Şehit İsmail Heniyye

Serbest – Zeynep Koçak / 2024 Eylül / 142. Sayı

“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”

(Ahzâb, 23)

Bu söylediği gibi yaşayan ve davası uğruna canını veren bir adamın hikayesi. Bu şehadete hazırlanmış bir liderin ona ulaşmasıyla ilgili… Bu Allah’ın ayetlerinin bir mücahidin üzerinde sirayet etmesi. “(Kudüs) Senin için milyonlarca şehit veririz.” diyen ve kendi canını da bu yolda feda eden birinin hikayesi.

Gözlerini ötekileştirilmiş bir hayata açan binlerce çocuktan biriydin sen. El- Şati mülteci kampında doğmuş, orada büyümüştün. Hayatın karmaşasını da zalimliğini de çokça görüp geçirmiştin. Belki neden Avrupa’da doğan beyaz çocuklar kadar canının bir önemi olmadığını düşünüp durdun o zamanlar… Zira üstünlük sadece takva ileydi. Rahman’ın nezdinde üstün(!) bir ırktan olmanın hiçbir kıymeti yoktu.

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Büyüdükçe ‘insan’ olarak bile görülmediğinizi, insanî koşullarda yaşamanıza izin verilmediğini daha iyi kavramıştın. Orta Doğu’nun Müslüman çocukları için başka seçenek yoktu ki! Bunun için mücadele etmeye hazırdın. Çünkü Filistinli çocuklar mücadele etmek için doğardı. Sen de mücadele ettin. Üniversite yıllarında Müslüman Kardeşler’in öğrenci kollarına üye olmuştun. Çünkü Filistin davası için mücadele etmeye karar vermen sadece vatani duygularının bir tezahürü değildi. Sen vatanını ve en çokta Mescid-i Aksa’yı küfrün kucağından kurtarmak istiyordun. Allah’ın kelimesini tüm dünyaya haykırmak istiyordun.

Mücadelen böyle başlamıştı. Şeyh Ahmet Yasin ile tanıştın, onunla omuz omuza mücadele ettin. Ne büyük mutluluk! Tutuklandın, işgalci İsrail seni Lübnan’a sürgüne gönderdi. Vatanın için vatanından ayrılmak zorunda kaldın.

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! demiş ya şair; ne doğru demiş!

Kendi vatanında sürgün edilen hür yürekli Filistinlilerden biriydin.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Dünya hayatına aldanan ve ölümsüz gerçeği unutan insanlara uymadan ve yılmadan devam ettin yoluna. Çoğu unutanlar gibi olmadın.

Bu hayatta tek gerçek vardı; Allah’a verdiğin sözü unutmamak. Bu uğurda, sözlerinin tezahürü bir hayat yaşamak. Birilerinin dedesi, babası, eşi, kardeşi ve dostuydun ama hepsinin de ötesinde kendinde bu vasıflarla birlikte, bir insanı diğerlerinden ayıran çok daha mühim bir vasfa daha sahiptin. Davanın adamı olma vasfına. Sen en çok Allah’a kul olmayı; onun rızasını elde etme yolunda, İslam davasının bir neferi olmayı seviyordun. Allah için cihat etmeyi, Allah için konuşmayı, Allah için davayı sırtlanmayı; bir tek onun için mücadele etmeyi. Sen en çok şehadeti seviyordun.

Çocukların vardı senin de hatta torunların. Vicdansız cesetlerin zulüm yüklü bombardımanlarından birinde kaybettin onları. Dava adamıydın, metanetli oldun ama… senin de yüreğin sızladı. Rasûlullah (sav)’in, “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz ise ancak Rabbimizin razı olacağı sözler söyleriz.” buyruğunda olduğu gibiydin. Verdiğin kayıplara rağmen aileni teselli ettin, boynun bir an olsun zalimlerin karşısında bükülmedi. Rabbinin razı olacağı söz için mücadeleye devam ederek bekliyordun. Şehadet de seni bekliyordu.

“İnsanlardan bazıları öldüğünde hatırası da ölür, hayat hikayesi de ölür; sayfaları kapanır. Bazı insanlar da vardır ki onlar ölünce Allah isimlerini yayar, derecelerini yükseltir, bayraklarını yüceltir. İnsanlar onları hayırla yad eder.”

İnsanoğlu nasıl yaşarsa Allah yaşadığı gibi tattırır ölümü. Allah senin ismini tarihe yazdı, senin hayat hikayen bir şehadet öyküsüne dönüştü. Şehitler ölmez… senin hayat sayfan kapanmadı. Mücadelen; bu uğurda nice canlar veren başka mücahitler gibi kalbimizde ebediyete yazıldı. Sen basit bir hayat yaşamayı seçmedin. İnancın için, vatanın için, zulmün karşısında durmak için büyük bir azimle mücadele ettin. Sen basit bir hayat yaşamadın ki basit bir ölümle veda edesin… Şehadeti sen seçtin. Verdiğin mücadelenin, ettiğin cihadın sana armağanıydı bu. Şimdi şerbetini kana kana iç…

Ahzab’daki yiğitlerin yanında yerini aldın Ey Mücahit, onurlu lider… sen sözünün eri oldun, Rabbine verdiğin mübarek sözü canınla tuttun. Geride bir hatıra bıraktın… kanınla yazdığın bir mücadeleyi, cihadı ve bir şehadet öyküsünü.

Bize de büyük bir adamın izinde mücadeleye devam etmek kaldı.

Dava adamı sadece yolda yürür Ey Şehit; yolun bitmesini beklemez. Dava adamı belki de yolun sonunu hiç göremez… Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya…

Bu dünya gözüyle zaferi göremedin; Kudüs’te kıyama duramadın ama yetiştirdiğin yiğitler senin için de kıyama kalkacak. Senin verdiğin sözü veren binlerce mücahit tıpkı senin gibi şehadeti beklemekte. İ’lâ-yi kelimetullah için Kudüs alınana, Mescid-i Aksa’da kıyama durana ve önden gönderdiklerimizin intikamları alınana dek şehadeti gözlemekteler.

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya…