Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2025 Şubat / 147. Sayı
Tahrif kelimesi, “kelimenin manasını değiştirmek, bir şeyin yerini değiştirmek”[1] manalarına gelmektedir. Mücahid ve Nüceym tahrif kavramını “birtakım hükümlerin gizlenmesi” olarak açıklarken, İbn Zeyd “helâlin haram, haramın helâl gösterilmesi” olarak açıklamıştır. Râzî (ö. 606/1210) tahrifin, İbn Abbas’ın “Yahudiler kitaba eklemeler ve çıkarmalar yapıyor” şeklindeki açıklamasının ışığında anlaşılmasının daha isabetli olacağını söyleyerek bu ayette lafzî tahrifin kast edildiğini söylemiştir.
Tahrif kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de “Yahudilerden bir kısmı kelimelerin manalarını çarpıtıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak; “İşittik ve karşı geldik, dinle, dinlemez olası, rainâ” diyorlar.”(Nisâ, 46) ayetinde Yahudilerin Tevrat’ın anlamını benzeriyle değiştirmeleri anlamında kullanılmıştır.[2]
Yahudiler, tarih boyunca bozgunculukları, inkârcı tavırları, kibirli olmaları, peygamberlere ve Müslümanlara karşı düşmanca tavırları nedeniyle devamlı başkalarına zarar vermişler ve bu kötü hasletlerini maalesef halen devam ettirmektedirler. Günümüzdeki icraatlarına baktığımızda bunu gün geçtikçe daha fazla geliştirerek geçmişte atalarının verdikleri zararların daha da üstüne çıkardıklarını rahatlıkla görebiliriz. Ders ve ibret alarak tevbe etmek ve pişmanlık duymak bir yana bu yaptıklarından övünür hale gelmeleri, kendilerini hesaba çekilemez en üstün kimseler olarak görmeleri ve haddi aşmaları inşallah ilahi sünnetullahın onlar hakkında da pek kısa süre içinde tecelli edeceğini ve sonlarının yaklaştığını ve azgınlıkları dolayısıyla akıbetlerinin kötü neticelerini göreceklerini bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır. Nitekim Allahu Teâlâ’nın “Sünnetullahı” şudur ki; her ne zaman toplumlar azarak haddi aşarlarsa Allah azze ve celle önce onlara uyarıcılar göndermiş, netice de bunlar fayda vermeyince ilahi azap üzerlerine inmiştir. Bizim de Rabbimizden talebimiz onların bu azgınlıkları karşısında hak ettikleri ilahi azaba Rabbimizin dünya gözüyle bizleri şahit kılması ve gönüllerimize bir nebze olsun ferahlık ve sükûnetini indirmesidir.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine tebliğ edilenleri, uyarıları unuttuklarında, başlarındaki belâları ve sıkıntıları kaldırıp, onlara her şeyin kapısını açtık. Nihâyet, kendilerine verilen nimetlerle sevinip zevke dalınca da azabımızla ansızın onları yakalayıverdik. Onlar şaşkına dönüp, birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.” (Enam,44)
“Onlar yapılan bunca nasihati unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık.” (Araf,165)
Bunun yanı sıra Yahudiler kendilerine gönderilen kutsal kitaba yönelik tavırları sebebiyle ve kitaplarını tahrif etmek suretiyle hem kendilerine hem de inançlarına büyük zararlar vermişlerdir. Kitaplarında zikredilen on emirden olan “Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin, komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin” şeklindeki buyrukları tersten anlamışlar bunun tam zıddını yaparak hâlâ kendilerini gerçek Yahudi olarak görme şaşkınlığına kapılmışlardır. Nitekim şu yaşadığımız zaman diliminde Filistin’deki Müslümanlara yönelik akla hayale gelmeyecek işkence ve zulümleri geçmişteki atalarının izinde olduklarını, tıpkı ataları gibi gerçek Tevrat’a muhalefet etmek suretiyle sapkınlıklarını geliştirerek devam ettirdiklerini gözler önüne sermektedir. Kendilerini en üstün ırk olarak gören bu lanetli yaratıklar Yüce Rabbimizin gazabına uğramışlar, her nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillete müstahak olmuşlar ve üzerlerine alçaklık ve miskinlik damgası vurulmuştur.
