Hadisi Şerif – Ali Yücel / 2014 Nisan / 17. Sayı
Karanlıkta yol bulması zordur insanın, aydınlık ve ışık gereklidir menzile ulaşmak için. Alametsiz, işaretsiz, pusulasız yön bulamaz aciz insanoğlu. Rotasız hedefe varamaz teyyareler, gemiler. Rehber, kılavuz gerekir yol-yordam bilmeyene. Sağ-salim varmak için hedefe, dikkat etmelidir yoldaki işaretlere. Görünen, gözlemlenen, hissedilen şühûd alemi için herkes tarafından rahatlıkla kabul edilebilecek hususlardır bunlar. Gayr-ı meşhûd olan, gayb olan, görülemeyen manevi alemde de rehbere muhtaçtır insanoğlu. Gözüyle gördüğü yolda kılavuz olmadan hedefe varamayan biçare insanoğlu, kılavuzu olmadan merhalelerinden, duraklarından, virajlarından tamamen habersiz olduğu manevi alemlerde nasıl yol alabilir ki? Nasıl maksadına, hedefine ulaşabilir ki yol, yöntem bilmeden? Selamet yolunda ilerlediğini zannederken, şekavet gayyasına düşmeyeceğinden nasıl emin olabilir ki yoldaki işaretlerin manasını bilmeden? Mürebbi gerek, mürşid gerek, yol gösterici gerek, yoldaki işaretleri öğreten gerek insanoğluna.
Peygamberlik vazifesini hangi kuluna vereceğini en iyi bilen alemlerin Rabbi’nin, peygamberleri göndermekten muradı da bu olsa gerek. Şaşkınlık, hayret, çaresizlik, ızdırap içersinde şuursuzca hareket eden, ezelde kendisine düşmanlığını izhar etmiş iblisin peşinden koşarcasına giden insanlığa rehberlik etmek, yol göstermek, selamet sahiline ulaşmaları için onları en badiresiz yollardan geçirmek. Peygamberlerin misyonu budur. Gönüllerindeki imana dillerini şahit kılarak, her türlü imkanı da seferber ederek insanları doğru yola, doğru bir şekilde, doğru hedefe kanalize etmek. Gerekirse bu uğurda en ulvi değer olan canı bu yolun, sırat-ı müstakimin levhası yapmak. Mazlum bir şekilde kanı akıtılırken bile rehberlik görevini yapmak ve kanıyla da olsa doğru adrese ulaştıran doğru yolu her daim haykırmak. Sayılarını sadece kendilerini peygamberlik vazifesiyle memur ve ma’mur kılan Allah’ın bileceği peygamber efendilerimiz, hep bu görevi hakkıyla yerine getirmek için mücadele ettiler. İlimle, irfanla, sözle, kelamla, canla, cihatla sırat-ı müstakime çağırdılar ümmetlerini. Ana-baba şefkatiyle yaklaştılar ümmetlerine, ateşe üşüşen kelebekler misali cehenneme doğru yol almış ümmetlerine mani olmaya çalıştılar takatlerinin yettiği kadar. Gece-gündüz, gizli-açık, fert-topluluk ayırt etmeden çevirmeye çalıştılar yanlış yolda gidenleri. Aldırmadılar tahkirlere, iftiralara, yalanlara, elleriyle kulaklarını tıkayanlara, elbiseleriyle yüzlerini kapatanlara. “Açın gözlerinizi, uçuruma gidiyorsunuz, yanlış yoldasınız, doğru yol şurada” diyerek uyardılar her daim. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!”(1) diye ferman buyurmuştu alemlerin sahibi ve Mâlik’i. Sorumluluk taşıdıklarının farkındaydılar, önderdiler rehberdiler, mesuldüler. Nesil yetiştirdiler, kendilerinden sonra davalarını üstlenecek, misyonlarını devam ettirecek, sırat-ı müstakimi öğretmeye devam edecek hayır ehli bıraktılar. “Bütün insan topluluklarının önderleriyle çağrılacağı kıyamet gününde”(2) güzel insanlara rehberlik etmek için güzel insan yetiştirme gayreti içersinde oldular.
