Takva Allah’ın Sınırlarında Durmayı Gerektirir

Müminlere Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2022 Şubat / 111. Sayı

İslam insanı her yönüyle kuşatan fıtrat dinidir. Onun koymuş olduğu her kanun, aslında insanın huzurunu ve istikamet üzere daim olmasını sağlar. Bunun en temel sebebi bu dinin herhangi bir tahrifat ve değişime uğramamasıdır. Allah’tan, peygamberine inmiş olduğu andaki gibi safiyetini ve güzelliğini muhafaza etmesidir. 

İslam’ın hükmünün ortadan kalktığı, cahiliyenin ve cahillerin tahakkümünün sürdüğü zamanlarda İslam adına yapılan yanlış uygulamalar maalesef İslam’a nispet edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle insanların dini kaynaklara inmekteki gaflet ve zaafları bu düşünceyi körüklemekte ve yanlış bir din anlayışı toplumlarda kol gezmektedir. Bu sebepten dolayı birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmakta, insanlar birbirini benimsemeyen gruplara ayrılmaktadırlar. İslam’a yönelmek isteyen samimi insanlar dahi hangi görüşü tercih edecekleri hususunda kafa karışıklığına maruz kalmakta, bir şek ve şüphe içinde yaşamaktadırlar. 

“Eşyada asıl olan tahrimine delalet eden bir delil bulunmadıkça helalliktir.” Yani bir şeyin haram olduğuna delalet eden bir delil ve nass olmadığı müddetçe helal olduğu kabul edilir. Fakat bazı durumlarda fertler şeriatın koymuş olduğu hükümleri az bularak veya kendi günahlarının çokluğunu düşünerek değişik uygulamalara yönelirler. Bunu da takva adına yaparlar. Oysa takva aslında dinin emirlerine sımsıkı bağlanmak ve onda aşırıya gitmemektir. Çünkü takva bir korumadır. İnsanı yanlışa düşmekten korur. Asıl itibarıyla İslam’ın sınırları gözetilerek insan pek çok hayra yol alabilir. Asıl kınanan durum ise İslam’dan olmayan uygulamaların İslam adına yapılmasıdır. 

Günümüzde din adına yapılan aşırı davranışlar her ne kadar Müslümanların İslam ile olan bağlarını zayıflatma ve Müslüman olmayanların İslam’a soğuk bakması için bilinçli bir hareket olarak yönlendirilse de bu hareketlere karşı Müslümanların tedbir alması şarttır. Bu tedbirlerin birincisi İslam’ın çizmiş olduğu sınırlar gözetilerek amel edilmesidir.

İkincisi ise İslam’ın sınırları aşıldığı takdirde düzeltmek esastır. Eğer bu düzeltme olmazsa yanlış uygulama yapanlar helak olacağı gibi onları uyarmayanlar da helak olurlar. Bu mesele ile alakalı olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde de bazı hadiseler yaşanmış, efendimiz ashabına takip edecekleri yolu kendi hayatını örnek göstererek beyan etmiştir. 

Enes radıyallahu anh der ki: Üç kişi Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerinin evlerine gelerek onun ibadetinin nasıl olduğunu sordular. Kendilerine haber verilince sanki ibadetleri az buldular ve “Biz Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında kim oluyoruz ki? Allah O’nun geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir.” dediler. İçlerinden biri “Ben her zaman gece namazı kılacağım” dedi. Bir diğeri “Ben de her zaman oruç tutacağım, bunu hiç bırakmayacağım” dedi. Bir diğeri de “Ben kadınlardan uzaklaşacağım ve asla evlenmeyeceğim” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler, o da onlara şöyle dedi: “Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Dikkat edin! Vallahi içinizde Allah’tan en çok korkan ve ondan çekinen benim. Bununla beraber ben bazen oruç tutar bazen tutmam, bazen namaz kılar bazen uyurum, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetinden yüz çevirirse benden değildir.”[1]

Ebu Ümame el-Bahili radıyallahu anh der ki: Seriyyelerinden birinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber çıkmıştık. Seriyyeye katılanlardan bir adam içinde su olan bir mağaranın yanından geçmiş ve kendi kendine bu mağarada kalmayı, o suyu kendisine azık edinmeyi, civardaki yeşilliklerden yiyerek dünyadan el etek çekmeyi düşündü. “Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e gidip bu durumu ona bir açsam iyi olur. Bana izin verirse düşündüğüm şeyi yaparım, izin vermezse yapmam.” dedi. Ona gelerek “Ey Allah’ın elçisi! Ben, bana yetecek kadar suyu ve yeşilliği olan bir mağara gördüm. Nefsim bana oraya yerleşip dünyadan el etek çekmeyi fısıldadı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ben Yahudilik ve Hristiyanlıkla gönderilmedim. Ben müsamahakâr olan hanif din ile gönderildim. Muhammed’in nefsini elinde tutana yemin olsun ki Allah yolunda sabah veya akşam cihada çıkmak dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Sizden birinin savaş safında durması altmış yıl kılacağı namazdan daha faziletlidir.”[2]

