Şeriat Yolunda Dökülenler: Paradigmanın Muhafazasına Soyunmak

Gündem Analiz – Muhammed Eyüp / 2024  Nisan / 137. Sayı

Yenilgi putunun tesirini aşamamak, bazı Müslümanların şeriatı hâkim kılmak için çıktıkları yolda, kurumuş yapraklar gibi bir bir dökülmesine yol açmıştır. Şeriat yolunda dökülen bazı kimseler, mücadeleden el etek çekerek dünyaya dalmaktan da öteye geçmiştir. Yazık ki bunlar bugün dahilde ve hariçte batıl bir paradigmanın muhafazası görevine soyunmuşlardır.

İslam aleminin diğer coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye’de de birçok Müslüman geçmişte, İslam şeriatının hâkim olması ve zulüm düzenlerinin yıkılması için gayret göstermiştir. Pek de uzak bir geçmişte yaşanmayan bu çabalardan ise maalesef bugüne silik gölgeler, tatlı hatıralardan başka pek az şey kalmıştır. Bu çabalar, kendisiyle avunulan bir nostalji halini almış, daha da ileri gidenler ise geçmişte yaptıklarından nedamet getirir, hatta utanır hale gelmiştir. “Cihadı alnının çatına vurmak ve şehadetini dualarının başına koymak” ile övünenlerin bugün parlamentolarda, banka kuyruklarında, put gölgelerinde dizilmesi acı olduğu kadar ibret vericidir de.

Şeriat yolunda dökülenler dünya hayatına aldanmış, Allah’ın inkâr edildiği sistemin çarklarında birer dişli olmaya razı olmuştur. Bu kimselerin hali, Allah azze ve celle’nin şu ayette buyurduğu gibidir:

“Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenleri sever.” (Bakara, 195)

Merhum Ali Küçük Hoca, bu ayetin tefsirini şu şekilde yapmaktadır:

“Yâni Allah yolunda infak etmeyerek kendi kendinizi cehenneme, tehlikeye atmayın buyuruluyor. Bu ayetin pratikte uygulanmasının bir yorumunu, bir savaş anında naklen sahabe bize şöyle anlatıyor: Konstantin muhasarasında Rasûlullah’ın sahabelerinden Ebu Eyyub el-Ensârî, yaşlı bir kişi… Allah’ın Rasûlü Medine’ye geldiği zaman evinde misafir kaldığı sahabe. Emeviler döneminde İstanbul’un fethi için gelir…

Bakıyor ki muhasara esnasında bazı kimseler sürekli ileri atılıyorlar ve şehid oluyorlar… Yanlarındaki bazı kimseler de diyorlar ki: “Yapmayın böyle! Allah kendinizi tehlikeye atmayın! diyor.” Yok diyor Ebu Eyyub el Ensârî, bu âyet bizim için nazil oldu. Bu âyeti içinizde benden daha iyi bileniniz yoktur. Biz Mekke fethedildikten sonra, Arabistan Müslüman olduktan sonra geldik Rasûlullah’a ve dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, Mekke fethedildi, Arabistan tamamıyla Müslüman oldu, artık gücümüz kuvvetimiz zirveye ulaştı. Sulh sükûn hâkim oldu. İslâm egemen oldu. Artık bize müsaade et de biz şu işimize, aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim!” dedik. Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlalarınıza, ticaretinize dönerseniz kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!” Sonra da bu ayeti okudu. İşte ayetin manası budur. Ve eğer gerçekten bizler işimize, aşımıza, dükkanımıza tezgahımıza döner de Allah yolunda cihadı terk edersek, kendi ellerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbuki bize göre bizim kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramamamız, maslahata uygun rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir.

Öyleyse cihadı bir kenara bırakıp mal mülk derdine koşmanız, tarla tapan derdine, ev bark derdine, mark dolar derdine koşmanız sizin kendi kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmanızdır diyor Allah Rasûlü. Ebu Eyyub el Ensârî bunun bu mânâya geldiğini anlatıyor.”

