Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2021 Mayıs / 102. Sayı
“Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramda bulunduğunuz sırada avlanmayı helal saymamanız şartıyla, size bildirilecek olanlar dışında en’am denen hayvanlar sizin için helal kılınmıştır. Şüphesiz Allah dilediği gibi hükmeder.”
(Maide, 1)
Ayet-i kerime kısa olmakla beraber toplumların ayakta durması veya ruhen çöküşü konusunda çok mühim bir noktaya değinmektedir. Bu insanlık var oldukça devam edecek olan çok mühim bir prensiptir. Bu öneminden dolayı Allahu Teâlâ iman edenlerin şuurlarını harekete geçirmek ve onları ileride çözülmekten muhafaza edecek düsturu son derece açık bir şekilde beyan etmiştir. Bu mesele “ahde vefa” meselesidir.
Bunun pratik hayatımızdaki yansımasına basit bir örnek verebiliriz. Ahitlerin yerine getirilmesi toplum içinde özellikle borç alışverişinde tezahür etmektedir. Borç alan ya borcunu zamanında ödemez ya da hiç ödemez. Ödemeyi niyeti olduğu halde o tarihte para bekleyen kişiye ödeme yapamayacağını da söylemez böylece borç verenin borçluya güveni sarsılır. Netice itibarı ile bugün müşahede ettiğimiz gibi Allah’ın haram kıldığını bildikleri halde faiz almaya yönelir veya mecbur kaldığını söyler. Konumuz tabii ki bunun sebepleri üzerinde konuşmak değil. Ancak basit gibi görülen bir meselenin neticede vardığı sonucun vehametini görmek gerekir.
Ahde vefa göstermek sadece bir yönü ile ele alınacak kadar dar bir konu değildir. Aslında bugün yaşanan tüm bunalımların temelinde bu konu yatmaktadır. Bu konu insanın dünyaya gelmesinden önce başlayan, dünyada uygulanmasına veya uygulanmamasına müsaade edilen, ahirette de kabir hayatında başlayıp mahşer meydanında son bulan sorgulamaya yol açan bir meseledir. İnsanın ilk ahdi Allah ile yaptığı ahittir. Eğer bu ahit hakkıyla kalplere yerleşirse ve tatbik edilmeye çalışılırsa elbette tüm sorunlar ortadan kalkacak, tüm insanlar hayat evrelerinin her birini selametle kat edecektir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rabbin Ademoğullarından -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”. “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde “Bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.” (A’raf, 172)
Allahu Teâlâ ahde gösterdiği önem dolayısıyla Hz. İsmail’i övmüş ve onu örnek almamıza işaret etmiştir: “Bu kitapta İsmail’i de okuyup an. O gerçekten sözüne sadıktı! elçi – peygamberdi.” (Meryem, 54)
İbni Cerir et-Taberi rahimehullah Selh b. Akil’den şunu rivayet etti: İsmail aleyhisselam bir adama bir yere gelmesi konusunda vaatte bulundu. Belirlenen yere o geldi ancak diğer adam bunu unuttu. İsmail aleyhisselam onu sabah akşam bekledi. Derken ertesi gün adam çıkageldi ve:
– Buradan hiç ayrılmadın mı?
– Hayır!
– Ben sözleştiğimizi unuttum.
– Sen bana gelinceye kadar buradan ayrılmayacaktım, dedi.[1]
Ayet-i kerimenin işaret ettiği bir diğer mevzu da helallerle yetinme ve harama tenezzül etmemektir. Kur’an-ı Kerim bize yememizin caiz olmadığı şeyleri belirtmiştir. Bunlar helal olan şeylere nazaran oldukça azdır. Allah’ın kullarına merhametinin gereği olarak helal dairesi geniş tutulmuş ve kulların nimetlere çabuk ulaşması sağlanmıştır. Ancak bazı arızi durumlarda helal olan şeylerin avlanması yasaklanmıştır. Hacca giden ihramlının mubah olan hayvanları avlaması bu kabildendir. Allah’ın bu şekilde bir hüküm koyması bir imtihandır. Aynı zamanda sadece ibadet gayesiyle Beytullahı ziyaret eden Allah’ın misafirlerinin ibadetten payını alması için daha uygundur. Bunda bizim bildiğimiz, Allah’ın dilediği nice hikmetlerde vardır. Zira Allah dilediği gibi hüküm koyar. Onun koyduğu hükümde kulların hayat membaı vardır.