“Nerede bulunsalar Allah’ın ve inanan insanların himayesinde olanlar müstesna onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah’tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.” (Âl-i İmran, 112)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı eserinde Yahudilerin yaptıkları tahrifin üç şekilde olduğunu belirtmiştir. Bunlar:
1. Bir kelimeyi diğer bir kelimeyle değiştirmek,
2. Kelimeyi yanlış yorumlamayla, ortaya şüphe atarak, manasını doğru olandan yanlış olana değiştirmek, yani ayetin açıklama ve tefsirine yönelik yaptıkları tahrif,
3. Bir sözü duyduklarında Yahudilerin o sözü değiştirerek söylemesi şeklindedir.[3]
Yahudilerde kutsal kitapla ilgili iki ana kaynak yer almaktadır. Birincisi yazılı dini edebiyatın yer aldığı Tanah, ikincisi sözlü dini edebiyatın yer aldığı Talmud’dur. Yahudilerin Tanah dedikleri bölüme Hıristiyanlar Eski Ahid demektedir.[4] Tanah ise üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar Tevrat, Neviim ve Ketuvim’dir.
Yahudiler, Tevrat’ın da içinde bulunduğu, otuz bölümden oluşan Eski Ahit’e inanırlar. Bu bölümlerden beş bölümü Tevrat olarak bilinmektedir. Bunlar; Tekvin, Çıkış, Tesniye, Levililer ve Sayılar olarak bilinmektedir.[5]
Yahudi geleneğinde “öğreti, kanun, din” gibi manalara gelen Tevrat kelimesi, genel olarak Hz. Mûsâ’ya verilen kitabı ifade etmek için kullanılmaktadır. Bununla birlikte Tanah (Ahd-i Atik), Mişna, Talmut ve Rabbilere (Yahudi din âlimleri) ait bölümlerin hepsi için de kullanılmaktadır. Kutsal metin olarak Tevrat, Ahd-i Atik’in ilk beş kitabını ihtiva etmektedir.[6]
Tevrat, Hz. Mûsâ aleyhisselam’a peygamberliği boyunca verilen emirler ve öğütlerdir. Tûr Dağı’nda verilen taş levhalara yazılı on emir de Tevrat’ın içindedir. Bunun haricindeki emirleri de Hz. Mûsâ yazdırmış ve İsrâil kabilelerine rehberlik etmesi için Tevrat’ın kopyaları dağıtılmıştır. Levililere korunması için Tâbût’ta verilen “On emir”in bulunduğu sandık ve Tevrat’ın bir kopyası da Kudüs’ün ilk kez yakılıp yıkılmasına kadar kitap olarak muhafaza edilmiştir.[7]
Yahudilerin Tevrat’ta Yaptıkları Tahrifler
Kur’ân’da Ehl-i Kitap’ın kutsal kitaplarını tahrif etmesiyle ilgili dört ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerin hepsinde tahrifi yapanların Yahudiler olduğu görülmektedir.
“Şimdi (ey mü’minler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara, 75)
Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân adlı eserinde bu ayeti izah ederken, ayetin Medineli Müslümanlardan bahsettiğini söylemektedir. Çünkü Medineli Müslümanlar İslâm’ı kabul etmeden önce Yahudilerden yeni bir Peygamberin geleceğiyle ilgili birçok şey duymuşlardı. Yahudiler Yesrib’deki Evs ve Hazrec kabileleriyle kavga edip sıkıntıya girdiklerinde, onları bu sıkıntıdan kurtaracak bir peygamberin gelmesinin yakın olduğunu, gelecek peygambere tabi olarak onları Ad ve İrem kavmi gibi yok edeceklerini ifade ederek Evs ve Hazrec kabilelerini devamlı tehdit ediyorlardı.[8]
Yahudilerin vasıflarını net bir şekilde anlattıkları o peygamber gelince Medine’deki Araplar gelin bizler, Yahudilerin bahsettiği bu peygambere onlardan önce iman edelim diyerek derhal bu gelen peygambere iman ettiler ve onun en büyük destekçisi oldular. Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasında 120 yıl devam eden ve sonuncusu “Yevmü Buâs” diye bilinen kendi aralarındaki savaşları neticesinde düşman halde olan Evs ve Hacrec kabileleri İslam ile şereflenmeleriyle hepsi için kullanılan Ensar ismini alarak İslam kardeşi oldular.
