Hadisi Şerif – Ali Yücel / 2014 Haziran / 19. Sayı
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ifadesi ile “Yüce ve mübarek bir ayın gölgesi üzerimize düşmüş”(1) bulunmaktadır. Her yolculuğa yapılan hazırlık ve kontroller gibi bu manevi yolculuk için de hazırlıklar yapmalı ve yolculuğun istenilen doğrultuda tamamlanması için gerekli kontrolleri ihmal etmemeliyiz. İslam dünyasının ve müslümanların içinde bulunduğu bunca hengame ve kargaşa içersinde, selamet durağına varması ve insanlık için deruhte etmesi gereken önderlik vazifesini hakkıyla ifa etmesi, Rabbi ile olan bağının istenilen düzeyde olması ile alâkalıdır. Bunun için de Ramazan ayı kaçırılmaması gereken fevkalâde bir fırsattır. Gönüllerimizi siyah noktalarla kasvetli bir kömüre çeviren ve neredeyse tutuşmasına vesile olacak olan günahlarımızdan arınmak için fırsat… Kendisine karşı hukukumuzu tam bilmediğimiz alemlerin Rabbini tanımak için fırsat… Oruç ibadetinin sıradan bir diyet programı olmayıp yüce manaları muhtevi olduğunun farkına varabilmek için fırsat… Mukabelelerin rida ve cübbelerden riya dökülsün diye yapılmayıp Kur’an’ın hayatımıza müdahale etmesi gerektiğini öğrenmemiz için fırsat… Kadir Gecesi’ni TV karşısında öldürmek yerine yaklaşık 84 yıla tekabül edecek bir ibadet ganimeti olduğunu hissetmek için fırsat… Dünya sevgisi ve tamahın bürüdüğü duygular alemine manevi bir gem vurmak için fırsat… Günah ve isyanlarla zincirlenmiş hayır amellerine ulaşma gayret ve himmetini azat etmek için fırsat… Ve yaradılış maksadımız olan, Rabbimizi razı etmek için kaçırılmaz fırsat…
Ramazan için yapılan hazırlıklar içerisinde ilk olarak kendimizi hesaba çekelim. Ramazan deyince ne geliyor aklımıza bir düşünelim. Mükellef sofralar mı yoksa iftar mı? Günahlarla bezenmiş sözüm ona “Ramazan eğlenceleri” mi yoksa günün her anı ibadetle bürünmüş bir zaman dilimi mi? “Şu kadar susadım, bu kadar acıktım” muhabbetleri mi, cennet-cehennem, hesap-kitap-sırat-mizan sohbetleri mi? Oruç tutturulan dil mi yoksa oruç kalkanını delik deşik eden dil mi?
Öyleyse öncelikle Ramazan algımızı değiştireceğiz. Bize Ramazan’ı mübarek kılan Allah’ın istediği bir Ramazan düşüneceğiz. Uygulamasını tam manasıyla gerçekleştiremesek de Hz. Peygamber’in yaşadığı gibi bir Ramazan düşüneceğiz. Ramazan deyince aklımıza sahabe-i güzin gelecek. Fedakârlıkları, cefakârlıkları, kararlılıkları, ihlâsları ve takvaları gelecek. Kendi istek ve arzularımıza göre şekillenmiş bir Ramazan değil, Kur’an-ı Kerim’in kendisinde indiği, insanların yaşantılarında inanılması güç değişimlere vesile olan Ramazan ayı gelecek aklımıza. Niyetimizi tashih ettiğimiz gibi Ramazan algımızı da tashih edeceğiz. Bunu yapmak için gereken adımları gevşeklik göstermeden atacak, gereken fedakârlıkları yapmaktan geri durmayacağız. İşte o zaman Ramazan, Ramazan olur, bayram da bayram.
