Bir Hadis Bir Yorum – Ali Yücel / 2013 Mayıs / 6. Sayı
Eksiklik ve noksanlıklardan münezzeh olan yegâne varlık Allah (celle celâluh)’tır. O’nun dışında bu vasıflara haiz herhangi bir varlık olmadığı gibi olması muhtemel ve söz konusu da değildir. Bu sebeple sadece O’ndan sudur eden şeylerde mükemmellik aranabilir. Yaratmış olduğu canlı-cansız bütün varlıklar, bu varlıkların işlerini tertip edip düzene koyması, kevni iradesiyle tayin ettiği vazifelerden şaşmaksızın bu varlıkların O’na boyun eğmesi; Allah (celle celâluh)’ın yüceliğinin, eşsiz-benzersiz varlık oluşunun, mükemmel yaratıcılığının delillerindendir. «İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Haydi şimdi O’ndan başkasının ne yarattığını bana gösterin!”(1) Adeta kâinatın küçük bir misali konumunda olan ve yaratılmışların içersinde ayrı bir önemi haiz insanoğlu ise, yaratılmış olduğu fıtrata muhalif davranmadığı sürece melekleri imrendirecek mükemmellikte davranışlar sergileyebilmekte ve “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.”(2) övgüsüne mazhar olabilmektedir. Ne var ki, “İnsan zayıf yaratılmıştır.”(3) İnsan, bu zayıflığın tezahürlerini pratik hayatta rahatça görebilir, kendini kifayetli hissettiği meselelerde dahi acizliği tadabilir. Zayıflığı kendisini varlık alemine getiren yüce Zât’tan tescilli olan, aciz ve muhtaç insandan kusursuzu beklemek ise en iyimser tabirle safdillik olsa gerek.
Yaratıcısı olması hasebiyle insanı en iyi tanıyan ve bilen Allah’tır. “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”(4) İnsanoğlunun dini, dünyası, ahiret hayatı, sosyal-siyasal-ekonomik vs. yaşantısı için en uygun kurallar manzumesini de en iyi bilen yine Allah (cehle celâluh) olmak durumundadır zira onu vücûd alemine getiren, şekil veren, dizayn eden, kendisinde varolan duygu ve düşünceleri yaratan O’dur. Yaratmış olduğu her şeyi bir sebep ve hikmete mebni olarak yaratan Allah’ın (celle celâluh); bünyesinde küçük bir kainat varettiği, kendisine birçok nimeti râm ettiği, emrine amade irili-ufaklı nice varlıkları yarattığı insanoğlunu başıboş, gayesiz ve amaçsız bırakması düşünülemez. “Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”(5) «İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”(6) Kendisini yoktan varedene ibadet etmekle mükellef olan insanoğlunun bu vazifeyi hakkıyla deruhte etmesinin tek yolu, kendisini ibadetle mükellef kılan yüce Zât’ın istediği şekilde davranmaktır. İnsanlara rehber olsun diye gönderdiği Kitâb’ında hayatın her alanına dair emir ve yasaklar tayin eden Allah’ın (azze ve celle) razı olacağı ibadet, hayatın her alanında belirlediği bu yasa ve kurallara uyarak gerçekleşebilir. Buna göre, Allah’ın insanlara salık verdiği kanunların tamamını ya da bir kısmını işlevsiz hale getirmek, (hâşâ) O’na sınır tayin edip gönüllere hapsetmek, mabetlere girmesine izin verip kamusal alana -yönetim alanına vs. alanlara sokmamak, -bunu yapanlar tarafından aksi iddia edilse bile- yaradılış gayesine mugayir davranmaktır.
Aklı ne kadar olgun ve mükemmel olursa olsun insan, hayatın her alanında bütün herkesi razı edecek düstur ve prensipler ortaya koyamaz. Maddi refah açısından kendisine imrenilerek bakılan sözde süper güçlerin bile temel yasa ve kanunlarının yamalı bohçaya döndüğü gündemi takip eden herkesin malumudur. İmalathane gibi çalışan yasama meclislerinin aktörleri değiştiğinde dün doğru olanlar bugün yanlış telakki edilebilmekte, daha önce düzene ters gözüken hususlar sonraları teşvik edilebilmektedir. Hatta dün “A” olarak kabul ettirilmeye çalışılan bir şey bugün “B” olarak da dayatılabilmektedir aynı aktörler tarafından. Ömrü bir asrı doldurmamış devletlerin, gelenlerin keyfine göre tanzim ettiği yasa müsveddeleri yüzünden kendi insanına bile nasıl zorluk ve sıkıtılar çıkardığını görünce bu durumu daha iyi anlamaktayız. Bundan ötürü Allah’ın (azze ve celle), insanların yaşantılarının her alanında kanun ve kurallar tayin etmesi, şaşırması muhtemel olan aciz insanoğluna bu işi bırakmaması kullarına büyük bir lütfudur.