Yahudilerden bir grup münafık, Rasûlullah aleyhisselam’ın ashabına rastlayınca “Sizin inandığınıza biz de inandık. Arkadaşınız Muhammed’in doğru ve hak nebî olduğuna şehadet ederiz. Onun her söylediği gerçektir; biz onun sıfatını kendi kitabımızda bulduk” derlerdi. Kendi ileri gelenleriyle baş başa kalınca, ileri gelenler onlara: “Muhammed’in Tevrat’ta geçen sıfatlarını Müslümanlara niçin anlatıyorsunuz? Sonra bunu delil olarak kullanırlar da sizi müşkül duruma sokarlar” diye ikazda bulunurlardı. Bunun üzerine “Onlar imân edenlerle karşılaştıkları zaman, ‘İnandık’ derlerdi. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, ‘Allah’ın size açtığı şeyi, Rabbiniz katından size kanıt olarak getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz? (Buna) aklınız ermiyor mu?’derlerdi.” (Bakara, 76) ayeti nazil oldu.
Ve yine Mevdûdi ayette zikredilen tahrif konusundan bahsederken de tahrifi yapanların Yahudi âlimleri ve dinî liderleri olduğunu, onların Tevrat’ta Hz. Muhammed aleyhisselam’ın gelişiyle ilgili haberleri gizlediklerini söylemektedir.
Mevdûdî, Yahudilerin Allah’ın ayetlerini duyup, anladıkları halde kasıtlı olarak onu tahrif ettiklerini ifade etmektedir. Mevdûdî’ye göre Yahudiler hem lafzî, hem de manevî tahrif yapmışlardır.[9]
“Yahudilerden bir kısmı kelimelerin manalarını çarpıtıyorlar (tahrif ediyorlar) Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “işittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası, râinâ” diyorlar. Eğer onlar “Dinledik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat inkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.” (Nisâ, 46)
Elmalılı da (ö. 1942) Yahudilerin harflerin ve kelimelerin yerlerini değiştirmeyi, bilerek ve akılları ererek kasten yaptıklarını belirtir. Ayetin siyak ve sibakından yola çıkarak Müslümanların Hz. Peygamber aleyhisselam’ın Tevrat’ta anlatıldığını bildiklerini, Allah’ın Peygamberlerine bunları vahiy yoluyla bildirdiğini nakleder. Elmalılı Yahudilerin bilginlerinin bunu bildikleri halde gizlediklerini de belirtir.[10]
Mâide sûresi 13. ayette ise Yahudiler’in yapmış oldukları tahrif ile ilgili şöyle buyrulur: “Ahidlerini bozdukları için onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere onlardan daima hainlik görürsün. Sen yine de onları affet, hoş gör. Çünkü Allah iyilik edenleri sever.”
Taberî ayette bahsi geçen tahrifi, İsrâiloğullarından bazı din adamlarının, Allah’ın ayetlerini, kast olunmayan anlamlarla farklı tevil ederek, bunu sıradan insanlara Allah’ın kelâmı olarak sunmaları şeklinde açıklamaktadır.[11]
Elmalılı, bu ayette Yahudiler’in tahrifini “kelimeyi şuraya buraya çekerek, kelamı değiştirirler” şeklinde açıklayarak, onların yaptığı bu davranışın çok büyük bir bozgunculuk olduğunu da ifade eder. Yani onlar, Allah’ın ayetlerinden kendilerine uymayan kısımları arzularına göre değiştirirler ve bozarlar. Örneğin “recm” ayetini, reisler için “kömürle yüz karalamak” olarak yorumlamışlardır.[12]
Tahrifle ilgili bir diğer ayette, Yahudilerden tahrif yapanların bir dava konusunda Hz. Peygamber aleyhisselam’a başvurarak, O’nun hüküm vermesini istemeleri ve bu istekleri karşısında Hz. Peygamber aleyhisselam’ın onlara nasıl nasihat ettiği bildirilmektedir. “Ey peygamber! Kalpleri inanmadığı halde “iman ettik” diyenler ve Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar hep yalana kulak verirler, sana gelmeyen bir başka kesimi dinler dururlar; kelimeleri konulduğu anlamlarından kaydırıp değiştirirler.” (Mâide, 41)
Mevdûdî bu ayete getirdiği açıklamada şunları ifade etmektedir; Hz. Peygamber aleyhisselam zamanında Yahudiler, iç işlerinde ve aralarındaki davalarda kendi kanunlarına göre hüküm verirlerdi, eğer bu karar işlerine gelmezse, Hz. Peygamber aleyhisselam’a başvururlardı. Burada Hayber Yahudilerinden bir erkekle kadının aralarındaki gayr-i meşru ilişkinin neden olduğu davadan bahsedilmektedir. Tevrat hükümlerine göre zina suçunun cezası “recm”dir.[13]