Âlimlerin Ayetle İlgili Görüşleri
Muhammed Cemaleddin el-Kasimi rahimehullah Mehasinut-Te’vil’de şöyle der: Buradaki ahitlerden maksat, Allah’ın kullarını sorumlu tuttuğu ve onları bağladığı vacip olan görevlerdendir. Ali b. Talha dedi ki İbni Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Allahu Teâlâ ahitlerden helal kıldığı, haram kıldığı, farz kıldığı ve Kur’an’da sınırlandırdığı şeyleri kast etmiştir. Öyleyse bunlara ihanet etmeyin ve sözlerinizi bozmayın.” Zeyd b. Eslem şöyle der: Ahitler altı tanedir: Allah’ın ahdi, anlaşma akdi, ortaklık akdi, alışveriş akdi, nikah akdi ve yemin akdidir. Zemahşeri rahimehullah şöyle der: “Ayetin zahirinden anlaşılan burada Allah’ın dinindeki helallerin helal, haramların da haram kabul edilmesi akitleri kast edilmiştir.”[2]
Sözleşmelere riayet etmenin önemine dikkat çeken Seyyid Kutub şöyle der: “Bu süre sözleşmelere bağlı kalma emriyle başlamış, sonra bu başlangıcın ardından evlenme, yeme-içme ve kurbanlık hayvanlarla ilgili helal ve haram hükümler gelmiştir. İçinde birçok yasal hükümler ve kulluğa ilişkin açıklamalar vardır. Sahih inanç, kulluk ve ilahlık gerçeğinin açıklanması, İslam toplumunun diğer milletler ve inançlarla ilişkilerinin açıklanması, müminleri Allah’a çağırma, doğru şahitlik etme, daha önce inen tüm semavi kitaplara hâkim olan Kur’an sayesinde insanlığa önder ve lider olma görevleri, yalnız Allah’ın indirdikleriyle hükmetme, ondan birtakım tavizler vererek haksızlık etmekten sakınma ve kişisel duygu, sevgi ve kin gibi sebeplerden etkilenerek adaletten ayrılmanın yanlışlığı ve bundan uzak durmanın gereğinin açıklanması, sürenin bu şekilde başlayıp devam etmesi ‘sözleşmeler’ kavramına, ilk anda akla gelen anlamından daha geniş bir anlam kazandırıyor. Sözleşmeler derken, Yüce Allah’ın hayat için belirlediği tüm kuralların amaçlandığı anlaşılıyor. Bu sözleşmelerin başında da Yüce Allah’a inanmak, ilahlığının gereğini kavramak ve bu uluhiyetin gerektirdiği kulluk görevini yapmak ilkelerini içeren sözleşme gelir. Diğer sözleşmelerin ve bütün hayat ilkelerinin dayanağı bu sözleşmedir.”[3]
İmam Kurtubi rahimehullah şöyle der: “En’am” kelimesinden maksat; deve, inek ve koyundur. Bu şekilde isimlendirilmesi yürüyüşündeki yumuşaklıktan dolayıdır. Allahu Teâlâ’nın “Size bildirilecek olanların dışında” sözü hakkında size Kur’an ve sünnette belirtilen şeyler kastedilmiştir. Allahu Teâlâ ayetinde şöyle buyurmuştur: “Murdar hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurularak öldürülmüş, yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş hayvanlarla -henüz canı çıkmadan yetişip kestiklerinizin- yırtıcıların yediği hayvanlar, dikili taşlar önünde (sunaklarda) boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla paylaşmanız için size haram kılındı…” (Maide, 3) Peygamber sallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Köpek dişi olan her hayvan haramdır.”[4]
Fahreddin er-Razi rahimehullah günümüzde de çok tartışılan bir konuya işaret ederek şöyle der: Seneviyye fırkası[5] şöyle der: “Hayvanları kesmek onlara acı vermektedir. Acı vermek ise çirkin bir davranıştır. Merhametli ve hikmetli olan Allah çirkin şeylerden razı olmaz. Bundan dolayı Allah’ın hükmü ile hayvan kesmenin helal ve mubah olması mümkün değildir.” Onlar yine şöyle derler: “Bu söylediğimizi tasdik eden şey bu hayvanların kendilerine müdafaa edeceği güçleri yoktur ve onlar kendilerine acı verecek kişilerle tartışacak beyan etme yeteneğine de sahip değildir. Acı vermek çirkindir ancak acizlik ve şaşkınlık içinde olan böle hayvanlara acı vermek daha çirkindir.”