İlim sahipleri devam ettirdi peygamberlerinin yolunu. Meleklerle beraber Allah’ın ulûhiyetine şahitlik eden ve Allah’tan hakkıyla en çok sakınan bu kimseler,(3) kılavuzluk etmeye başladılar insanlara. Peygamber emaneti onların sırtına yüklenmişti, yanlış yapmamalı, yanlış yola sevketmemeliydiler. Hakikatin sedasının gür çıkması için her türlü bedeli ödemeliydiler. Cehenneme savrulan insanlığın önüne bent olup selamet yoluna çağırmalı, peygamberlerine ihanet etmemeliydiler. Mükafat peygamberlerle anılmaksa külfet de ona göre olabilirdi. Mükafat denizdeki canlıların bile istiğfar dualarına nail olmaksa ödenmesi gereken bedel ağır olabilirdi. İlim yolunu tutmakla cennete giden yola girilmişse tuzaklar olabilirdi. Gökteki yıldızlar yön gösteriyorsa insanlığa, manevi karanlıklarda eksik olmamalıydı alimler, yol göstermeliydiler, karanlıktan korkmadan doğmalıydılar insanların gönüllerine. Çünkü onlar önderdiler, çünkü onlar imamdılar, çünkü onlar rehberdiler ve onlar peygamber temsilcileriydiler. Peygamberin mirasını çarçur etmek kimin haddine hâşâ! Nail oldukları mirasın hakkını vermeliydiler alimler. Bazen İbrahim olup ateşe atılacaklardı doğruyu söyledikleri için bazen Nuh olup alaya alınacaklardı. Bazen Yahya olacaklardı şehadetle bazen Süleyman olacaklardı türlü nimetlerle. Kah Yusuf olup kuyuya atılacaklardı İmam Serahsiler gibi, kah İsa olup zulme maruz kalacaklardı İmam Ahmedler gibi. Ama ne olursa olsun doğruyu göstereceklerdi insanlara, kılavuzluk yapacaklardı, rehber olacaklardı. Öyle de olmaya çalıştılar zaten, Allah cümlesinden razı olsun.
İlim yüce ve mukaddestir, sahibini de yüce ve mübarek kılar. Varlık aleminin varoluş sebebi olan kelime-i tevhidin öncesinde bile ilime ve irfana dikkatlerimizi çeken Cenab-ı Zü’l-Celâl’in(4) insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmete gönderdiği Peygambere ilk emri ilimdi, son ilahi kelamın ilk buyruğu da ilim. Adına yemin edilmişti Kalem’in. Meleklere karşı ilim ile hususiyet kazanmıştı Hz. Adem. Bu kadar değerli ve önemliydi ilim, o sebepten herkes hissedar olmalıydı bahse mevzu yücelikten ama kendilerini bu yola hasreden alimlere nasip olacaktı en ulvi mertebeler, Allah onların derecelerini yükseltecekti. Risalet pınarından beslendikçe alimler, sahip çıkacaklardı hakkıyla peygamber mirasına. Onlar yol gösterecek, yöneticiler otoritesini onların rehberliğinde kullanacaklardı. Abid ve zahidler onların irşadı ile yöneleceklerdi Rabbü’l-âlemin’e. Yöneticilerin adaletinin, abidlerin salihliğinin garantisi işte bu Rabbâni alimler olacaktı. Her zaman ve zeminde hakkı haykırmaktan çekinmeyecekti Hasan-ı Basri, en gür şekilde işittirecekti doğruları Said b. Cübeyr, gevşemeye fırsat vermeyecekti İmam Nevevi, hak için gerekirse köle gibi satacaktı kralları İzz b. Abdüsselam. Hakkaniyetin garantisiydiler, hakkın hatırı için kendi canlarından bile geçmeliydiler.