Yahudilerin bu olayın ardından recm cezası işlerine gelmediğinden dolayı, çıkar bir yol bulmak için Hz. Peygamber aleyhisselam’ın hakemliğine başvurdukları ve bundan dolayı kınandıkları ifade edilmektedir.[14]
Mevdûdî onların recm cezasıyla ilgili nasıl değişiklik yaptıklarını da şu şekilde aktarır: Yahudiler zina suçunun cezasıyla ilgili Hz. Peygamber aleyhisselam’a geldiklerinde, eğer Hz. Peygamber aleyhisselam recm cezası verirse kabul etmeyecekler, recmden başka ceza verirse kabul edeceklerdi. Hz. Peygamber aleyhisselam davayı dinledikten sonra recm cezası verdi. Bunu duyan Yahudiler ise bu hükmü reddettiler. Hz. Peygamber aleyhisselam kendilerine “Bu suçun Tevrat’ta hükmü nedir?” diye sorduğunda ise, aralarından İbn Suria şu cevabı vermiştir; “Doğru olan şu ki, zina suçunun cezası recm’dir. Ancak zina suçu artınca, hâkimler ve hükümdarlar farklı uygulamalar yaptılar. Buna göre, zengin bir kişi bu suçu işlerse bir şey yapılmaz, fakir bir kişi bu suçu işlerse taşlanarak öldürülürdü. Bunun üzerine insanlardan sert tepkiler alınca, biz Tevrat’ın kanununu değiştirdik, artık zina eden erkek ve kadını kırbaçlar ve yüzlerine boya sürüp eşeklere bindirip insanlar arasında gezdiririz. Bunun üzerine suç işleyenlere Hz. Peygamber aleyhisselam’ın emriyle recm cezası verilmiştir.[15]
Tefsir âlimlerinden olan İmam Râzî, “Mefâtîhu’l-Gayb” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken, Yahudiler’in “recm” kelimesi yerine “celd” kelimesini koyarak lafzî tahrif yaptıklarını söylemektedir.[16] İbn Atiyye bu ayette Yahudilerin kitaba göre hüküm vermeyerek, doğru lafzı yalan olarak aktardıklarını ifade etmektedir.[17]
Mevdûdî’nin, Hz. Mûsâ aleyhisselam döneminde ve daha sonrasında Tevrat’ın nasıl muhafaza edildiğiyle ilgili bilgiler verdiği görülmektedir. Hz. Mûsâ aleyhisselam İsrâiloğullarına getirdiği kitabı unutmamaları için, onda bulunan hüküm ve emirleri gelecek nesillere öğretmelerini, hatta evlerinin girişlerine yazmalarını istiyordu. Filistin’e geldiklerinde ise ilk olarak İbâl dağında, büyük kaya parçalarına Tevrat’ın hükümlerini oymalarını istiyordu. Ama ne yazık ki bu nasihatler, İsrâiloğulları tarafından ciddiye alınmıyordu. Onlar Allah’ın emirlerini halka aktarmıyorlar, Rabbîler’in[18] keyfî tasarrufuna bırakıyorlardı. Daha sonra Yahudi din adamı ve âlimleri, Tevrat’ın sözlerini kendi istek ve arzularına göre değiştirmeye, ona yorumlar eklemeye, uygun bulmadıkları yerleri ise çıkarmaya başladılar.[19]
Kur’ân onların yaptıkları tahrifatı şu şekilde bildirmektedir: “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için, ‘Bu Allah katındandır’ diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.” (Bakara, 79)
Mevdûdî, Yahudi âlimlerinin, ilâhî kitaba dâhil ettikleri ulusal tarihleri, bâtıl inançları, kendi uydurdukları teorileri, “Allah’ın Kelâmı” diyerek, insanları bunlara inanmaya zorladıkları, inanmayanları ise mürted ya da kâfir olarak nitelediklerini belirtmektedir.[20]
Ve yine araştırmaları sonucunda Mevdûdî, Ahd-i Atik’in ilk beş kitabının asıl Tevrat olmadığı sonucuna ulaştığını belirtmektedir. Ahd-i Atik’te bu hususun doğrulandığını söyleyen Mevdûdî, şunları aktarmaktadır; Hz. Mûsâ aleyhisselam ömrünün sonuna doğru Hz. Yûşâ’nın (Yeşu veya Jeshua) yardımıyla Tevrat’ı toparlayıp, bir sandığa koymuştur. Hz. Mûsâ aleyhisselam vefat ettikten sonra M.Ö. 6. Yüzyılda Buhtunnasr tarafından Kudüs yakılıp yıkıldığı sırada bu sandık da yanıp kül olmuştur. Mevdûdî, “günümüzde Yunanca tercümesi olan Tevrat’a Hz. Mûsâ’nın Tevrat’ı demek zordur, ancak içerisinde Hz. Mûsâ aleyhisselam’ın Tevrat’ından hiçbir şey yoktur” demenin de doğru olmayacağını belirtmektedir.[21]
İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ aleyhisselam döneminde yapmış oldukları tahrif ile ilgili âyetler şu şekildedir:
“Dedik ki: “Şu şehre girin, orada bulunanlardan bol bol yiyip için, kapıdan eğilerek girin ve af dileyin ki hatalarınızı bağışlayalım. Biz iyi davrananlara fazlasıyla vereceğiz. Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.” (Bakara, 58-59)
