Ey İman Edenler! Kafirleri Dost Edinmeyin

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2022 Ocak / 110. Sayı

Kur’an-ı Kerim’in üzerinde en fazla durduğu meselelerin başında dostluk gelmektedir. Dostluğun ona yaraşır olanlara verilmesi, onu hak etmeyenlerden uzak tutulması üzerinde o kadar çok durulmuştur ki yanlış dostluklar kurulduğunda bunun neticesi ortaya çıkınca insanların kendi asıllarına dönmesi kolay olsun. Müslümanlar İslam’ın güzel tesiri sebebiyle aynı nimetlere tüm insanların kavuşması için Müslüman olmayanlara yakınlık duymaya, onlarla diyalog kurmaya çalışır. Bu bazen dinde, küçük görülen tavizler verilmesine sebep olabilir. İşin aslında bu küçük görülen tavizler büyük tavizlerin başlangıcı mesabesindedir. 

Allahu Teâlâ’nın; “kafirleri dost edinmeme, onları sırdaş bellememe, velayet yetkisini onlara vermeme” konusundaki emirlerinin temelinde kafirlerin kalplerinde İslam’a duydukları derin nefretin bulunması sebebi yatmaktadır. Bu derin nefret kafirlerin hâkim oldukları yerlerde Müslümanlara şiddet şeklinde tezahür etmektedir. Müslümanların nüfus olarak yoğun olduğu yerlerde ise daha sinsi planlar devreye girmektedir. 

Günümüzde İslam’ın hâkim olmadığı Amerika ve Avrupa gibi kıtalarda İslam’a düşmanlık besleyenler Müslümanlara alenen hakaret ederek Kur’an-ı Kerim’i yakma, Müslümanların kıyafetleriyle alay etme ve Müslümanları terörist ilan etme gibi daha pek çok eylemi çeşitli kılıflarla sürdürmektedir. Aslında bu muamelelerle kendilerinden önce geçen cahiliyenin adımlarına tamamen tabi olmaktadırlar. Her ne kadar ağızlarıyla güzel vaatte bulunsalar ve insan haklarından bahsetseler de kalplerde gizlenen duygular bir şekilde ortaya çıkacaktır.

İslam dini, bir toplumu ya medeni toplum ya da cahiliye toplumu diye vasıflandırır. İslam’ın uygulandığı, hükmünün sürdüğü, insanların bunu itaat ile karşıladığı toplum İslam toplumudur. Cahiliye toplumu ise İslam’ın hükmünün geçmediği her toplumu içine alır. Bunun pek çok alametleri vardır. Bu alametlerden biriside İslam ile alay edilmesidir. Bir toplumda Allah’ın dinine düşman olan insanların çeşitli filimler çevirterek âlimleri veya hocaları sahtekâr ve şehvetperest gösterilmesi yaygınsa, giydikleri kıyafetler dolayısıyla Müslüman erkek ve kadınları gerici sıfatıyla vasıflandırma, cadde ve sokaklarda onlara saldırma seviyesine varmışsa, İslam’ın hükümlerini doğru açıklayan âlimler çeşitli ithamlarla yaftalanıyorsa… O toplum cahiliye toplumu olmuş demektir. Daha önce peygamberlere karşı mücadele eden atalarının yoluna girmiş ve batılın yolunu yol bellemiş demektir.

Kur’an-ı Kerim bize bu konuda şöyle buyurur: 

“Günahkârlar (dünyada) iman edenlere gülüp dururlardı. Yanlarından geçtiklerinde birbirlerine kaş göz ederlerdi. Sonra kendi çevrelerine dönerken neşe içinde dönerlerdi. Müminleri gördüklerinde ‘Bunlar gerçekten doğru yoldan sapmış kimseler!’ derlerdi. Oysa onlar, müminleri koruyup gözetmekle görevlendirilmiş değillerdi.” (Mutaffifin, 29-33) 

“Nuh gemiyi yaparken kavminin ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: bizimle alay ediyorsanız edin bakalım.! Ama bilin ki sizin alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz.” (Hud, 38)

“Kavmi, ‘Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana ibadetin (dinin) mi emrediyor? Oysa sen uyumlu ve akıllı birisin!’ dediler.” (Hud, 88) 

“Onlara ‘Diğer insanlar gibi sizde iman edin’ denildiğinde ‘Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?’ derler. Biline ki asıl akılsızlar onlardır fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıklarında ‘İnandık’ derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise ‘Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz’ derler.” (Bakara, 13-14)

İslam diniyle veya onun simgelerinden herhangi biriyle alay etmek bazen savaş sebebi olmuş bazen de bu alayı geçenlerin münafıklığına delil teşkil etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi olan Beni Kaynuka ile savaşması onların bir Müslüman kadının kıyafetlerine yönelik yaptıkları çirkin saldırı ve onunla alay etmeleri sebebiyle   olmuştu. 

İbn Cerir et-Taberi rahimehullah rivayet ediyor: Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi: Tebük Savaşı’nda adamın biri bir mecliste: “Bizim şu karilerimiz kadar geniş karınlı, yalancı ve savaş esnasında korkak kişi görmedik” dedi. Ortamdaki başka bir şahıs: “Yalan söylüyorsun, sen münafıksın ve ben bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söyleyeceğim” dedi. Bu haber Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştı ve Kur’an nazil oldu. Abdullah b. Ömer dedi k: Ben yerdeki taşlar o şahsı uzaklaştırdığı halde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in devesinin kemerine tutunmuş “Ya Rasûlallah! Biz dalmış eğleniyorduk” derken gördüm. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise “Allah ile, O’nun ayetleri ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz? Mazeret ileri sürmeyin. İman ettiğinizi söyledikten sonra inkarcılığınızı açığa vurdunuz.”  buyurdu.