İslam egemen olduktan sonra dahi Allah yolunda mücadele davasını terk etmek, insanın kendisini tehlikeye atması olarak nitelenmektedir. Hal böyleyken, bir Müslüman nasıl olur da İslam her cihetten muhasaraya alınmışken ve Müslümanlar türlü eziyetlere maruz bırakılırken mücadeleyi terk edebilir?

Allah’ın davası için mücadele etmek, insanın kıymetini bilmekten aciz kaldığı nimetler arasındadır. Allah azze ve celle’nin her nimetinde olduğu gibi bu nimet, aynı zamanda bir imtihandır. Maalesef Müslümanların önemli bir bölümü bu nimetin imtihanını verememiş, Allah azze ve celle de onların elinden nimetini alarak hepsini zillete duçar etmiştir. Bugün bazı kimseler, geçmişte Allah’ın şeriatının hâkim kılınması uğrunda yaptıkları birtakım işleri, aşarak geride bıraktıkları bayağı ve düşük düzeyli şeylermiş gibi anmaktadır.

Daha da acınası olan ise bu kimselerin, Allah yolunda mücadeleyi terk etmiş olmaları yetmezmiş gibi, bir zamanlar kökünü kazımaya çalıştıkları batıl paradigmayı muhafazaya soyunmuş olmasıdır. Çeşitli bahane ve sebepler adı altında yürütülen bu çabalar, Allah’ın verdiği nimetin kıymetini bilmemenin insanı nasıl bir noktaya sürükleyebileceğinin korkutucu bir göstergesidir. Oysa biz Müslümanlar, Allah’tan başkasının hükmünü esas alan tüm sistem ve anlayışlardan beri olmakla emrolunduk. Batıl paradigmaları muhafaza etmek için putların ve tağutların gölgelerine sığınmakla değil.

Bu, bir zamanlar Allah adıyla uyanıp vaktini Allah’a adayanların bugün vardıkları noktanın acı verici hikayesidir. Bir İslam alameti olarak muhafaza edilen sakallar traş edilmiş, özenle ütülenen kravat ve takımlar giyilmiş, konforlu makam odaları ve pahalı araçlar edinilmiştir. “Dengeler” adına zulme rıza gösterilmiş, dünya hayatı bir maaş çekinin konforuna terk edilmiştir. Şeriat yolunda dökülen bu kimseler bugün acı ve nedamet duyacakları yerde, diğer Müslümanları da kendileri gibi paradigmanın çarkları arasına dahil olmaya davet etmektedir.

Şeyh Ahmed Aşuş’un da söylediği gibi, İslam ile cahiliye, yolun başında da ortasında da sonunda da bir araya gelmez. Müslümanları, Allah azze ve celle’nin değişmez ilkelerini terk ederek zulüm sistemleriyle uzlaşmaya, kafirlerle aynı çizgiye gelmeye davet edenler, haktan bir adım dahi sapmanın batıla dalmak olduğu gerçeğini hafife almaktadır. Allah’ın emri olan yüce davayı unutmak, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yolundan sapmak, dünyalığa ve geçim derdine dalmak… İşte bu, zelil olanı izzetli olana tercih etmektir.

Bilmek gerekir ki Allah’ın dininin hâkim kılınması davası, kesin ve yakın bir netice aranan bir dava değildir. Aksine bu dava, nerede ve hangi koşullarda neticeleneceği belli olmayan, neticenin değil bizatihi mücadele sürecinin önem arz ettiği bir davadır. Müslümanın gayesi, şeriat yolunda olmanın bizatihi kendisidir. Allah’tan niyazımız, şeriat yolunda dökülenlerden olmaktan bizi muhafaza etmesi, bilakis bizi bu yolda ya zafere ulaşan yahut cennetlere kanatlananlardan kılmasıdır.