Ne hazindir ki durum böyle devam etmedi. “Alimler sultanı” İzz b. Abdüsselamların yerini, “sultan alimleri-otoriteye yaranmaya çalışan ilim adamları” aldılar. Alimlerde başlayan bozulma ümmete sirayet etti ve içinden çıkamadığı olaylara, amansız hastalıklara düçar oldu ümmet. “Cenab-ı Hakk’ın Meryem Suresin’de salih kulları olan peygamberlerini haber verdikten sonra buyurduğu gibi oldu alimlerin, yöneticilerin, sofilerin ve ümmetin hali: “Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.”(5) Risalet pınarından uzaklaştıkça bulanıklaşmaya başladı ilim membaı, hevâsât, şehevât, şübühât karışmaya başladı zihinlere. İman ve aksiyonun yerini manasız felsefe tartışmaları ve atalet aldı. Cehenneme davet eden önderler, sözde ilim adamları türedi. Reklamı oldukça albenili ama içi kof eşya misali, yaldızlı sözlerle din satmaya başlayanlar cirit attı meydanlarda. “Aykırı ol meşhur olursun” sözünün hakkını verenler at koşturmaya başladı ilim sahasında. Bala bezenmiş zehiri zerketmede ustaları kadar maharet göstermeye başladılar, Bel’amlar, iblisleri bile kıskandırdılar. el-Hâsıl, yüce Rabbimizin buyurduğu gibi oldu: “Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (6)
İnsanı yüce mertebelere yükselten ilim, sonradan ârız olacak sebep ve etkenlerden dolayı aşağılara, diplere derkedebiliyor demek ki sahibini. Bu sebepten dolayı Allah’a sığınmıştı Hz. Peygamber fayda vermeyen ilimden. İsterken faydalı ilim istiyordu, ıslah yerine ifsad etmemek için. Kitab-ı Mübin’de bu yüzden eleştiriliyor, topa tutuluyordu Ben-i İsrail’in ilim adamları. Rehberlik ve önderlik sorumluluklarını yitirmiş, nefis ve enaniyetlerini tatminin peşine düşmüşlerdi. Gerekirse elleri ile değiştirirlerdi Allah’ın buyruklarını, yeter ki arzuları öyle istesindi. “Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.”(7) “Onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”(8) “Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!”(9) “Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular.”(10)
Abdullah b. Amr radıyallahu anhu anlatıyor; Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurdu: “Allah ilmi insanlardan çekip alacak, kaldıracak değildir. Fakat ilmi, ilim adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle kaldıracaktır. Sonunda hiç âlim kalmayacak ve insanlar cahil bilgisiz kimseleri kendilerine önder lider ve kurtarıcı seçecekler ve onlara dini ve ilmi meseleler soracaklar onlar da cahilce fetva vererek hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını saptırmış olacaklardır.”(11) Bu gün içinde bulunduğumuz durum, Risalet-Penah’ın haber verdiğinden başkası değildir. Şeriatın naslarına vakıf olmadan şeyhu’l-İslam kesilen cahil gençlerden tutun da medrese-mekteb tedrisatı görmeden Allah’ın dini hakkında konuşan nicesine şahit oluyoruz. İslam’ın zirvesi olan cihad amelinin, cüretkar cahil gençlerin elinde yer yer nasıl asli mecrasından çıkarıldığını, fetvalarıyla(!) müslümanların kanlarını helal gördüklerini hüzünlü bir şekilde müşahede ediyoruz. Rabbimizden niyazımız, bizi rızasına ulaştıracak amellere irşad etmesi ve şeriat-ı ğarrâ-i Muhammedi’nin yolundan ayırmamasıdır.
Peygamber görmemiş sahabelerden sayılan mübarek zatlardan, alim ve mücahid Abdullah b. Mübarek, dini ifsat edenlerin üç kısım olduğunu söylemekte ve bunların, yöneticiler, zühd kisvesine bürünmüş cahil sofiler ve alim bilinen ancak ilmini maksadı dışında kullanan kişiler olarak belirtmektedir. Yahudi şeriatını hahamların, hrıstiyanlığı Konstantin’in ve manastırlara çekilmiş rahiplerin ne hale getirdiğini gördükçe, Abdullah b. Mübarek’in ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlıyoruz. İslam ümmeti için durum farklı değildir, yöneticiler zorbalıkla din benimsetmeye çalıştılar İmam Ahmed’e, ilim adamı kisveli İbnü’l-Alkami katlettirdi İslam halifesini ve İslam’ın aksiyon ve hareket içeren damarlarını tıkadı cahil zühd slogancıları. İslam ümmetinin alimlerinden yahudi bilginlerine benzeyenler türedi, heva-hevese göre tevil peşinde koşanlar. Hıristiyan rahiplerine benzer hayat sürme çabalarına şahit olduk zühd adı altında. Ve din adına ahkam kesmeye başladı dini bilmeyen yöneticiler. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh!