Beşer tarafından ortaya konulan kanun ve yasalar sürekli toplumun gerisinden gelmekte ve toplumla beraber gelişmektedir. İçinde bulunduğu zamanın biraz sonrası için herhangi bir fikri bulunmamaktadır bu yasaların. Oysa İslam nizamının, ilk muhataplarına söyleyecekleri olduğu gibi Kıyamete kadar yeryüzünü meşgul edecek insanlara söyleyecekleri de bulunmaktadır. İlk muhataplarının rahat ve huzurunu sağlayabildiği gibi sonra gelenlerin yaşantılarını düzene sokacak güncelliği de yapısında barındırmaktadır İslam. Zira o, prensiplerini bizzat onu son din olarak gönderenden, insanı yaratan ve onu en iyi tanıyandan almaktadır. İnsanların içlerinde bulundukları anlık şart ve konumlara göre dizayn edilen ve insanoğlunu hakkıyla takdir edemeyen sistemlerin İslam nizamıyla mukayese edilmesi son dine karşı işlenmiş en büyük cinayet olsa gerek. Evrensel, durağanlık kabul etmeyen, belli bir zamandaki belirli insan gruplarıyla sınırlandırılamayacak kadar şümullü olan İslam nizamını aciz, zayıf ve noksan sıfatlarından hâli olmayan insan türevi düşünce, rejim ve sistemlere stepne yapmaya çalışmak lisan-ı hâl ile alemlerin Rabbi’ne karşı bir cüret ve meydan okumadır.
Her Müslüman’ın tabiatıyla bilmesi gereken bu hakikatler, dinlerinden uzaklaştıkları bütün zaman dilimlerinde Müslümanların bir kısmı tarafından pratikte ihlal edilmiş, “tabiatın boşluk kabul etmemesi” prensibince de bu hakikatlerin yerini farklı düşünce yapıları, sistem, rejim ve ideolojiler almıştır. Moğol zalimi Cengizhan’ın uygulanmasını dikte ettiği “el-Yesâk” tarih içersinde bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir.(7) Kilisenin baskılarından dolayı kurtuluşu kiliseden/dinden kaçmakta arayan batıyı taklit hastalığına duçar olmuş Müslüman halkların dinlerinden uzaklaşmaları ve gafil kalmaları sebebiyle hayatlarına nizam ve düzen vermeye çalışan sistem ve rejimlerin, İslam’ın bir kısım müesseselerine alternatif olarak zikredilmeleri içersinde bulunulan durumun vahametini ortaya koymaktadır. “Müşriklerin ateşiyle aydınlanmaya kalkışmayın”(8) buyuran Resûlü Zi-Şân’ın (aleyhisselam) ümmetinden olduğunu söyleyen insanların ahlaki erdemler dışında bütün hukuk normlarını müşrik topluluklardan aldığını müşahede ettiğimiz günümüzde, tüm bu yapılanların üstünlük ve şeref vesilesi sayılması gerçekten acınılacak, utanılacak bir durumdur. Oysa “Allah, bizi İslam ile şerefli ve izzetli kıldı. İzzet ve şerefi İslam dışında yollarda ararsak bizi zillete duçar eder” buyuran Hz. Ömer, her asır ve çağda, hangi şartlar altında olursa olsun Müslümanların benimsemesi ve takip etmesi gereken yolu en veciz bir şekilde ifade etmiştir.
İslam nizamının her alandaki üstünlüğüne rağmen aslını bilmeyen zavallılar yüzünden İslam’ın, hakikat namına bir şey ifade etmeyen düşünce yapılarıyla, çağdaş dinlerle yan yana anılması ne kadar da üzüntü verici. Bir yandan Müslüman olduğunu söyleyenlerin öte yandan “Ekonominin dininin olmayacağından” dem vurması ne kadar da ibretamiz bir durum. Daha düne kadar “Ya laiksindir ya Müslüman” diyenlerin bugün başka ülkelere laiklik ihraç etmeye çalıştığını görmek ne kadar da hayret verici. “Kitaba uyamıyoruz bari kitabına uyduralım”, “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” fikrinin pratikte karşılığı olan bu düşünce yapısının, bu gün Müslümanlar için karşılaşılabilecek en büyük tehlike olduğu aşikârdır zira namazın her rekâtında kendilerinden teberri edilen sapkın topluluklardan hayat standartları almaya çalışmak, adım-adım ve karış-karış onları takip etmek, Hz. Peygamber’in ashâbını her daim uyardığı “körü körüne taklit hastalığı”nın bir tezahürü, aslına ve özüne yabancılaşmanın üzücü bir örneğidir.
Son sözü O’na bırakalım: Ebu Said el-Hudri’nin (radıyallahu anhu) aktardığına göre şöyle buyurmuştur iki cihan güneşi: ‘’Muhakkak sizler, sizden önceki ümmetlerin yolunca karış karış, arşın arşın uyup gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğine girmiş olsalar bile (siz de o daracık yere girecek) onlara tabi olacaksınız” buyurdu. Biz, “Yâ Resulallah! Bu ümmetler Yahudiler ile Hıristiyanlar mı?” diye sorduk. “Onlardan başka kim olacak?” buyurdular.”
“Ey kalpleri halden hale değiştiren Allahım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!”
——————————————-
1 Lokman Suresi 11.
2 İsra Suresi 70.
3 Nisa Suresi 28.
4 Kaf Suresi 16.
5 Mü’minûn Suresi 115.
6 Kıyâmet Suresi 36.
7 Konuyla ilgili olarak Maide Suresi 50. ayet-i kerimenin tefsirine bakılabilir. Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm 5/251.
8 Nesâi, Ziynet 51. (Hadis no: 5224)
9 Buhâri, İ›tisâm 14. (Hadis no: 6889)