Şükreden Bir Kul Olmayacak Mıyız?

Hadisi Şerif – Ali Yücel / 2014 Mayıs / 18. Sayı

İnsanı kusursuz ve mükemmel bir şekilde yaratan âlemlerin Rabbi Allah (celle celaluh), ona çeşitli hisler ve duygular bahşetmiştir. İnsan, bu duygu ve hisleri ile vardır ve eşyayı, olayları, tabiatı, kâinatı bunlarla anlamlandırır. O, yüce Allah’ın kendisini yarattığı fıtrat üzere bu duygu ve hislerden istifade ettikçe eşref-i mahlûkat olurken sorumsuz ve sınırsız bir şekilde bu duygu ve hisleri tatmin etme arzusu ise onu esfel-i sâfiline derk etmekte, sözüm ona hayvanlarla kıyaslanır hale getirmekte ve onlardan daha süfli bir konumda değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Zira insana bu duygu ve hisleri bahşeden, insanı başıboş bırakmadığı gibi bu duygu ve hislerin başıboş bir şekilde kullanılmasına da müsaade edecek değildir. Hanımlara, evlatlara, altın ve gümüşe, insanın gözünü kamaştıracak güzellikteki bineklere, ekine ve bunlar dışında başka şeylere karşı insan fıtratında sevgi ve muhabbet hissi var eden Rabbimiz, bu sevgi ve muhabbete bir sınır tayin etmiş, kendisi ve dini için fedakârlık yapma gayretinin önüne geçmemesi gerektiğini en sert bir şekilde kullarına bildirmiştir. Evlatlarınızı, hanımlarınızı, meskenlerinizi sevebilir ancak Benim sevgimin önüne geçiremezsiniz buyurmuştur. Allah’ın dinine düşmanlık edenlere sevgi beslemememiz gerektiğini emrederken bunun adaletsiz davranmaya sebep olmaması gerektiğini de emir olarak buyurmaktadır. İnsanların elinde olana tamah yerilmişken elinde bulunan varlık ve servetin hakkını verenlere benzeme duygusu ise övülmüştür. Yani mesele, aslımızda ve fıtratımızda var olan duyguları inkâr ve göz ardı etme değil o duyguları bize bahşedenin istediği doğrultuda kullanmadır.

İnsanoğlunda var olan duygu ve hislerden bir tanesi de minnet hissidir. İlk etapta soğuk ve olumsuz anlamlar hissettiren minnet hissi, aslında insana verilmiş en fevkalade nimetlerden biridir. Verilen bir hediyeye teşekkür edilmesi, verilen nimetlere şükredilmesi minnet hissi sebebiyledir. Bu açıdan nimet olan minnet, sorumsuz ve sınırsız bir şekilde kullanıldığında ise külfet olmakta, adı “başa kakma” diye anılan fıtrat bozukluğu hastalığına sebep olmaktadır. Yüce Allah’a minnet hissiyle verdiği nimetlere şükrederken, insanlar arası ilişkilerimizde karşılaştığımız iyilik ve ihsanlara minnet hissiyle teşekkür ederken, aynı hissi kontrol edemeyip fıtratımızı çiğnediğimiz zaman, gerçek sahibi olmadığı nimetlerden dolayı insanların başına kakan bir zorba olabilmekteyiz. Verdiği nimetlere şükretmemizi dileyen Rabbimiz, bu sebepten ötürü minnet hissini fıtratımıza yerleştirmiştir.

Başımızı kaldırıp bir nebze olsun ibret nazarıyla baktığımızda, uçsuz bucaksız evrende belki sahildeki bir kum tanesi kadar bile cismani büyüklüğü olmayan biz insanoğluna, saymaya kalkışmakla altından kalkamayacağımız nimetler bahşedildiğini görmekteyiz. Habbesinden, kubbesine; büyüğünden, küçüğüne bir şekilde bizlere hizmet eden bunca varlığı emrimize amade kılan kerem ve ikram sahibi Rabbimize, hissedeceğimiz minnet ile ne kadar şükretsek azdır, yetersizdir, kifayetsizdir. “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız.” (Nahl Suresi 18, İbrahim Suresi 34) Birçok nimetin art arda sıralanıp “Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman Suresi 16-18-21 vd.) diye nankör insanları kınayan bir şekilde soru yöneltilmesi, esasında farkında olalım veya olmayalım sayamayacağımız nimetlerle minnet altında bırakıldığımızı göstermektedir.