Hakkı, zalim sultan karşısında en gür şekilde haykıranlardan ve “Benim kanım, Nasır tağutuna ve yandaşlarına lanet okuyacaktır” diyen Abdulkadir Udeh şöyle sesleniyor İslam alimlerine: “Ey İslam alimleri, İslam hakkında ve nefisleriniz hususunda Allah’tan korkun! Ey İslam alimleri, devletler ve idareciler karşısında, sadece ve sadece İslam’a ihanet ettiğiniz için zelil duruma düştünüz. Ey İslam alimleri, İslam’ın izzeti sizin de izzetinizdir, İslam’ın kuvveti sizin de kuvvetinizdir Siz şayet kuvvet ve şerefe erişmek istiyorsanız İslam’ın kuvvet ve şeref kazanması için çalışınız. Ey İslam alimleri, bir konuda Allah’ın hükmünü açıklamaktan dilinizi tutmanız, Allah’ın düşmanlarına Allah’ın haram kıldığı şeylerde göz yummanız İslam’dan değildir. Ey İslam alimleri, İslam’ın hükümleri uygulanmadığı halde sizin üniversitelerde talebelerinize İslam’ın hükümlerini öğretmenizin hiç bir değeri yoktur. Ey İslam alimleri, minberlerde oturarak insanlara yalnızca güzel ahlakı ve ibadet esaslarını öğretip onları İslam’ın hüküm, yargı, toplum, ekonomi, dost-düşman arasındaki ilişkiler hakkındaki hükümlerinden cahil bırakmanız İslam’dan değildir. Niçin insanlara göreviniz olan açıklamaları yapmıyorsunuz? Niçin insanlara, kimim dost edinip seveceklerinin, kiminle savaşıp düşmanlık edeceklerini açıklamıyorsunuz?… Niçin insanlara, kendi çıkarı için çalışıp İslam’ın yücelmesini ikinci plana atan insanların hükmünü açıklamıyorsunuz? Ey alimler! Ben, sizin içinizde küçük bir grup muhterem alimin Allah’ın kitabı için çalıştıklarını, Allah’ın emrini hakim kılmak için uğraştıklarını, bilgilerini, kuvvetlerini ve hayatlarını Kur’an’ın hükmünü uygulamak uğrunda harcadıklarını inkar etmiyorum. Fakat bunlar vallahi çok azdır. Bu küçük topluluğun hayır uğrunda çalışmalarının sizin kötü amellerinizi değiştireceğini, ihmalkarlığınızın ve lakaytsızlığınızın hesabını kaldıracağını zannetmeyin…”(12)
Bu kadar karmaşa ve keşmekeş içersinde de olsa “Kıyamete kadar Allah’ın dinini muzaffer bir şekilde devam ettirecek kutlu neferlerin” olacağı müjdesini aklımızdan çıkarmamalı ve bu güzide topluluğun içersinde yer alabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Yürüdüğümüz yol yeni bir yol değildir, birçok defa tecrübe edilmiştir ve edilecektir de. Kavisler ve kasislerin, tuzak ve engellerin olduğunu bilerek, kılavuzu ve rehberi iyi seçerek, yoldaki işaretleri öğrenerek bu yolda, sırat-ı müstakim üzere devam etmeye gayret etmeliyiz. İslam alimleri sorumluluklarını, yükümlülüklerini ve mesuliyetlerini bir daha gözden geçirip Rablerine yönelmiş yığınlara rehberlik etmelidirler. Hakikate davet etmek hususunda hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden ellerini taşların altına koymalıdırlar. Uçsuz-bucaksız manevi vahalardan, çetrefilli labirentlerden ve girift yollardan çıkış yolunu onlar bilmektedirler. Şaşkın ve hayret içersinde sağa-sola yalpalayan ümmeti onların sadık ve salih rehberlikleri kurtaracaktır bi-iznillâh.
Ümmete öncülük, rehberlik eden bütün insanlara, alimlere ve yöneticilere ikaz sadedinde şu hadis-i nebeviye kulak verelim: Sevbân radıyallahu anhu’dan nakledildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetim hakkında saptırıcı önderlerden endişe duymaktayım.”(13)
—————————————————-
1. A’raf Suresi 6.
2. İsra Suresi 71.
3. Bkz. Âl-i İmrân Suresi 18, Fâtır Suresi 28.
4. Bkz. Muhammed Suresi 19.
5. Meryem Suresi 59.
6. A’raf Suresi 175-176.
7. Bakara Suresi 59.
8. Bakara Suresi 75.
9. Bakara Suresi 79.
10. Mâide Suresi 13.
11. Müslim, İlim 5. Tirmizi, İlim 5. Tirmizi, “Hadis, hasen sahihtir” demektedir. İbn Mace, Mukaddime 1.
12. Abdülkadir Ûdeh, Evlatlarının Cehaleti Alimlerinin Acizliği Karşısında İSLAM, 87-88. (Tercüme: Ebubekir KORKMAZ. İstanbul 1998.)
13. Ebu Davud, Fiten 1. Tirmizi, Fiten 51. İbn Mace, Fiten 9. Dârimi, Mukaddime 23.