Sen Karanlıkları Aydınlatan Nursun

Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2022 Eylül / 118. Sayı

Esra elindeki telefon ekranından hayalini kurduğu hayatları izliyordu. Bir gün kendisinin de bu hayata ulaşacağına inanıyor ve bunun için hırslanıyordu. 

Son model cep telefonu kullanmak, en iyi arabalara binmek, istediği eğlence merkezlerine, alışveriş merkezlerine gitmek, hiç düşünmeden çılgınlar gibi para harcamak, pahalı elbiseler giymek, havuzlu evlerde oturmak, hele şu yaz günlerinde Bodrum, Fethiye, Muğla hatta ve hatta Avrupa’da olmayı hayal ediyor ve neredeyse günün büyük bir çoğunluğunu bu hayatları yaşayan insanları izleyerek geçiriyordu. 

Esra’nın annesi Neriman Hanım, diğer odadan avazı çıktığı kadar Esra’ya bağırıyordu. 

– Sabahtan akşama kadar gözün o ekranda. Yata yata şiştin. Bırak o elindeki aleti de biraz çalış. O izlediğin hayatlara yattığın yerden ulaşamazsın. 

Her zamanki gibi Esra’nın kulağında kulaklık olduğu için Neriman Hanımı duymuyordu. 

Neriman Hanım daha da sinirlenip Esra’nın yanına gidip onu dürtüyordu. 

– Şu ananın haline bak! Bir gün yüzü bile görmedim. Sen şimdi böyle yaparsan sonra bana benzer, kocanın sana vereceği üç kuruşa ciğerci kedisi gibi bakarsın. Tabi seni alacak koca bulursan. Senden ne köy olur ne de kasaba!

Esra ise umursamaz edası ile yüksek sesle müzik açıp kendini müziğin ritmine bırakıyordu. 

Babası Servet Bey ise evine ekmek getirmek için gecesini gündüzüne katmış, olandan bitenden habersiz eve adeta bir otele gider gibi gelip gidiyordu. 

Neriman Hanımın bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ve serzenişleri sayesinde hayatta olduğunu anlıyordu. 

Esra bu yıl üniversiteye girmeyi kafaya koymuştu. Ne yapıp edip istemediği bir bölüm bile olsa üniversiteye kapağı atmalıydı. Farklı hayatlara açılan kapılar oradan geçiyordu.

Esra’nın hayalleri gerçekleşti. Bulunduğu şehre yakın başka bir şehirde üniversite kazandı. Kendisine birkaç arkadaş bulup ev tutmuştu. Babası Servet bey artık daha fazla çalışıyordu kızının okuması için… Ev kirası, okul masrafları gibi giderlerine yetişmesi lazımdı. 

Esra’nın okula başladıktan sonra edindiği sosyal çevre hırslarını öyle artırmıştı ki artık para kazanmak için, isteklerine ulaşmak için yollar arıyordu.

17-23 yaş aralığındaki gençleri aileye, sevgiye, ilgiye en muhtaç oldukları zamanda hayatı öğrenecekleri yuvalarından çıkarıp, aynı binaların içine tıkıp, kariyer sahibi olmaları için kendi hallerine bırakmak ne gibi sonuçlar doğururdu peki? Hele bir de Esra gibi evinden değil de esir kampından kaçıp kurtulduğunu düşünen, evin içinde anneyi de babayı da bulamamış, hayatı hep geçim derdi zanneden çocuklar, geçim derdine son vermek için her yolu kendilerine mübah saydıklarında filmin şeridi kopmuştur artık. 

Esra bir girdabın içine girmişti bile ve girdap hızla onu içine doğru çekiyordu. Kokuşmuş pis bir hayatın içindeydi artık. Cebi para da görmüştü. Elinde son model telefon vardı. Son model arabalar onu kapısından alıyor, istediği zaman bırakıyordu. İstediği bu değil miydi işte? Hayallerindeki hayat önüne serilmişti. 

Adına eğlenme yeri dedikleri yerden, yarı ayık yarı sarhoş olarak çıkmış caddede yürüyordu. Telefonla birilerini arayıp araba isteyecekti, vazgeçti. Yürümeye devam etti. Soğuk hava yüzüne yüzüne vurdukça biraz daha kendine gelmişti. Yol kenarındaki bir banka oturdu ve düşünmeye başladı. Az önce eğlenmek için bir ortama gitmişti. Oysa hiç eğlenmiş görünmüyordu. Göz altları morarmıştı. Üstü başı ve makyajıyla yirmi yaşında bir genç kız gibi değil de neredeyse elli yaşında bir kadın gibi görünüyordu. Kendi kendine mırıldandı: “Para para dedin. Hepsi seninle. İstediğin her şeye ulaştın. Yedin, içtin, gezdin ama yine mutlu değilsin. Hatta giderek dibe vuruyorsun. Senin ihtiyacın olan ne?” diye sordu kendine. 