Bizleri yoktan var eden Rabbimiz, tabii olarak bizleri en iyi tanıyan ve tanıtandır. Sayısız nimetlerle ikramda bulunduğu kullarının bu nimetler karşısında nasıl vurdumduymaz davrandıklarını kısa ve öz bir biçimde şöyle izah ediyor: “Zaten insanoğlu pek nankördür.” (Nisa Suresi 67) Nice zahmet ve külfetle kendisine onca fedakârlık yapan ana-babasını bir çırpıda göz ardı edebilen insan müsveddesi kimselere şahit olmamız bu nankörlüğün yansımalarından sadece bir tanesidir. Düne kadar insanların avuçlarını gözleyip, Rabbinin lütfuyla çeşitli nimetlere mazhar olduktan sonra kibir ridasına giren, kendini beğenmiş, “ne oldum delisi” kimselerin, kendi geçmişlerine benzer hayat yaşayanlara takındıkları tavır da bahse mevzu nankörlüğün bir çeşit yansımasıdır. Hele hele de varlık sebebi Rabbinin, onca nimetine karşı şükürsüzlük girdabında boğulan insan yığınlarının varlığı, bu yüce buyruğun altına tasdik mahiyetinde atılmış kalın bir imza görünümü arzetmektedir. Rablerini hakkıyla takdir edemeyen onca insan içerisinde O’nun nimetlerine gerektiği gibi ihtimam gösteren ve bu nimetleri hakkıyla takdir eden ne kadar insan var acaba? “Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe’ Suresi 13) Sana ve Senin nimetlerine nankörlük etmekten Senin azamet ve yüceliğine sığınıyorum!

İrade ile bizleri diğer mahlûkata imtiyazlı bir konumda yaratan Rabbimiz, bu iradenin doğru tercihte bulunması için de çeşitli kılavuz, rehber ve yol göstericiler belirlemiştir. Lütfettiği nimetler karşısında kullarının nasıl tavır takınmaları gerektiğini öğretmiş, öğrettiği düsturlar çerçevesinde hareket edenlere müjdeler vermiştir. “Şüphesiz biz insana (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan Suresi 3) “Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” “Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân Suresi 144-145) İnsanoğlunun isyan ve günahları ilahi lütufların önüne geçmekte, onu birçok hayırdan mahrum etmektedir. “Şayet doğru yolda gitselerdi, onlara bol su verirdik.” (Cin Suresi 16) Bunun zıddı olarak şükretmek ise, var olan nimetleri artırmakta ve bereketlendirmektedir. “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim Suresi 7) Yani nimetlere gark olmak veya bu konuda muzdarip olmak bizim davranışlarımızla alakalıdır. Şükür, bir kadir-kıymet bilme hali iken nimetleri hakkıyla takdir edememe ise nankörlük ve cezayı gerektiren bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir kuşa benzetildiğinde iki kanadı olan kulluğun bir kanadını sabır diğer kanadını ise şükür oluşturmaktadır. Bir imtihan olarak başımıza gelen sıkıntı ve musibetlere sabretmek nasıl kulluğumuzun gereği bir vazifemiz ise aynı şekilde imtihan için bizlere bahşedilen nimetlere şükretmek de özen göstermemiz gereken görevlerimiz arasındadır. Yüce Allah’a hakkıyla iman iddiası ve çabasındaki biz Müslümanların, Esma-i Hüsna’sı ile hayatımıza her daim tecelli eden Rabbimizin bu güzel isim ve sıfatlarının bir nebze yansıması bizlerin hayatında da bulunmalıdır. İnsanların kavrayamayacağı bir sabır ile “es-Sabûr” olan Rabbimizin bu sıfatından bir nebze bulundurmamız gerektiği gibi hakkıyla “eş-Şekûr” ismine sahip Rabbimizin bu sıfatından sebep, O’nun nimetlerine şükredecek kadar şâkir bir kul olmalıyız. Her şeyden müstağni olup hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın şükrümüze de pekâlâ ihtiyacı yoktur. “…Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Lokman Suresi 12) Bizim, O’nun vermiş olduğu nimetlere şükretmemiz de O’nun mülkünde herhangi bir şeyin artmasına vesile olacak değildir, aynen nankörlük yaptığımızda O’nun mülkünden bir şey eksiltemediğimiz gibi. “Ey kullarım! Sizler Bana zarar verebilecek durumda değilsiniz ki zarar verebilesiniz. Bana bir fayda verebilecek bir durumda da değilsiniz ki fayda verebilesiniz. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizin içinizdeki en takva sahibi kişinin kalbi gibi bir kalbe sahip olsa bu durum Benim mülkümde hiçbir şey artırmaz. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizin içinizdeki en günahkâr kişinin kalbi gibi bir kalbe sahip olsa, bu durum Benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez.”(1)

