Şerre Anahtar Olanlar

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Eylül / 142. Sayı

Müslümana düşen hayra anahtar olup şerre kilit olmaktır. Müslüman her daim hayrın peşindedir. Mümin hazine avcısı misali hayrı nerde görse küçük büyük demeden kapmak için çırpınıp durur. İçinde bulunduğu hayrı ziyadeleştirmek için her fırsatı ganimet bilir. Vesile olduğu iyiliklere sevinir kaçırdıkları içinse üzülür. Bu, hesabı kitabı mizanı önemseyen, gönlünde taşıyan ve hazırlığını ahirete yapan müminin misalidir. Başkaları elde ettikleri dünyalıklarla sevinip avunurken o gözünü kalıcı olan hayırlı işlere dikmiştir.

Bir de bunun tam karşısında olan facirin durumu vardır. Facir kişi de hayra kilit şerre anahtar olmaktadır. Şer olanı işlemek, şer olana yardım etmek, şer olana yol açmak… Tüm bunlar ahiret hesabını arkasına atan, dünyayı kendisine kıble edinmiş ve başına geleceklerden gafil olan bu facir kişinin ahvalidir. Facir kişi hem şerri işlemiştir hem de yayılmasına imkan tanımıştır. Bundan ötürü hesabı daha da ağır olacaktır.

İslam nizamı, facirlerin bu durunu toplumları ifsad etmesin diye önlemler alır. Bu şerli insanları kendi hallerinde bırakmaz. Onlardan gelecek muhtemel zararları bertaraf etmek için gerekli tedbirlerin alınması için azami gayret gösterir. Zira başıboş kalmış bu şer odakları tüm toplumu batıla sürükleyecek etkileşimi çoğu zaman kolayca elde ederler. Saldırgan, kuduz bir köpek insanlar için ne kadar tehlikeliyse bu insanlar onlardan daha da tehlikelidirler. Çünkü birisi insanın bedenine zarar verirken ötekisi kalbine, zihnine, ahiretine zarar vermektedir.

İslam nizamının modern dönemde rafa kaldırılması ve İslam ahkamının değersiz bir parça gibi kenara atılmasıyla birlikte bu hususta toplumlar için büyük bir tehlike baş göstermiştir. Hayır ve şer gibi derdi olmayan  beşeri sistemler kendi güvenliklerine kast etmedikçe bu şer odaklarına asla dokunmamaktadırlar. Hal böyle olunca şerrini etrafa yaymak isteyen bu facirler topluluğu meydanı boş bulmuş ve istedikleri gibi hareket edebilme serbestiyetine kavuşmuşlardır. Bahsini ettiğimiz dönemde müslümanların pasif duruşları ateşi daha da körüklemiştir. Eğer müslümanlar başları dik bir şekilde, kınayıcının kınamasından korkmadan bu azgınlar çetesinin karşısına dikilmiş olsalardı durum kesinlikle bu şekilde olmazdı. Çünkü Allah azze ve celle bu hususta bizlere şunları buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz…”(Âl-i İmran Suresi, 110.)

Evet, bizler en hayırlı ümmetiz. Çünkü iyiliği emredip hayra anahtar, kötülüğü men edip  şerre kilit olmak suretiyle toplumların ıslahının garantörüyüz. Biz tüm insanlık için çıkarılmış mümtaz bir ümmetiz. Biz müslümanlar bir ümmet olarak bu görevi hakkıyla icra ettiğimizde tüm insanlık felaha kavuşacakken aksi durumda da fesat tüm dünyayı kaplayacaktır. Bu bakımdan ümmeti muhammedin sadece kendisi için değil tüm dünya insanlığı için hayati bir fonksiyonu vardır. Kötülüğe engel olmak, kötülerin karşısında durup hakkı haykırmak da iyiliği/ hayrı emretmekten sonra gelen en önemli fonksiyonudur.

KİM KÖTÜ BİR ÇIĞIR AÇARSA…

İnsan her daim iyi olamıyor, iyiliğin peşinde koşamıyor. Kötü olmak bazı insanlar için kaçınılmaz bir durum. Bu, insanoğlunun nakıs yaratıldığından, iyiliğe yatkın olmadığından ötürü değil elbet. Asıl problem fıtratların bozulması ve kişide hayra gidecek mecal bırakmaması. Özünden kopmuş, rabbiyle bağını koparmış insan için geriye kötülükten, şerden başka bir şey kalmıyor. Nihayetinde bu bataklıkta iki dünyasını da mahvedip gidiyor.

Bu hazin son kötüler için. Bundan daha da hazin olanı var ki; o da kötülüğe çığır açanlara ait. Çünkü kötü olmak başka bir şey; kötülüğe yol açmak, arkadan binleri- on binleri aynı kötülüğün müdavimi yapmak başka bir şey. Kötülüğe yol açan, bu yolun başını çekenler çok daha ağır bir azaba maruz kalacaklarını bilmek zorundalar.

Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta tüyleri diken diken eden şu ifadeleri buyurmakta: 

“İslam’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”[1]

Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Adem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.”[2]

Kötülüğe önderlik edenler için tahmin edilemez şekilde katlanan bir günah dosyası vardır. Bu kişiler hesap gününde bizatihi kendilerinin yapmadığı ve hatta varlığından dahi haberdar olmadıkları günahlarla karşı karşıya kalacaklardır. Bu günahların yükünden kurtulmak onlar için mümkün olmayacaktır. Nasıl mümkün olsun ki! Sadece tek bir ömre binlerce kişilik günahları sığdırmış olmak hafife alınabilecek bir durum mudur! Tek bir günahından bile kaçıp kurtulmak istediğin o günde tanımadığın insanların günah yığınlarını yüklenmek nasıl bir iflastır!

