Kapak Dosya – Yusuf Yılmaz / 2019 Ocak / 74. Sayı
Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’i ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini incelediğimiz zaman akla, vicdana ve kalbe ilham veren benzetmelere şahit oluruz. Meselenin dimağlarda daha kalıcı hal bulması için kullanılan misaller de genelde muhatap olunan toplumun yabancısı olmadığı şeyler üzerinden yapılmıştır. Aynı zamanda anlamakta ve ilişki kurulmakta zorlanılmayacak örnekler verilerek Kitap ve Sünnetin muhatapların kavrama seviyelerini göz önüne aldığına müşahede etmekteyiz.
Özellikle dergi kapak başlığımızı teşkil eden konumuz ile alakalı hem Kur’an’da hem de Sünnet’te o kadar çok veciz ve beliğ benzetme bulunmaktadır ki bu da üzerinde durduğumuz meselenin önemine dikkat çekmektedir. Bu yazımızda Mü’min hakkında verilen misallere ve bu misallerin üzerinden durulmak istenen ana temaya dikkat çekmek için Diyanet Vakfının hazırlamış olduğu Hadisler ile İslam Ansiklopedisi birinci cildinde yer alan yazıyı iktibas etmek istedim. Rabbim istifade etmeyi hepimize nasip etsin.
Allah Rasûlü bir gün on kişilik bir toplulukla beraber oturuyordu. Bu sırada kendisine hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan çıkan ve süte benzeyen hurma özü ikram edildi. Rasûl-i Ekrem hurma özünün tadına baktıktan sonra etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu: “Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman’a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez.” Bunun üzerine insanlar çölde yetişen ağaçları saymaya başladılar. Ancak kimse Allah Rasûlü’nün Mü’mine benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi. Bu arada orada bulunan genç Abdullah’ın içinden, “Bu, hurma ağacıdır.” demek geçti. Fakat söylemeye utandı ve sustu. Çünkü oradaki on kişinin en küçüğüydü. Üstelik hemen yanı başında babası Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı ve onlar da bu konuda bir şey söylememişlerdi. Abdullah onların bulunduğu ve konuşmadığı mecliste konuşmayı uygun bulmadı. Bu arada topluluktaki diğer insanlar doğru cevabı bulamayınca, Allah Rasûlü’nden sorunun cevabını söylemesini istediler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu.
Topluluk dağılınca Abdullah, babası Hz. Ömer’e, “Babacığım! Aslında bu ağacın hurma ağacı olduğu aklımdan geçmişti” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Peki, bunu söylemeni ne engelledi? Eğer söylemiş olsaydın gerçekten çok sevinirdim.” dedi oğluna. Abdullah da “Senin ve Ebû Bekir’in konuşmadığınızı görünce ben de konuşmak istemedim.” cevabını verdi. Babasına ve onun yakın dostu olan Hz. Ebû Bekir’e duyduğu derin saygı nedeniyle susan genç Abdullah ne Hz. Peygamber’in Mü’mini hurmaya benzetmesini ne de babasının kendisine gösterdiği sıcak ilgiyi asla unutmadı; bunları kendisinden sonrakilere aktararak bizlere kadar ulaşmasını sağladı…[1]
Allah Rasûlü “Öyle bir ağaç vardır ki bereketi Müslüman’ın bereketine benzer.” buyururken aslında ilhamını Kur’ân-ı Kerîm’den almaktaydı. Çünkü Yüce Allah da Kitabında imanı ve imanın sözle ifadesi olan kelime-i tevhidi güzel bir ağaca, inkârı ve inkârın ifadesi olan kötü sözü ise kötü bir ağaca benzetmiş ve şöyle buyurmuştu: “Görmedin mi Allah güzel sözü nasıl misal getirdi? Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaca benzer. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü söz de gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.”[2]
Sevgili Peygamberimiz bu âyette bir benzetme unsuru olarak kullanılan “güzel ağaç” ile hurma ağacının, “kötü ağaç” ile de halk arasında “ebucehil karpuzu” olarak da bilinen ve meyvesi acı olan “hanzal” adlı bitkinin kastedildiğini ifade etmiştir.[3] Böylece Yüce Allah sâdık imanın ifadesi olan kelime-i tevhidi hurma ağacına benzetirken, Allah Rasûlü de sadık Mü’mini hurma ağacına benzetmiştir. Mü’min ile hurma ağacı arasında benzetme kurulurken ilk olarak hurmanın kökü dikkatlere sunulmuştur. Buna göre hurma ağacının kökleri nasıl toprağın derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş ve orada karar kılmışsa, Mü’minin imanı da onda sağlam bir şekilde kökleşmiş ve sabit kalmıştır. Hurmanın kökü onun gövdesinin, meyvesinin ve yapraklarının beslendiği yegâne kaynak olduğu gibi Mü’minin imanı da onun ibadetlerinin ve güzel davranışlarının biricik menbaıdır. Kök ağaca besin taşıdığı gibi, iman da Mü’mine ruh taşır, heyecan taşır ve onu daima diri tutar. Kök, her şeyi yerinden eden şiddetli kasırgalara karşı ağacı sabit kılarken, sadık iman da Mü’minleri hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar. Köke gelen zarar, tüm ağaca gelir. İman da böyledir. O, şüphe, şirk ve inkâr barındıran her türlü söz ve davranıştan uzaktır. Nitekim âyette Allah’ı inkâr anlamına gelen her türlü söz, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmiştir. Kökü olmayan bir ağaç nasıl kuruyup yok olmaya mahkûmsa, samimi bir imana sahip olmayan insanın da hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğraması kaçınılmazdır. Şu hâlde iman, “Mü’min” nitelemesine imkân veren kök vasıftır. Mü’min, Mü’min olma niteliğini imana borçludur; İman, Mü’minin varlık nedenidir.