Düşündü düşündü ama bulamadı. Acaba onu sevecek, sayacak, koruyacak bir erkek mi olmalıydı hayatında?

Sonra güldü. Bu zamanda kim kimi koruyabilirdi? Bir kahkaha patlattı. Ardından uzaktan gelen bir otobüs gördü. Tam da oturduğu mahalleye gidiyordu. “Sen otobüse binecek kız mısın Esra?” dedi kendi kendine. Belki fakir günlerime geri dönersem eskisi gibi hayaller kurar mutlu olurum, dedi sonra kendisiyle alay ederek. 

Otobüs fazla kalabalık değildi. Boş bulduğu yere oturdu. Pencereden dışarıyı izliyor gibi görünse de zihninde çocukluk yılları, bugüne kadar yaşadıkları tek tek canlanıyor ama nedense yüzünü güldürecek bir anı dahi hatırlamıyordu. 

Ön koltukta oturan çiftin konuşmaları onu daldığı düşüncelerden uzaklaştırdı. Daha önce hiç duymadığı şeyler konuşuyorlardı sanki. Yan profilden yüzünü gördüğü sakallı delikanlı yanında oturan siyah örtülü hanıma: “Meryem, bugün dışarıda yürürken insanların yüzlerine dikkat ettin mi hiç?” diye bir soru sordu. 

Genç olduğu ses tonundan anlaşılan hanım: “Evet canım. Ben de sana aynı şeyi soracaktım. Bugün yol boyu suskunluğumun sebebi insanları izlemekti. Baktım hepsi bir telaş içerisinde mutlu olabilmek için oradan oraya koşturup duruyorlar. Kimi alışveriş yapıyor, kimi geziyor, kimi tatlı yiyor, kimi kahve içiyor… Sevdikleriyle beraber bir yerden bir yere gidiyorlar. Ancak simalarına baktığımda sanki hiçbiri mutlu değil. Tebessümler zoraki sanki. Mutluymuş gibi görünüyorlar sadece.”

Genç delikanlı: “Subhanallah! Ben de aynı şeyleri düşündüm. Özellikle tüketim çılgınlığı, hazlara yönelik bir hayat anlayışı insanları giderek buhrana itiyor. Her şeyi elde etmelerine rağmen, birçok nimetin içinde olmalarına rağmen yine mutlu değiller.”

Hanımı onayladı: “Son yıllarda insanların psikolojik danışmanlık ihtiyaçları da çok fazla arttı. Bununla birlikte depresyonlar, kaygı bozuklukları gibi daha birçok ruhsal rahatsızlıklar… Özellikle gençlerde aşırı gelecek kaygısı var. Veya sadece çok para kazandıklarında mutlu olacaklarını sanıyorlar. Bu da onları paraya götüren her yola itiyor. Özellikle kumar, gayrimeşru birliktelikler, sosyal medya hesabında canlı yayında soyunarak para kazanmaya kadar giden her türlü fitne, fücur, fahşanın gençler arasında yaygınlaşmasına sebep oluyor. Karanlık bir odanın içinde yine karanlığa açılan bir pencereden bakıp duruyorlar adeta.”

– Meryem, bu karanlık odada hapsolmuş gençlere aydınlığı, nuru nasıl gösterebiliriz? Bunun için ne yapmalıyız?”

– Onlara ‘Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur’ ayeti üzerinden tanımadıkları, bilmedikleri Rabbimizi, Rahman’a giden yolu, ellerinden tutup gerçek mutluluğu, var olma sebeplerini, kulluklarını hiç bıkmadan usanmadan anlatmalıyız.”

Bu konuşmaları dikkatle dinleyen Esra karanlık odadan baktığı pencereden kalbine doğru sızan ışık huzmesini fark etmişti. Henüz ışığa kavuşmadan dahi kalbi yerinden çıkacakmış gibi çırpınıyordu. Sanki oksijensiz bir ortamda kalmış da ardından temiz havaya kavuşmuş gibi derin derin nefes alıyor, ciğerlerini oksijenle doldurmak istiyor gibiydi. 

Genç delikanlı yanındaki hanımefendinin elinden tutarak ayağa kalktı. Gidecekleri yere varmışlardı. Kırmızı düğmeye bastı. Esra büyük bir telaş içerisinde, “Hayır hayır bir yere gidemezsiniz!” dercesine bir sağa bir sola bakınıyor ve ne yapacağını bilmiyordu. Onları kaybedemezdi. Onlarla birlikte durakta inmeye karar verdi. 

Otobüsten iner inmez, tepeden tırnağa tesettüre bürünmüş genç hanıma ismiyle hitap ederek seslendi: “Meryem hanım! Meryem hanım!” 

Meryem ve eşi Salih sese doğru döndüler. Esra elini Meryem’e uzattı: “Az önce söylediklerin karanlığı deldi. Şimdi içeriye sızan ışığı görüyorum, elimi tutar mısın?”