İyiliği hatırlayarak ve nimeti vereni tefekkür ederek kalbimizle şükrederiz. Nimet vereni anarak, iyiliği dile getirerek dilimiz ile şükrederiz. En önemlisi de verilen nimeti doğru kullanarak fiili olarak şükrederiz. Zaten esas şükür de verilen nimeti yerli yerine kullanabilmek demektir. Buna göre göz nimetinin harama bakmaması bir şükürdür, dilin hak için konuşup yalana sapmaması bir şükürdür, har vurup harman savurmadan mal hususunda infak ve iktisatlı davranmak bir şükürdür, bildiği ile amel edip insanlara öğretme gayreti içerisinde olmak bir nevi şükürdür, zamanın içini boşaltmadan işi vaktinden çok şuuru ile hareket etmek bir şükürdür, Allah için dökülen gözyaşları şükür alametidir, Allah dendiğinde titreyen kalpler bu halleriyle tarifsiz bir şükür hali yaşamaktadırlar. Yoksa şükür dil ucu ile “şükür, şükür” diyerek içten içe nankör davranma değildir. Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetlere kalbin minnet duyup boyun eğmesi ve dilin buna eşlik edip her daim nimeti vereni anmasıdır gerçek şükür.

Her konuda bizlerin örneği ve rehberi olan Peygamber aleyhisselam, şükür konusunda da yegâne önder ve örneğimizdir. Aldığımız nefes, verdiğimiz nefes, bizim dahlimiz olmadan işleyen vücudumuzdaki azalarımız, Müslüman olmak, İslam üzere ölmek, dini hakkıyla yaşamak veya samimiyetle yaşama gayretinde olmak, Allah’ın lütfu ile din-i mübin-i İslam için çaba sarf etmek, cehenneme doğru yuvarlanan insan içerisinde cennet ümidine sahip olmak, Kur’an’dan, Rasul’den, İslam’dan, dinden haberdar olmak, sıradan bir varlık değil de mükerrem bir insan olarak yaratılmak, ana-baba, evlat-torun, mal-mülk sahibi olmak ve ayet-i kerimenin gayet veciz bir şekilde ifade ettiği gibi sayamayacağımız daha birçok nimetin şükrü hususunda en doğru mürşit ve yol göstericimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem olacaktır. Zira onun hayatı, kendisine bahşedilen onca güzel nimetin şükrünü eda ile süslüdür. Değil bir âleme onlarca âleme rahmet olarak gönderilme nimetinin şükrünü eda peşindeydi her daim. Melekler ile desteklenme nimetinin şükrünü eda ediyordu davranışlarıyla, bütün insanlara gönderilmiş bir rehber olma nimetinin şükrünü hakkıyla ifa etmek için düşüyordu Taif, Medine yoluna. Okunan ayetlerden sonra ıslanan sakallar şükür emaresiydi hep, dökülen gözyaşları şükür diyordu sanki uykusuz kalan göz, yorgun düşen beden, gevşeklik bilmeyen azim, güller açtıran tebessüm hep şükür içindi, şükretmek içindi. Kalkan eller şükür için kalkıyor, başlar toprağa şükür için düşüyordu. Günahları affedilmiş olmasına rağmen çatlayan topuklar hep verilen nimetlere şükür içindi. Bırakalım da yine O, konuşsun tebessüm eden çehresiyle, aydınlatsın gönüllerimizi ve öğretsin bize şükretmeyi. Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah aleyhisselam geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona; “Yâ Resulallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun?” diye sordum. Bana cevaben “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.”(2) Ey böyle bir Peygamber’in ümmeti olmakla iftihar edenler! Hâlâ şükreden bir kul olmayacak mıyız?

————————————————-

1. Müslim, Birr 55 (Hadis no: 2577) Tirmizi, Kıyâmet 49 (Hadis no: 2495) İbn Mâce, Zühd 30 (Hadis no: 4257)

2. Buhari, Teheccüd 6, Tefsiru sure (48) 2. Müslim, Münâfikîn 81.