Hama Devrin Destanlaşan Öyküsü

Tarih – Rıdvan Badur / 2014 Şubat / 15. Sayı

Suriye’nin orta kesiminde, Asî ırmağı kıyısında yer alan Hama’nın Müslümanların eline geçmesi Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiştir. Hz. Ömer döneminde Ebu Ubeyde b. Cerrah kumandasındaki İslam ordusu Hama üzerine yürüyünce şehir halkı cizye ve haraç ödemeyi kabul ederek kendi istekleriyle Müslüman fâtihlere teslim oldular.(1)

Günümüzde ise kukla rejimlerin hipnoz edilmişçesine Batı güdümlü tavırları, Müslüman halklar üzerinde özellikle 20. yüzyılda hissedilir bir etki yaşatmış ve yaşatmaya da devam etmektedir.

Suriye’de Nusayri rejimi tarafından yalnızca Allah’a iman ettikleri için çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden şehid edilen binlerce insanın hazin öyküsünü sizlere sunmaya gayret edeceğiz. Öyle bir kıyım ki gözü dönmüşlüğün had safhaya ulaştığı ve insanlığın derin bir uykuda oluşunun apaçık bir göstergesi olan bir hadise…

Hadisenin mimarı olan Hafız Esad, 1952 yılında Humus’taki askeri akademiye kaydolmuş, oradaki eğitimini tamamladıktan sonra Halep’teki hava kuvvetleri akademisine yazılmıştır. 1955’te en iyi pilot ünvanını alarak akademiden mezun olmuştur. Teğmen olan Esad, daha sonra eğitimine  Mısır’da devam etmiş ve orada da en iyi Suriyeli pilot olarak ödül kazanmıştır. Mısır’dayken Muhammed Umran ve Salah Cedid ile beraber Baas Partisi’nin gizli Askeri Komitesi’ni oluşturdular. Daha sonra gücünü artıran bu komite, 1963 darbesini yapacak ve ülke siyasetinde bugüne kadar hâkim olacak guruba zemin hazırlayacaktır.(3)

Suriye’de mevcut kukla rejimin ve sonrasında vuku bulacak hadiselerin temeli Mart 1963’te yapılan darbe ile başa geçen Baas Partisi tarafından atılmıştır.

Suriye, Müslümanların güçlü olduğu bir bölge olması hasebiyle bölgede kuluçlanmış kukla rejim de bu güce darbe vurmanın bir yolunu bulma peşindeydi. Suriye’deki bu İslamî hassasiyeti 1928 yılında Mısır’da kurulan Müslüman Kardeşler teşkilâtı ile ilişkilendirmek mümkündür. Teşkilâtın etkisi Suriye’de 1930’larda hissedilmeye başlanmıştır. Teşkilât Suriye’de teşekkül ettiği ilk yıllarda 500-600 üyeye sahip iken üye sayısında gün geçtikçe artış gözlenmeye başlamıştır. Çünkü bâtıla karşı hakkı savunmak gerektiğini düşünen Müslümanların bir çatı altında toplamaları gerektiği fikri yaygınlık göstermekteydi. Bu bilinçlenmeyi kendisi için bir tehdit unsuru addeden Hafız Esad başa gelir gelmez anayasadaki “Devletin resmî dini İslamdır” ibaresini kaldırarak Müslümanların tepkisini biraz daha çekmiştir.

Rejimin Hama’ya bir komplo hazırlığı içinde olduğunu, katliama giden süreçteki tavır ve hazırlıklarından anlamak mümkündür. Çünkü Suriye’deki oluşum kukla rejimden ziyade Fransa, İsrail, Rusya gibi İslam düşmanı gürûhu tehdit eder bir durumdaydı. Esasında Müslümanlara karşı girişilen bu olumsuz tutumların sebebi saydığımız bu devletlerin vermiş olduğu bir emirden ibarettir.Dikdatör Esad, katliama giden süreçte Müslümanlar arasına fitne tohumları ekmek ve insanların hassasiyetleri ile oynayarak onları galeyana getirmek üzere adamlarını göndermişti. Gönderilen bu şahıslar insanların dinî ve ahlâkî tutumlarına zarar verecek girişimlerde bulununca halk karşı tepki göstermek zorunda kalmıştır. Öyle ki bu kişiler, insanların inançlarına saldırmak, kadınların namuslarını kirletmek gibi hiç kimsenin rıza gösteremeyeceği birtakım işlere girişerek bir tahrik ortamı oluşturmaya çalışmışlardır. Amaç, gerçekleştirilecek olan kıyıma yasal zemin hazırlamaktı. Rejim, Müslümanların kendilerini savunmalarının da önüne geçmek için yasalarda birtakım değişiklikler yaparak işlerini daha kolay hale getirmeye çalışmıştır.

Bölgede sıkıyönetim uygulanmaya başlanmış, halk ise savunmasız ve zor bir durumda bırakılmıştır. Bölgede askerî tedbirler artırılmış, istihbarat merkezleri kurulmuştur. Tüm bunlar, halkın devlete isyan etmesini sağlamak için yapılmaktaydı.