“Sonra içlerinden hakkı çiğneyenler, sözü değiştirip kendilerine söylenenden başka bir şekle soktular. Biz de hakkı çiğnedikleri için üzerlerine gökten bir azap gönderdik.” (A‘râf, 162)
Bu âyetlerde bahsedilen tahrifi Mevdûdî şu şekilde açıklamaktadır: Yahudiler kendi istek ve arzularına uymayan ayetleri ya kabul etmemişler ya da vahiyde emredilenin aksine bir tavır sergilemişlerdir. Diğer yaptıkları tahrif ise ayetlerin manasını isteklerine uygun bir şekilde te’vil etmeleridir. Yahudilerden tövbe etmeleri istendiği halde, dünya nimetlerini, bağışlanmaya tercih etmişlerdir.
Mâide sûresi 45. ayette; “Biz Tevrat’ta onlara şunu farz kılmıştık: “Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralamalar da böyle kısas yapılacaktır. Fakat kim kısas hakkını bağışlarsa bu, onun günahları için bir kefâret olur.” şeklinde bildirildiği üzere Tevrat’ta kısasın farz olduğu hükmü bulunduğu halde, Yahudiler Tevrat’taki bu hükmü değiştirmişler ve ayette bundan dolayı uyarılmışlardır. Tevrat’ta yazılı olan bu hüküm[22] Talmud Rabbileri tarafından değişikliğe uğratılarak diyet cezasına çevrilmiştir. Tevrat’ta zina suçunun cezası ölüm olduğu halde[23] Talmud Rabbileri, Hz. Peygamber aleyhisselam zamanında eşeğe ters bindirilme ve halk arasında gezdirilme cezasına dönüştürülmüştür.[24]
Bakara sûresi 80. ayette bahsedilen ‘cehennem ateşinin Yahudilere kısa bir süre için zarar vereceği’ düşüncesi de Yahudi halkı ve âlimleri arasındaki yanlış bir inanıştır.[25] Bu düşünce de Talmud Rabbileri tarafından değiştirilmiş bir ifadedir. Tevrat’ın aslında böyle bir hüküm yoktur. Bu bahsedilen uygulamalar Yahudilerin yorumlamalarının ve tefsirlerinin ilâhi kitabın önüne geçtiğinin bir göstergesidir.[26]
Şu hakikati hiçbir zaman unutmayalım ki ayıdan post, düşmandan dost olmaz. Onlara yönelik en ufak meyil ve yöneliş Allah korusun bizleri tehlikeye sokacaktır. “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud,113)
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i İmran, 118)
Allah muhafaza onlara itaat etmek ve yakınlaşmak durumunda ise bize fayda vermeleri şöyle bir dursun zararları hem dünyamızı hem de ahiretimizi perişan etmeye yetecektir. “Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” (Âl-i İmran, 149)
“Sen onların din ve milliyetlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden razı olmazlar. Sen de ki: “Asıl doğru yol Allah’ın yoludur.” Eğer sana bu bilgi geldikten sonra, onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah’a karşı ne bir sahip ne de bir yardımcı bulursun.” (Bakara,120)
Tarihin seyrine baktığımızda Yahudiler tarih boyunca büyük oranda kinlerini çoğunlukla müslümanların üzerlerine kusmuşlar, fırsat buldukça onları yok etmek adına her türlü zulmü reva görmüşlerdir. Sırf kendi batıl inançları uğruna kendilerinden olmayan diğer bütün herkese karşı acımasız bir zalime dönüşmüşler, müslümanların hiçbir zaman sağlıklı bir şekilde dinlerini yaşamalarına müsaade etmemişlerdir. Geçmişe dönüp baktığımızda bunu net bir şekilde görebiliriz. Özellikle de Osmanlı Devletinin zayıflamasını fırsat bilerek İslam dünyası üzerindeki planlarını devreye sokmuşlar, bazen İslami bir isim ve kisve ile müslümanların başına geçerek onları güçleri yettiği oranda dinlerinden çevirmeye çalışmışlardır. Emperyalist, sömürgeci ve siyonist düşüncelerini hemen hemen bütün müslüman ülkelerin başına koydukları kukla işbirlikçileri eliyle tatbik etmişler böylece İslam dünyasına büyük zararlar vermişleridir. Ne acıdır ki bu zulümlerini müslüman milletler üzerinde devam ettirmeye yönelik planlarını halen kesintisiz bir şekilde sürdürmektedirler. Ancak şunu unutmayalım ki Rabbimizin de bir planı ve onlar hakkında gerçekleşmesi kesin olan bir tuzağı vardır. Onların Allah’ın nurunu söndürmeye yönelik çabaları inşallah hiçbir zaman başarılı olamayacaktır.
“Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım. Kâfirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak.” (Tarık,15-17)
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saff,8)
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmran,139)
Rabbimiz bizleri başta Yahudiler olmak üzere tüm inkârcı ve zalim olan kâfirlerin tuzaklarından muhafaza eylesin. Rabbimizden, onların dinimize yönelik tahrif ve tahriplerine karşı bizleri uyanık kılmasını ve dini uğruna gereken azim ve gayreti gösterebilmeyi bizlere nasip etmesini dileriz.
Selam ve Dua ile…
[1]. Halil b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân el-Ferâhîdî, Kitâbu’l-‘Ayn, Beyrut: Dâru’l Kutub-A’lemî, 2003, 1: 305; Ebu’l-Kasım Huseyn b. Muhammed, Râgıb Isfahanî Mufredâdu Elfâzı’l-Kur’ân, Şam: Dâru’l-Kalem, 2009, 228.
[2]. Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-‘Ayn, 1: 305; Râgıb Isfahanî, Mufredâdu Elfâzı’l-Kur’ân, 228.
[3]. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 2: 567.
[4]. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, (Ankara: Ocak Yayınları, 2002), 221
[5]. Muhammed Seyyid Tantâvî, Benû İsrâil fi’l- Kur’ân ve’s- Sünne, (Mısır: Daru’ş Şark, 1997), 81
[6]. Adam, “Tevrat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/40
[7]. Ebu’l-A‘lâ Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’ân, trc. M. H. Kayani, Y. Karaca, N. Şişman, İ. Bosnalı, H. Aktaş, (İstanbul: İnsan Yayınları, ty), 1: 235-237.
[8]. İbn Hişam, Sîre, II, 292.
[9]. Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, 1: 88
[10]. M. Hamdi Yazır Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili Sadeleştiren: İsmail Karaçam, Nusrettin Bolelli, Emin Işık, Abdullah Yücel, (İstanbul: Zehra Veyn Yayınları, 1992), 1: 327-328.
[11]. Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîlî Âyi’l-Kur’ân, 8: 201.
[12]. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 3: 184.
[13]. Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, ( Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1997), Tesniye 22/23-24.
[14]. Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, 1: 483-484.
[15]. Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, 1: 484.
[16]. Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, 11: 239.
[17]. İbn Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, 2: 192.
[18]. Bu kelimenin aslen Süryânice veya İbrânice olup Arapçadaki “fukaha ve ilim ehli” manasındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudi din âlimleri ve önderleri için kullanılır. Bkz. Salime Leyla Gürkân, “Rabbâniyyûn”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2007, 34:
376, https://islamansiklopedisi.org.tr/rabbaniyyun, [22 10 2019]
[19]. Ebu’l-‘lâ el-Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Çeviren: Ahmet Asrar, ( İstanbul: Pınar
Yayınları, 2002), 389-390.
[20]. Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, 1: 89.
[21]. Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, 390.
[22]. Levililer 24/19-21.
[23]. Levililer 20/10-18
[24]. Adam, “Kur’ân’ın Anlaşılmasında Tevrat’ın Rolü”, Journal Of Islamıc Researc, 9/ 1-2-3-4, (1996), s. 171.
[25]. Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, 1: 90.
[26]. Adam, “Kur’ân’ın Anlaşılmasında Tevrat’ın Rolü”, 171.