Ehli kitabın, müşriklerin ve münafıkların öteden beri bu yolu seçmesi tesadüfi bir şey değildir. Onlar bu vesileyle Müslümanların maneviyatını çökertmek, onların morallerini bozmak ve onları iç alemlerinde ruhen çökertmek için uğraşmaktadırlar. Böylece Müslümanlar Allah yolunda atacakları adımları sağlam bir şekilde atamaz ve iç alemlerinde dehşet ve yalnızlık yaşarlar. 

Alay edenlerin bu tuzağını görmek ve kendi yöntemine göre hareket etmek her Müslümanın görevidir. Örümcek yuvası ne kadar zayıfsa, şeytanın vesvesesi ne kadar tesirsizse alay edenlerin tuzakları da o kadar zayıftır. 

Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi Müslümanlar her konuda Allah’ın ve Rasûlü’nün kendilerine gösterdiği yoldan yürümekle mükelleftir. Hangi dine mensup olursa olsun gayrimüslimlere adalet ölçüsünü kullanarak yaklaşmalıdır. Kelamullah bizleri mutlak surette onları dostlar edinmekten menettiyse de onlara her durumda düşmanlık yapmayı da yasaklamıştır. 

Müfessirlerin Ayet ile İlgili Görüşleri

Fahreddin er-Razi rahimehullah der ki: Onların din ile oynamaları ve alay etmelerinin manası kalplerinde küfre bağlılığı sürdürmeleriyle beraber, dil ile alay ettiklerini izhar etmeleridir. Bunun benzeri Bakara Süresinde de geçmektedir: “İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler. Sonuç olarak: Onlar sizin dininizi eğlence ve alaya alırlarsa siz onları veliler, yardımcılar ve dostlar edinmeyin. Zira böyle bir durum aklın ve mürüetin sınırlarına çıkmak gibidir. 

Seyyid Kutub rahimehullah Fi Zilali’l Kur’an’da şöyle der:

“Ayetler, kendisinde mümin hassasiyeti bulunan herkeste yer alması gereken durumları belirtmektedir. Çünkü dinin alaya alınması, ibadet ve namazın horlanması, Rabbinin önünde durduğu anın alay ve eğlence yapılması bir mümin için en kötü durumdur. Böyleyken, iman edenlerle bu tür işleri yapan akılsızlar arasında nasıl bir dostluk kurulabilir? Aklı başında bir insan, Allah’ın dinini ve müminlerin ibadetini alaya almaz. Çünkü akıl -düzgün ve sağlıklı olduğu sürece- çevresindeki her şeyde, Allah’a imana götürücü işaretler görür. Ancak bozulup saptığı zaman, bu işaretleri göremez. Çünkü böyle bir durumda, kendisiyle tüm varlıklar arasındaki ilişkiler bozulmuştur. Oysa tüm varlık ona, ibadet edilmeye ve saygı duyulmaya layık bir ilah bulunduğunu göstermektedir. Eğer akıl sağlıklı ve düzgünse, yüce ve üstün bir ilaha kul olmanın güzelliğini algılayacaktır. Sağlıklı ve düzgün bir akıl, tüm bunları alay ve eğlence konusu yapmaz…

Ayetten Çıkarılacak Dersler

1- Rabbimiz müminlerin kafirlerle dostluk ilişkilerini şu şekilde beyan etmiştir: “Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (Mümtehine, 7-9)

2- Nizamü’l – Mülk meşhur siyasetname isimli eserinde şöyle der:

Rivayet olunur ki Emirül – müminin Ömer b. Hattab radıyallahu anh bir gün Medine mescidinde oturmakta, Ebu Musa el Eş’aride ona herkesin hayran kaldığı nefis bir hatla yazılmış hesabı takdim etmekteydi. Ömer, Ebu Musa el Eş’ariye:

– Bu kimin el yazısıdır?

– Katibimin hattıdır.

– Birisini yolla da buraya gelsin, görelim bakalım kim imiş?

– O, mescide gelemez.

– Niçin gelemezmiş? Cenabet mi bu?

– Hayır, kendisi Hristiyan’dır, deyince Ömer, Ebu Musa el Eş’ari’nin suratına öyle şiddetli bir tokat aşk etti ki Ebu Musa el Eş’ari: “Boynumun ve baldırlarımın koptuğunu sanmıştım.” dedi. Ömer daha sonra: “Meğer Hak Teâlâ’nın “Siz ey iman etmiş olanlar, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar sadece birbirlerinin dostlarıdır.” (Maide, 51) ayetini işitmiş değil misin? Ebu Musa katibini o saatte azlettiğini söyledi. Ömer, Ebu Musa el Eş’ari’nin makamına dönmesine müsaade etti…

3- İmam Kurtubi rahimehullah der ki: Rivayet edildiğine göre Medine’de yaşayan Hristiyanlardan bir adam müezzin; “Eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah” deyince: “Yalancı yansın” diye beddua ederdi. Bir gece o uyurken evine bir ateş kıvılcımı düştü. Ateş evi sardı ve yaktı. Kafir de evle beraber yandı. Bu insanlara büyük ibret olmuştu. Bela dille alakalıdır.