Öte yandan bir kimse ahirette bu kadar büyük bir azaba duçar oluyorsa dünyada insanlığa verdiği zarar da o kadar büyük olmuş demektir. Tahayyül etmek gerekirse; kötülükten haberdar olmayan insanları ondan haberdar kılmak ya da zaten kötülüğün içinde çırpınıp duran ve kurtulma ümidi taşıyan insanları ayrı bir kötülüğün girdabına sokmak gerçektende çok büyük bir cürümdür. İnsanlara bu kadar zarar veren bir kimsenin de ancak bu şekilde misli misliyle cezalandırılması adaletin bir tecellisi olacaktır.   

İTİKADİ/ FİKRİ BOZULMANIN BAŞINI ÇEKENLER

Bahsini ettiğimiz gibi İslam nizamının rafa kaldırıldığı, elinden gücünün kuvvetinin alınıp kendini koruma reflekslerinden dahi yoksun bırakıldığı mahzun bir dönemin cenderesinden geçmekteyiz. Müslümanların başsız kaldığı, ümmeti muhammedi içerden ve dışardan gelecek tehlikelere karşı koruyacak olan ümera ve ulemanın yokluğunun derinden hissedildiği bir dönemin elbette acı faturası olacaktır. Bu faturayı içinde bulunduğumuz süreç içinde ağır bir şekilde ödemekteyiz.

Son zamanlarda ümmeti muhammed içinde yaşanan itikadi/fikri sapmalar herkeste derin yaralar açmaktadır. Maalesef ki; artık bir çok kimsenin ailesinde ya da etrafında bu buhranları yaşayan kimseler mevcut durumda. Ve sayıları gün geçtikçe artmakta. Kabul edelim ki gençlerimiz ve yetişkinlerimizin hatırı sayılır bir kısmı artık İslam’ın hükümleriyle kısmen ya da tamamen bir savaş içinde. İslam’ın asırlarca yaşanmış tatbik edilmiş hükümleri onların gönüllerini serinletmemekte, ileriye dönük bir yol- gidişat sunmamakta. Ya nasların tarihi süreç içindeki anlaşılma şekillerine karşılar ya da kökünden nasların bizatihi kendilerine karşılar. Neticede geldikleri konum ya inkar ya da inkarın eşiği. Müslümanca bir teslimiyetten çok uzakta ve münkirce bir zihniyete çok yakındalar. Peşinen belirtelim ki; işlerin bu noktaya gelmesinin sebebi dini mübin İslam’ın bir noksanlık taşıması değildir. Rabbimiz yaklaşık 1500 sene öncesinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem vasıtasıyla bu dini tam ve mükemmel kılmıştır. Eğer dinimizin kendisinde bir eksiklik ya da çelişki olsaydı tarih boyunca İslam düşmanları bunu kullanıp meseleyi kökten hallederler işler bugünlere kadar kalmazdı. Bugün böyle bir vakıanın karşımızda durmasının en büyük sebebi müslümanların bu tür fikri sapmalara karşı neredeyse tamamen savunmasız kalmasındandır. Müslümanları itikadi tehlikelere karşı koruyacak olan vasıta ulema ve ümeradır. Ulema karşıt fikirlere cevaplar vererek mümin gönülleri ferah tutarken ümera da haddi aşan münkirlere gereken cezayı vererek bu tehlikeyi bertaraf edecektir. Bunların ikisinin de bulunmadığı bir dönemde müslümanların nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kalacakları aşikardır. Maalesef tehlike bununla da bitmemektedir. Ulema ve ümeranın yokluğu bir yana bir de müslümanların önüne düşen bazı davetçi ve fikir adamlarının yaşadığı kırılma hadiselere eklenince tablo daha da vahim bir hale gelmektedir. Bu kimseler kendileri deizm, ateizm gibi batıl yollara tevessül ederek İslam’dan çıktıkları gibi arkalarında büyük bir enkaz da bırakmaktalar. Evet, bu kimseler mezkur irtidatlarıyla arkalarından kitleleri sürüklemeyi başaramasalar da en azından müslümanlar arasında böylesi çirkin bir işin öncülüğünü etmenin vebalini taşımaktadırlar. Hiçbir şey yapmadılarsa bile müslüman dimağların teslimiyetindeki saflığı kirletmenin günahını son durağa varana dek yükleneceklerdir. Bir insanın hidayeti ile oynamak, onu hak yoldan alıkoymak şeytan ve dostlarının amelidir. Allah azze ve celle’nin hidayet etmesinden, bu davanın öncülüğü ile müşerref kılmasından sonra dalalete düşmek ne çirkindir!

Bir zamanlar insanları hayra davet ederken şerre öncülük eder hale gelmek nasıl bir hezeyandır! Bu kimseler ya tevbe ederek yaptıklarını telafi edecekleri bir yola yeniden gireceklerdir ki bu onlar için asıl kurtuluş olacaktır ya da daha önce işledikleri tüm hayırları hiçe sayıp başka insanların günahlarını da yüklenip küfrün öncüleri olarak cehenneme sürüleceklerdir!


[1]. Müslim, Zekat 69

[2]. Buhârî, Cenâiz 33.