 2006, s. 1.

6 Durmuş Yalçın, Yaşar Akbıyık vd., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 2010, s. 112.

7 Yalçın, Akbıyık, A.g.e., s. 112.

8 Yalçın, Akbıyık, A.g.e., s. 119.