Bilesin ki bu şüpheden dolayı Müslüman fırkalar değişik görüşlere sahip oldular. Mukramiyye fırkası[6] şöyle der: “Bu hayvanların kesilmeleri esnasında acı çektiklerini kabul etmiyoruz. Bilakis belki Allah onlardan kesilme esnasındaki acıyı kaldırmıştır.” Mukramiyyenin bu görüşü zarureten var olan duruma karşı inat etmektedir (tutarsızdır).
Mutezile fırkası ise şöyle der: “Biz acı vermenin mutlak manada çirkin olduğunu kabul etmeyiz. İlle de çirkin görülecekse işlenmemiş bir suçtan ve karşılığı olmayan bir durumdan dolayı görülen acı çirkindir. Burada ise Allah azze ve celle ahirette kesilen hayvanlara üstün karşılık verecektir. Bundan dolayı onları kesmek zulüm olmaktan çıkmıştır. Görüşümüzün sıhhatine delalet eden şey ise sıhhat gayesiyle aşı ve hacamat yaptırmanın verdiği acıya tahammül etmenin makul karşılanmasıdır. Büyük bir faydadan dolayı az acıya tahammül etmek güzel karşılandığına göre hayvan kesmek de hoş karşılanır. Bizim itimat ettiğimiz âlimler ise şöyle der: Hayvanların kesilmesine izin verilmesi Allah’ın kendi mülkündeki tasarrufudur. Mülk sahibinin kendi mülkünde nasıl tasarruf yapılacağına itiraz edilemez.”
Ayetin son kısmı (Şüphesiz Allah dilediği gibi hükmeder) hakkında da Fahreddin er-Razi şöyle der: “Bu sözün manası şudur: ‘Allahu Teâlâ en’am denilen hayvanları tüm hallerde helal kıldı. Avlanmayı da bazı haller dışında helal kıldı.’ Şayet bir kişi ‘Bu açıklama ve sınırlamanın sebebi nedir?’ diye soracak olursa ona şöyle cevap verilir: ‘Allahu Teâlâ her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğu için herhangi bir şekilde O’nun hükmüne itiraz olamaz.’ Bizim itimat ettiğimiz âlimlerin görüşü şudur: Mükellef olmanın güzelliğinin ilintisi Allah’ın rububiyeti ve kulun ibadetlere bağlanmasıdır. Yoksa mutezilenin dediği gibi ‘Allah kulları için en uygun şeyleri yaratmalıdır’ görüşü değildir.”
