Salihlerin Şiarı; Teheccüd Namazı

Salihlerin Bahçesi – Zeynelâbidin Toprak / 2013 Mayıs / 6. Sayı

Hamd, gecenin son üçte birinde dünya semasına inen, kullarının her türlü meşru istek ve arzularına icabet edeceğine dair söz veren, kendisini ne bir uyuklamanın ve ne de uykunun tuttuğu kâinatın tek Maliki ve sahibi olan Allaha mahsustur. Selamların en güzeli, teheccüd edenlerin efendisi olan, teheccüd kılmakla ayakları şişen, teheccüd “Salihlerin” şiarıdır demekle ümmetini teheccüde teşvik eden, kendisine uymakla Allahın sevgisinse nail olunan, rehberimiz ve önderimiz olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ‘in kendisiyle beraber ayakları şişeşene kadar gece kıyama duran, göz yaşları ile seccadelerini ıslatan güzide ashabının ve kıyamet saatine kadar onların izlerini adım adım, karış karış takip eden mü’minlerin üzerine olsun.

Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki, teheccüd namazı başta peygamber efendimiz Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere, sahabe , tabiin ve onlardan sonra gelen selefi salihinden salih kulların şiarıdır. Hz.Aişe annemiz Allah Rasulü’nün teheccüd namazından dolayı, ayaklarının şiştiğini bize haber vermektedir. Bu hal her şeyi ile bize örnek ve önder olan Allah Rasulü’nün teheccüd namazına ne kadar önem verdiğini anlatmaktadır. Teheccüd namazı; Selefi salihindeki salih insanları rableri ile bir araya getiren eşsiz bir eylemdi. Kişi sevdiği bir kimseyle tek başına karşılaşıp konuşmak ister. İşte Allah’ı sevenlerde gecenin zifiri karanlığında rableri ile baş başa kalıp tek taraflı konuşmak için geceyi özlem ve arzu ile beklerler. Onlardan bazıları gecenin bitmesini hiç istemezlerdi. Nasıl istesinler ki; seven sevdiğinden ayrılmak ister mi hiç “Ne mutlu geceleri gözleri uyku tutamayanlara mevlasının sevgisi yüzünden yatakta huzur bulamayanlara.”

Onlar gece kıyamını adet haline getirmişlerdi. Onlar için gece kıyamına kalkmakla için sıcak yorganın altı ile zifiri karanlık olan ormanların, dağların arasında bulunmak arasında hiç bir fark yoktu. Bunu en güzel bir şekilde tabi’in döneminde yaşanmış olan şu kıssa tasvir etmektedir;

Basralı bir genç derki: Aralarında Amir b. Abdullah’ında bulunmuş olduğu, cihada çıkan bir birlik ile beraber bende çıktım. Gece olunca, suyun bulunmuş olduğu ormanlık bir alana gece konaklamak için atlarımızdan indik. Amir b. Abdullah eşyasını toparlayıp, atını bir ağaca bağladı. Atın önüne kendisini doyuracak kadar ot ve benzeri şeyler toplayıp koydu. Sonra ormanın derinliklerine dalıp uzaklaşmaya başladı. Ben; Kendi içimden Allah’a yemin olsun ki; “Onu takip edip, ormanın derinliklerinde ne yaptığını izleyeceğim.” dedim. Amir, ağaçlar ile etrafı çevrili olan ve hiç kimsenin kendisini göremeyeceği bir yere ulaştı. Kıbleye yönelip namaz için kıyama durdu. Ben; onun namazı gibi huşulu ve mükemmel bir namaz daha önce görmedim. Basralı genç şöyle devam eder; gözlerim uykuya mağlup olup, biraz uyudum. Aralıklı olarak uyanıp, tekrar uyuyordum. Amir ise durduğu yerde; kıyamda; rukûda ve rabbi ile münacaat halinde idi. Sabah namazının vakti girince sabah namazını eda edip, şöyle dua etmeye başladı. İlahi! İnsanlar sabahladı! Herkesin bir ihtiyacı var. Onların ihtiyaçlarını gider. Amir’in senden ihtiyacı ise onu bağışlamandır. İlahi! Senden üç şey istedim, iki tanesini verdin. Diğerini ise vermedin. İlahi! O üçüncü isteğime de icabet et ki hakkıyla sana kulluk edeyim. Sonra yerinden kalkıp, birliğin bulunmuş olduğu yere yöneldi. Bir anda benim kendisini bu gece izlediğimi fark etti, son derece üzülüp tedirgin oldu. Bana; Ey Basralı Kardeş! Sen beni bu gece izliyor muydun? dedi. Bende evet dedim. Bu gece gördüklerini gizle Allah’ta senin ayıp ve kusurlarını gizlesin dedi. Ben de; Ya bana Allah’ tan istemiş olduğun o üç şeyi haber vereceksin. Ya da bu gece gördüklerimi insanlara anlatacağım. Bana, yapma bunu, ne olur kimseye söyleme, deyince bende şartımı tekrardan söyledim. Israrlı olduğumu görünce; Bana; Anlatacağım şeyleri kimseye söylemeyeceğine dair Allah adına söz vereceksin. Bende; Sen yaşadığın sürece anlattıklarını kimseye söylemeyeceğime dair söz veriyorum. Amir; Kadın fitnesinden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmazdım. Allaha; kalbimden kadın sevgisini almasını istedim. Rabbimde icabet etti. Öyle ki; Bir kadın ile bir duvar görmenin arasında hiçbir fark yoktur. Allah’tan; Kendisi dışında hiçbir şeyden korkmamayı istedim. Rabbim icabet etti. Öyle ki; Yeryüzünde ve gökyüzünde ondan başka hiç kimseye karşı korkum kalmadı. Allah’tan; benden uykuyu gidermesini istedim. Ta ki gece gündüz kendisine ibadet edeyim. Buna ise icabet etmedi. Ben bunları işitince kendisine dedim ki: biraz kendine acısan gündüz oruçlu geceleri namazla geçiriyorsun. Hâlbuki arzuladığın cennete yaptıklarında daha az bir şey yapmakla ulaşılabilinir. Amir pişmanlığın fayda vermediği zaman pişman olmaktan korkarım. Allah’a yemin olsun ki; ibadet etmeye güç yetirebildiğim kadar ibadet edeceğim, şayet kurtulursam Allah’ın rahmeti ile, ancak cehenneme gidersem buda kendi kusurlarımdan dolayıdır. (1)

Allah sana rahmet eylesin ey Amir! Sen ebedi kalacağın bir diyara hazırlığını yapmaya çalışıyorsun. Bitmeyecek sonsuz diyara…! Bütün bunlarla beraber Allah azze ve cellenin nimetlerine karşı kusur ve eksikliğini itiraf ederek…! Allah yolunda Cihad’ta etsen, gecenin hepsini namazla  gündüzlerinide oruçla da geçirsen yaptıklarının Allah’ın insan üzerindeki nimetlerine karşılık okyanusta bir damla olmadığını çok iyi idrak etmiştin. Rabbim bizleri, ahirete yakinen iman eden ve ölümden sonrası için hazırlık yapanlardan eylesin. Selam ve Dua ile…

————————————-

1) Rafet el-Başe, Suverun Min Hayatı Tabiin, s.31-32.