Hafız Esad, bu kirli kıyamı gerçekleştirmesi için kardeşi Rıfat Esad’ı olaydan hemen önce bu katliam için görevlendirmişti. Çünkü Rıfat Esad, bu kanlı kıyamı gerçekleştirebilecek bir psikolojiye sahipti. Rıfat Esad, göreve getirildiğinde kendisine birtakım yetkiler de verilmiş ve ona bir yetki genişliği sağlanmıştır. O yetkilerden birisi de şudur:

“Hiç kimsenin onayını almadan beş bin kişiyi öldürebilirsin!”

İslami kimlik taşıyanların hepsinin evleri bazen on defadan fazla aranıyordu. İnsanların inançları zedelenmeye çalışılıyor, namuslarıyla oynanıyordu. Anne ve babalar çocukları önünde kurşuna diziliyordu. İşte bu vahşi saldırılarda gerek Müslüman Kardeşler cemaatinden ve gerekse rejime muhalif farklı kesimlerden pek çok insan vahşice katledilmiş, bu durum Hama halkına büyük yaralar açmaya başlamıştır. Böylece Hamalılar kendilerini haklı bir karşı koyuşun içinde bulmuşlardır.

Tarih 2 Şubat 1982’yi gösterdiğinde Hafız Esad, Hama’da çok vahşice bir katliama imza atarak Müslüman Hama halkını çok acımasız ve vahşice bir kıyımdan geçirdi. Hafız Esad’ın kardeşi ve zamanın Genelkurmay Başkanı Rıfat Esad, Şubat 1982’de bir gece vakti havadan ve karadan saldırı düzenleyerek dört yandan Hama’yı kuşatmaya aldı. Suriye ordusunda görevli olup da harekâta katılmak istemeyen askerlerin çoğu anında idam edildi. Bu saldırı 27 günün sonunda onbinlerce insanın katledilmesiyle sonuçlandı.

Katliam neticesinde kırk bine yakın Müslüman hayatını kaybetmiş, otuz bine yakın sivil kaybolmuş, yüz binden fazla kişi hapsedilmiş ve sekiz yüz binden fazla Suriyeli de ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.

Taşı taş üzerinde bırakmayan bu saldırı neticesinde camiler ve birçok tarihi eser de yok edilmiş, yıkık-dökük binalara sığınan Müslümanlar zehirli gazlarla dışarıya çıkarılmaya zorlanmış ve vahşice katledilmişlerdir. Bu olaylar yaşanırken kukla rejim, şehre giriş-çıkışları yasaklayarak işlemiş olduğu bu gayr-ı insanî tutumun dış basına yansımasını engellemeye çalışmış olsa da böyle bir hadisenin duyulmaması imkânsızdı.

Sona gelirken İslam dininin haksızlığa bakış açısını ve Müslümanların bu durumdaki tavırlarının ne olması gerektiği yönündeki bakışını açıklamak, ayrıca İslam dininin hak-batıl mücadelesine nasıl bir yorum getirdiğini de aktarmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. Çünkü Hz. Âdem (aleyhisSelâm)’ın yaratılışı ile beraber hak-batıl mücadelesi başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir. Nitekim konumuzun da özetini teşkil eden bu hususa bir ayet-i kerîme ile değinmek istiyorum:

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tâğut yolunda savaşırlar. O Halde (ey müminler) şimdi siz şeytanın velileri (dostları, yoldaşları) ile savaşın. Şüphesiz şeytanın hilekârlığı zayıftır.” (Nisâ, 4/76)

Allah Teâlâ bu ayet-i kerîme ile hak ile batıl çizgisini net bir şekilde ayırmıştır. Böylece Yüce Allah, zulme rıza gösteren ve onun varlığı için tetiği çeken, hatta ve hatta buna alkış tutanların şeytanın taraftarları olduğunu ve ona kavuşmak için mücadele ettiklerini; müminlerin ise zulmü ortadan kaldırmak için uğraşıp Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak mücadele eden kimseler olduklarını anlamamızı istemektedir.

İnsan Hakları savunucularının, yaşandığı sırada inzivaya çekildiği ve dünya üzerinde yaşanabilecek en kötü senaryoların yaşandığı Hama katliamı, Müslümanların gözleri önünde yaşanmasına rağmen, gözlerindeki perdeyi kaldırmaya yetmemiştir. Bugün 2014’ün Suriye’sinde, dünyanın göbeğinde aynı durum yaşanmaya devam etmektedir. Aynı kukla rejimin devamı olan Beşşar Esad, 1963 sıkı yönetim anayasasının hükümlerini baz alarak Müslüman halka zulmünü en şiddetli bir biçimde ifa etmeye devam etmektedir.

Hama Katliamının 32. yıldönümünde Hama şehidlerine Allah’tan rahmet diliyor, akıbetlerinin daha şiddetlisinin -hidayetleri mümkün değilse- kafir gürûhun üzerine sağanak sağanak yağmasını yüce Allah’tan niyaz ediyoruz.

————————————————

1 Robert Mantran, “Hama”, DİA, c.15, s.396.

2 Ahmet Emin Dağ, Suriye Bilâd-i Şam’ın Hazin Öyküsü, IHH İnsani Yardım Vakfı Araştırma ve Yayınlar Birimi, İstanbul 2013, s.37.