Ayetten Çıkarılacak Dersler
1- Ahitlere riayet etmek ahlaki bir davranış olmaktan öte imani bir vasıftır. Müslümanın bu meseleye çok dikkat etmesi gerekir. Günümüzde çok ehemmiyet verilmeyen bu mesele nifak hastalığına tutulmaya ve cehennemin en alt tabakasına yuvarlanmaya vesile olabilir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şu dört haslet kimde bulunursa münafık olur. Bu hasletlerin biri kendisinde bulunan kişi de onu bırakıncaya kadar kendisinde nifakla ilgili bir haslet var demektir; konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kavga edince baştan çıkar ve sözleşme yapınca ihanet eder.”[7]
2- Nimetlerin her türlüsünde haram kılınanların sayısı oldukça sınırlıdır. İmtihan dünyasında olsa Allahu Teâlâ insanları darda bırakmamıştır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Allah’ın göklerde ne varsa yerde ne varsa sizin hizmetinize verdiğini ve sizlere açık ve gizli olan nimetlerini bolca tamamladığını görmediniz mi? İnsanlardan bazıları ilimsiz, rehbersiz ve aydınlatıcı bir kitap olmaksızın Allah hakkında tartışır.” (Lokman, 20)
3- Akdini yerine getirme niyetiyle hareket etmek Allahu Teâlâ’nın yardımına mazhar olmaya sebep olur. Bizden öncekilerin bu konudaki yaşayışları buna en güzel delildir. İhlas ile hareket edildiği müddetçe Allah kulunu mahcup etmeyecektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem İsrailoğullarından bir adamın diğer bir şahıstan bin altın borç istediğini zikretti. Borç istenen kişi:
– Bana şahitlerini getir de onları şahit tutayım, dedi. Borç isteyen:
– Allah şahid olarak yeter!
– Bana kefil getir.
– Allah kefil olarak yeter!
– Doğru söyledin, dedi ve ona belirlenmiş bir zamana kadar geri ödemesi üzerine anlaşarak parayı verdi. Bu şahıs deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını giderdikten sonra belirlenen sürede parayı vermek için bir gemi araştırdı ancak bulamadı. Bir kütük bulup onu oydu, içine bin dinar ve arkadaşına yazılmış bir mektup koydu. Ardından oyuğu kapattı. Sonra denizin kenarına geldi ve “Allah’ım! Sen biliyorsun ki ben falan şahıstan bin dinar alırken benden kefil istediğinde ben ona ‘Allah kefil olarak yeter’ dedim. O da senin kefilliğinden razı oldu. Benden şahit istediğinde ona ‘Allah şahit olarak yeter’ dedim. O senin şahitliğine de razı oldu. Ben ondan aldığım şeyi ödemek için bir gemi bulmaya gayret ettimse de buna muvaffak olamadım. Bundan dolayı parayı sana emanet ediyorum.” dedi.
Kütüğü denize attı ve kütük denizde kayboldu. Yine de memleketine dönmek için gemi araştırmayı sürdürdü. Ona borç veren adam da kendi parasını getirecek bir gemi gelir diye bekliyordu. Adam deniz kenarında içinde para olan kütüğü gördü ve onu evine odun yakmak için götürdü. Kütüğü yarınca içindeki parayı ve mektubu gördü. Sonra kendisinden borç alan kişi bin dinar ile geldi ve:
– Vallahi senin paranı vermek için gemi araştırdım ancak şu geldiğim andan önce bulamadım, dedi. Borç veren:
– Sen bana bir şey gönderdin mi?
– Sana şu geldiğim andan önce bir gemi bulamadığımı söyledim!
– Allah senin kütük ile gönderdiğin şeyi bana ulaştırdı. Artık bin dinarınla selamet içinde gidebilirsin![8]
[1]. Taberi Tefsiri, cilt 16, s. 72
[2]. Tefsirul Kasımi, aynı ayetin tefsirinden
[3]. Fi Zilali’l-Kur’an, aynı ayetin tefsirinden
[4]. Müslim, 1933
[5]. Aydınlık ve karanlığın ezeli olduğunu söyleyen bir fırkadır. Mecusiler ise karanlık ve aydınlığın ezeli olmadığını söylerler.
[6]. Mukram b. Abdillah el-İdi’nin taraflarıdır. Namaz kılmayanın kafir olduğunu söylemişler, bunun sebebinin ise Allah’ı tanımayacak kadar cahil olmalarına bağlamışlardır. Onlar her büyük günah işleyen için bu görüştedirler.
[7]. Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 106
[8]. Buhârî, 2291