Mü’min bir taraftan tüm gücüyle iman kökünden beslenirken, diğer taraftan onunla Yüce Allah’a yakın olmaya ve Rızâ-i Bâri’ye ulaşmaya çabalar. Hurma ağacının göğe doğru yükselen dalları ile Mü’min arasındaki benzerlik böyle izah edilebilir. Hurma, köklerinden toprağa ne kadar sağlam tutunursa boy atmadaki gücü o kadar artar. Boyu uzayıp göğe yükseldikçe yeryüzündeki kirlilikten ve tehlikelerden o kadar uzak olur. Meyvesi güven içinde olgunlaşır. Mü’min de imanını ve niyetini perçinledikçe Rabbine daha çok yaklaşır. Allah’ın rızasını elde etmesinin önündeki engelleri daha kolay aşar. Süflî arzuların boyunduruğundan kurtulup ulvî gayelere yönelir. Niyeti ve yönelişi doğru bir istikamet bulur. Böylece bütün davranışlarına yön veren imanı Allah’a yükselir.
Kökü ve dalları güçlü olan bir ağacın aynı oranda güzel ve tatlı meyve vermesi tabiîdir. Meyve, büyük bir özen ve sabırla büyütülen hurma ağacından beklentiyi ifade eder. Sadık bir imana ve samimi bir niyete sahip bir Mü’minden de buna uygun salih ameller sergilemesi beklenir. Çünkü salih amel, iman ağacının meyvesi ve Mü’minin imanının göstergesidir. İman, Mü’minlerin gönüllerine sımsıkı yerleşince onların tüm hayatlarına ve davranışlarına yön verir. İmanın bu iyi ve olumlu etkisi Mü’minin “salih amel” olarak bütün söz ve eylemlerinde açıkça ortaya çıkar.
İman ağacının meyvelerinden biri de ibadetlerdir. İmanın “salih amel”e dönüşmesi Mü’minin ibadetlerinde açık bir şekilde görülür. Kulluk bilincine sahip olan bir Müslüman, hayatını Allah’a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürür. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslâm’ın temel şartlarını teşkil eden ibadetlerin yanında Allah’ı zikretme, Kur’an okuma, kurban kesme ve infakta bulunma gibi kendisini Yüce Allah’a yaklaştıracak ibadetleri ifa eder. Farz ve nafile ibadetlerle Yüce Allah’a yakınlaşır ve böylece onun sevgisini kazanır.
Hadiste hurma ağacının meyvesi ile Mü’min arasında benzerlik kurulurken “hurmanın her zaman meyve verdiğinin” vurgulanması onun bereketli bir ağaç olduğunu ortaya koyar. Üstelik hurma ağacı sadece meyvesinden değil gölgesinden, odunundan, yapraklarından, dallarından ve hatta çekirdeklerinden bile istifade edilen bereketli bir ağaçtır. Mü’min de böyledir; bereket onlar arasındaki en önemli benzerlik noktalarından biridir. Mü’min, sözleriyle, tavır ve davranışlarıyla, imanı ve ibadetiyle, kısacası tüm hayatıyla bereketli ve faydalı olmayı başaran kişidir. Faydalı olma, Mü’min için bir ayırıcı vasıftır. Kendisine, ailesine ve topluma faydalı olması bakımından Mü’mini bir aktara benzeten hadiste Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.”[4]
Hadiste ifade edildiğine göre hurma ağacının yaprakları hiçbir zaman dökülmez. Daima yeşil kalır. Mevsimlerin değişkenliğine ve iklim şartlarının zorluğuna rağmen hurma yapraklarının dallarından düşmemesi ve yeşilliğini koruması, sebat, istikrar ve kararlılık açısından Mü’min ile benzeşmektedir. Çünkü Mü’min de şartlar ve durumlar ne olursa olsun imanında kesin bir sebat ve azim gösterir. Rasûl-i Ekrem’in buyurduğuna göre, “Allah’a kavuşacağı güne kadar Mü’min erkek ve kadınların kendisine, çocuğuna ve malına sıkıntı ve musibet gelmeye devam eder.”[5] Ancak başına gelen olumlu ya da olumsuz hiçbir hâl ve hadise, Mü’minin hayır ve iyilik üzere olmasına engel olamaz. Allah Rasûlü Mü’minin bu hâlini şu veciz hadisiyle anlatır: “Mü’minin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız Mü’mine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder; bu da onun için hayır olur.”[6]
Kabul edilmelidir ki başına gelen musibetler ve zorluklar karşısında Mü’min bazen duygusal açıdan sarsılabilir; bazen beşerî ve hissî yapısının sâikiyle tökezleyebilir. Ancak burada asıl olan iman bakımından kararlı bir duruş sergilemektir. Zira Mü’min sarsıldığında ve sendelediğinde imanı onun elinden tutar ve onu yeniden ayağa kaldırır. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste Allah Rasûlü Mü’min ile kâfirin musibetler karşısındaki tavrını şu benzetme ile anlatır: “Mü’min, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte Mü’min de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.”[7]
Karşılaştığı bela ve musibetlere sabırla mukavemet etmek ve en zor zamanlarda bile imanını muhafaza etmek Mü’minin şiarındandır. Bu meyanda Allah Rasûlü Mü’mini en kıymetli cevher olan altına benzetir ve altının özünün yüksek ısılı bir eritme ocağında dahi değişmeyeceğini, dolayısıyla Mü’minin de imanını her hâlükârda muhafaza edeceğini şöyle ifade eder: “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki Mü’min altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”[8]
Mü’min için iyiliğin ve güzelliğin bir hayat tarzı olduğunu, onu bal arısına benzeterek anlatan bir hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurur: “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki Mü’min bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”[9] Hadise göre bal arısı ile Mü’min arasındaki iki benzerlik, yedikleri gıdalar ile ürettiklerinin temizliğindedir. Bal arısı nasıl ki ağaçların ve bitkilerin en güzel çiçeklerinden besleniyorsa, Mü’min de Allah’ın kendisine verdiği rızıkların temiz ve helâl olanlarından gıdalanır.
Mü’min ayrıca rızkını kazanmak için çalışmayı elden bırakmaz. Çünkü Hz. Peygamber’in ifadesiyle, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, elinin emeğidir.” Arının, tertemiz çiçeklerden aynı temizlikte bir üretimle şifa kaynağı bal verdiği gibi Mü’min de temiz, sağlam, kaliteli ve hilesiz bir üretim yapar. Mü’minin çalışıp kendi emeğiyle ortaya koyduğu her türlü ürün, kendisi ve toplumu için faydalı ve anlamlıdır. Nitekim bal arısının ürünü olan bal da insanlık için büyük bir nimet ve şifa kaynağıdır. Burada aynı zamanda üretim ve tüketim arasındaki ahlâkî dengeye de bir gönderme vardır. Hadiste Mü’min ile bal arısı arasındaki benzerliğin bir başka yönü de çevre bilinci ile ilgilidir. Bal arısı çiçeğinden yararlandığı ağaca hiçbir şekilde zarar vermediği gibi Mü’min de imar etmekle sorumlu olduğu çevrenin ve kâinatın40 dengesini bozacak bir tavır içinde olamaz. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in, yoldan eziyet verecek şeyleri kaldırmayı imanın şubelerinden birisi olarak tanımlaması Mü’min ile çevre bilinci arasındaki yakın ilişkiyi göstermektedir.
İmanda sebat ve kararlılık göstermede Mü’minin önündeki en çetin engellerden biri de günahlardır. “Mü’min, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.”[10] hadisiyle Mü’minin günaha karşı tavrını ifade eden Allah Rasûlü, günlük hayatın türlü meşguliyetleri arasında Mü’min ile imanı arasına giren günah ve hata engellerini tevbe ve istiğfar ile aşmayı tavsiye eder. Böylece hiçbir günah sürekli bir şekilde Mü’min ile imanı arasına giremez. Mü’min ile iman arasındaki daimî ilişkiyi bir benzetme ile dikkatlere sunan hadisinde Rasûl-i Ekrem şöyle buyurur: “Mü’min, yularından bir yere bağlanmış ata benzer; o at gezip dolaşır sonra da bağlandığı yere geri döner. Mü’min de unutarak hata işler ve sonra yine imana döner.”[11] Burada imana dönmekten maksat, Allah’a iman etmiş bir kişinin, günah işlediği zaman hemen tevbe ve istiğfar ederek yeniden Allah’a yönelmesi ve imanını muhafaza etmesidir.
Ve nihayet Allah Rasûlü’nün, Mü’mini, “bir iyilik yaptığında sevinen, bir kötülük yaptığında ise üzülen kimse” olarak tanımladığı hatırlanırsa, bir Mü’minin yapacağı en güzel dualardan birinin şu nebevî dua olduğu anlaşılır: “Allah’ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman sevinç duyan, kötülük yaptıkları zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.”[12]
[1]. Buhari, Edep 89
[2]. İbrahim, 24-26
[3]. Tirmizi, Tefsiru’l Kur’an 14
[4]. Taberani, Mu’cem
[5]. Tirmizi, Zühd 56
[6]. Müslim, Zühd 64
[7]. Buhari, Tevhid 31
[8]. Ahmed b. Hanbel, Müsned
[9]. Ahmed b. Hanbel, Müsned
[10]. Tirmizi, Sıfatu’l Kıyame 49
[11]. Ahmed b. Hanbel, Müsned
[12]. İbni Mace, Edep 57