Allah’ın Üzerine Metanet Yağdırdığı Kadının Hikâyesi

Kalbe Dokunan Hikayeler – Ümit Şit

Ayşe Hanım, eşi Abdullah ve üç çocukları ile Adıyaman merkezde yaşayan, gıpta edilesi, örnek bir aileydi. Abdullah Bey, çok iyi marangoz ustasıydı. Çok yoğun bir iş temposuna sahip olsa da gecelere kadar çalışmaz saat 20:00 olduğunda evde olurdu. Aile kavramına önem verir, çocuklarına iyi örnek olabilme adına mesaisinin bir kısmını onlarla oynamaya ayırırdı. Çocukları ile oynarken işin stresini, boğucu temposunu kısa sürede unuturdu. Ayşe Hanım ise şefkat kanatlarını ailenin üstüne geren takva sahibi, iffetli iyi bir Müslüman olarak tanınırdı.

Saat 20:00’de evin babası işten gelir gelmez sofra hazır olur ve tüm aile üyeleri masada olurlardı. Abdullah bey besmeleyi çeker ve yemeğe başlanırdı. Yemekte şakalaşmalar, dertleşmeler ve nasihatleşmeler yemek bitene kadar devam ederdi. Yemekten sonra Abdullah Bey çocukları ile oyun oynar ve saat 22:00 olduğunda üç çocuğu da yatakta babalarını beklerlerdi. Babası onlara her gece uyumadan önce bir hikâye anlatır. Sonrada hepsinin alnından öper ve yatmadan önce dualarını okumalarını tembihleyip uyumalarını sağlardı.

6 Şubat gecesi de böyle devam etti. Üç çocuk yatakta babasının onlara hikâye anlatmalarını bekliyorlardı. Babaları onlara bir hikâye anlattı. Hikâye sonrası çocuklardan biri “Babacığım çok güzel anlatıyorsun. Keşke işe gitmesen de hep bize böyle hikâyeler anlatsan. Hep yanımızda olsan.” dedi. Abdullah bey ise “Ben yanınızdayım zaten ve Allah izin verirse sizi hiç yalnız bırakmayacağım.” diye cevap verdi. Babaları teker teker alınlarından öptü ve yatağına gitti.

Saatler 04:17’i gösterirken büyük bir ses duyuldu. Abdullah Bey yerinden sıçradı. Ayşe Hanım “Subhanallah… Subhanallah…” diyor ve çocuklarına ulaşmak için yanlarına gitmeye çalışıyordu. Ancak her yer beşik gibi sallanıyordu. Dengede durmakta güçlük çekmesine rağmen koşar adımlarla çocuklarının yatak odasına girdi. Çocuklar korku dolu gözlerle annelerine bakıyor ve “Anne! Neler oluyor? Niye sallanıyoruz? Babam nerede?” gibi sorular sorarken tavan çatırdamaya ve kum taneleri yataklara düşmeye başlamıştı. Anneleri Ayşe Hanım, çocuklarının üzerine adeta bir kuş misali kapandıktan 3 saniye sonra tavan üzerlerine düşmüştü.

Sabah olduğunda TV’lerdeki tek gündem 7,4 şiddetinde, merkezi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan depremdi. Türkiye’deki bütün sivil toplum kuruluşları seferber olmuşlardı. Depremin büyüklüğü tarif edilemez durumdaydı.

Türkiye’deki 11 ili vuran deprem Adıyaman’da da etkili olmuştu. Enkaz çalışmaları sürerken 11. Saatte bir kadına ulaşıldı. Bir müddet çalışmadan sonra olduğu yerden çıkartılarak en yakın hastaneye götürüldü. Kadın kendindeydi ve sakindi. Hemşire serumunu değiştirmek için odaya girdiğinde “Çocuklarımı görebilir miyim acaba?” diye sordu. Hemşire sakin bir ses tonu ile “Ayşe Hanım, çocuklarınızın şu an için nerede olduğu bilmiyorum ama sizi buraya getiren yetkili arkadaşlara sorarım” dedi. Ayşe Hanım şaşkınlık içinde “Ama ben enkazdan çıkartılmadan, çocuklarım benden önce enkazdan çıkmışlardı! Ben enkazda iken bir ses sağ tarafına bak dedi. Sanırım arama kurtarma ekibinden biriydi, tam hatırlamıyorum. Sağ tarafım yeşillik bir alana bakıyordu. Çocuklarım uzun boylu bir adam ile oyun oynuyorlardı. Sanırım arama kurtarma ekibinden bir abi onları ben çıkana kadar orada oynatıyordu.” dedi.

Hemşire “Tamam ben arama kurtarma ekibinden bir arkadaşa sorayım. Çocuklarını yanına getirsinler o zaman” diyerek odadan çıktı. Hemşire hanım arama kurtarma ekibinin hastanede olan bir yetkilisine Ayşe hanımın çocuklarının nerede olduğunu sordu. Ayşe hanımın söylediklerini arama kurtarma yetkilisine aktardı. Yetkili şaşkın, donuk ve ürpertici bir gözle hemşirenin anlattıklarını dinliyordu. Yetkili yaşlı gözlerle “Hemşire Hanım çocukları annenin kollarının altında cansız bir şekilde bulduk.” dediği zaman hemşire adeta yıkılmıştı. Şaşkınlık, merak ve derin bir üzüntü içerisinde ağlayarak “Ama… ama… onları bahçede bir adamla oynadıklarını anlattı ve gayet de sakindi.” dedi.

Yetkili “Bu durumu nasıl açıklayacağımı inanın bilmiyorum.” Hemşire ağlamaya devam ediyor ve bir yandan da soruyordu. “Peki kocasına ulaştınız mı?” Yetkili “Evet” dedi ve durakladı. “Maalesef onun da cansız bedenine ulaştık.” diye ekledi.

Hemşirenin ağlaması daha da şiddetlendi “Ama ben bu kadıncağıza ‘Sen onları bahçede oynarken gördün ama onlar senin kucağında çoktan ölmüştü. Bunun yanı sıra kocan da öldü.’ diye nasıl söyleyeceğim.” diyerek ağlamaya devam ediyordu. Birçok vaka görmüştü ama travmatik hiçbir belirtisi olmayan bu kadıncağızın gördüklerini sakin bir edayla anlatması gibi bir durum ile ilk defa karşılaşıyordu.

Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Bu gece bana iki kişi geldi ve benim onlarla gitmemi istediler.

Bana dediler: Yürü! Yürü! Yürüdük. İçinde her çeşit çiçeğin bulunduğu sık ve uzun bitkilerle kaplı bir bahçeye geldik. Bahçenin ortasında uzun bir adam vardı. Semaya doğru uzanan boyunun uzunluğundan başını göremeyecektim. Bu zatın çevresinde pek çok çocuk vardı ki, o kadar çok çocuk görmemişimdir. Ben ‘Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?’ diye sordum. Onlar bana ‘Yürü, yürü’ dediler.

O iki kişiye bu gece çok garip şeyler gördüm dedim. Onlar da ne gördün sana izah edeceğiz dediler…

Büyük ağacın altında gördüğün yaşlı adam İbrahim aleyhisselam’dır. Çevresindeki çocuklar fıtrat üzerine ölen çocuklardır.”[1]


[1]. Buhârî 7047