İslam’ın ilk yıllarında insanların salih amellerinde ortaya çıkan bu aşırıya gitme isteği günümüzde daha farklı bir boyut kazanmıştır. Özellikle Allah’ın dininin yürürlükten kaldırıldığı asrımızda Allah’ın helal kıldığı şeyler haram, haram kıldığı şeyler helal görünmeye başlanmış. İslam’ın hükümleri Müslümanlar arasında dahi yanlış anlaşılmaya devam etmektedir. Bu konuda Müslümanların basiretli olmaları ve davet vazifelerini daha sağlam bir şekilde sürdürmeleri gerekmektedir.

Müfessirin Ayetle İlgili Görüşleri

İmam Taberi rahimehullah der ki: Müslümanlardan hiçbiri için yiyecekler, giyecekler ve evlilik konusunda Allah’ın kendisine helal kıldığı bir şeyi haram kılması caiz değildir. Eğer helalleri işleme konusunda nefsinde bir sıkıntı hissederse zorluk ve meşakkate maruz kalır. Bundan dolayı Osman b. Maz’un’un kendini hadım etme isteğini Nebi sallallahu aleyhi ve sellem reddetmiştir. Böylece Allah’ın kulları için helal kıldığı şeyleri kulların terk etmesinde bir fazilet olmadığı, asıl faziletin ve iyiliğin Allah’ın kullarını yönlendirdiği Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisiyle amel ettiği, ümmetine sünnet olarak bıraktığı ve raşit imamların bu konuda kendisine tabi olduğu şeylerde olduğu sabit olmuştur. Çünkü yolların en faziletlisi, Nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. Bu, böyle olduğuna göre güç yetirdiği halde, pamuklu ve ketenli elbiseler giymeyip kıldan ve yünden yapılmış elbiseleri giymeyi tercih edenlerin ve kadınlara ihtiyaç duymaktan korunmak için et yemeyip sert yiyecekler yemeyi tercih edenlerin hataları kendiliğinden ortaya çıkar.[3]

Seyyid Kutup rahimehullah şöyle der: “Ey iman edenler! Hitabıyla müminlere şöyle seslenilmektedir: İnancınızın gereği olarak size düşen, kul oluşunuzun idraki içinde bulunmanız ve kesinlikle ilahlık taslamaya kalkışmamanızdır. Çünkü Allah, ilahlığın bütün özelliklerini zatında toplamıştır. Ayrıca Allah’ın helal kıldığı tertemiz nimetleri yasaklayamazsınız. Temiz helal yiyecekleri size veren Allah olduğuna göre ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeye hakkı olan da sadece O’dur.

“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve güzel şeyleri haram saymayın, sınırı da aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin. İman ettiğiniz Allah’tan korkun.”

Kanun koyma yasama yetkisi, tamamen ilahlık gerçeğiyle bağlantılıdır. İnsan hayatının düzenlenmesinde, ilahilik temeline dayanma esastır. Çünkü Allah, insanları yaratmış ve onların rızkını vermiştir. Buna göre o, tek başına dilediği rızkı helal kılma, dilediğini de haram kılma hakkına sahiptir. İnsanların da kabul edeceği mantık budur. Çünkü mülkün sahibi, aynı zamanda mülkte tasarruf hakkına da sahiptir. Bu açık ilkenin dışına çıkan, kuşkusuz, ileri giden bir azgındır. Müminler inançlarının gereği olarak, Allah’a karşı ileri gidip, sınırı aşmazlar. Aslında Allah’a karşı gelmekle iman etmek gibi birbirine zıt iki unsur, aynı kalpte kesinlikle birleşemez.

İşte iki ayetin açık bir mantıkla ele aldığı mesele budur. Yaklaşıma sadece ileri gidenler karşı çıkabilir, ama Allah haddi aşanları sevmez. Mesele, Allah’ın kulları üzerindeki hakkına ilişkin ilkeyi belirleyen davranışı, Allah’a iman gereğiyle bağlantılı kabul eden genel bir meseledir. Bazı rivayetler, bu iki ayetle yeminlerin hükmüne ilişkin sonraki ayetin, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devrinde Müslümanların başına gelen özel bir olay hakkında indiğini belirtmektedir. Ancak yorum, sebebin özel oluşuna göre değil, ayetin genel kapsamına göre yapılır. Sebep, anlamın açıklık ve inceliğini artırmış olsa bile, bu böyledir.  


[1]Buhârî, hn: 5063

[2]Ahmed bin Hanbel, Müsned, hn: 22

[3]Kurtubi, aynı ayetin tefsirinden