Ramazan ayı için atılacak ilk ve en önemli adım samimi bir tövbedir. Tövbe etmek için Ramazan’ı veya Kadir Gecesi’ni bekleyemeyiz zira ecel denilen keskin kılıcın bizi Ramazan ayına ulaşmadan dünyadan ayırmayacağına garantimiz yok. Onca günah için ve bu günahların ahirette bize hazırladığı korkunç son için düşünmeye, af dilemeye, tövbe etmeye ne kadar da ihtiyacımız var. Bütün günahların öğütülebileceği bu mübarek ay için samimi tövbe idmanlarına ne kadar da muhtacız. Sinemizdeki kasvetli karanlıkların mağfiret cilasıyla cilalanıp aydınlanması için ne çok çalmalıyız tövbe kapısını. Mağfiret ummanın da kulu yüzdürecek yegâne vesilelerden olan tövbe ne kadar da uzak hayatımızdan. Nice kullara en ulvi makamları kazandıran tövbe makamına ne kadar da yabancıyız. Amel defterinin hangi taraftan verileceğini bilemeyen biz aciz kullar, neyimize güveniyoruz, günahlarımızı affettirecek hangi manevi tiryakı kullandık hayatımızda? Kimi zaman o kadar vurdumduymaz oluyoruz ki, yaptığımız tövbeler bile tövbeye muhtaç oluyor. O zaman, gelin Ramazan’da nefesimiz tıkanmasın diye şimdiden tövbe, istiğfar idmanı yapalım, alıştıralım dilimizi, bedenimizi tövbe etmeye. Yalvaralım rahmeti engin Rabbimize, rahmet nebisi gibi: “Allahım! Günahlarımı, bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı, haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla! Allahım! Ciddî ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, ölçüsüz bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle!”(2)
Ramazan ayının manevi yolculuğunda sağlıklı bir yolculuk yapmak ve maksada ulaşmak için dikkat edilmesi gereken bir diğer husus “Gece Namazı-Kıyamı”dır. Dinimizin ilk emri “Oku” emrini ihmal ettiğimiz gibi ikinci emri olan “Kıyama dur” emrini de, ne acıdır ki ihmal ettik. Müslüman fatihlerin fetihler için vesile kabul ettiği “Gece Namazı”ndan uzaklaştığımızdan beri hasret kaldık fetihlere. Hatta elimizdeki toprakları kaybeder olduk Rabbimizle aramızı iyi tutmadığımız için. Ömer b. Abdülaziz, bozulmaya yüz tutmuş bir toplumu “Gece Münacatı” ile tekrar ihya ederken “Gece Kıyamı”nı ihmal eden bizler öldürdük maneviyatımızı. Selahaddin-i Eyyubi’nin ordusu, “gece namazı” ile aralarken Kudüs’ün kapılarını, biz “gece namazı”ndaki gevşekliğimizle mahzun bakar olduk Mescid-i Aksa’ya. Âlemlerin Rabbi, “Oku, hazırlığını yap ve meydana atıl” buyururken biz takdir edemedik bize yöneltilen buyruğun ağırlığını. “Gece Kıyamı” ile kolaylaşacaktı ilahi buyruklar, mesuliyetin ağırlığına gece hazırlık yapanlar tahammül edebilecekti. Heyhat ki ne heyhat! Ramazan ayının kıyamı olan teravihten hissedar olmak isteyenler! Haydi, zaman amel zamanı, meydanda apışıp kalmamak için ilahi nusreti celbetme zamanı, topukları şişinceye kadar gece namaz kılan öndere ümmet olma zamanı. Haydi, zaman “Gece Namazı” zamanı.
Ramazan ayında olmazsa olmaz ibadetlerimizden bir tanesi de zikirdir. “Zikr”in indirildiği ayda Allah’ı gerektiği gibi zikir ne kadar da güzeldir. Hakkıyla övemeyeceğimiz Rabbimizi, övme gayretinde olmak, O’ndan haberdar olmak, O’ndan bahsetmek, O’nu zikretmek ne ulvi bir duygudur. Rabbimizi andığımız zaman O’nun bize karşılık vermesi ve bizi anması ne muhteşem bir makamdır. Allah’ı gerektiği gibi zikrederek münafıklık damgası yemekten kurtulmak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Rahman’ın zikrinden yüz çevirmeden O’na yönelerek şeytanların tasallutundan kurtulmak ne büyük bir kazançtır. Ateşte İbrahim’in, kuyuda Yusuf’un, karanlıklarda Yunus’un, sessizce Zekeriyya’nın, deniz kıyısında Musa’nın, çaresizlik kıskacında Yakub’un ve Eyyüb’ün silahını kuşanmak ne muhteşemdir. Meleklerle musafahalaşırcasına, onlar gibi nurani bir kisveye bürünerek Allah’ı zikretmek ne hoştur. Eyvah ki ne eyvah! Fikrimiz bozulunca zikrimiz, zikrimiz bozulunca fikrimiz bozuldu. “Çokluk bizi oyaladı” da zikrimiz dünya oldu, mal-mülk, yat-kat oldu. “Zikretmeyecek misiniz?”, “Benden bahsetmeyecek misiniz?” diye sorup dururken Kur’an, başka başka kitaplar zikrimiz oldu. Rahman’ı zikirden yüz çevirince kör olduk, hakikati bulamaz olduk. Rahman’ı zikirden yüz çevirmenin acı sonucu olan “dar geçimlere” düçar olduk. “Zikr”in indiği ay yaklaştı. Haydi sinesi yanıklar zikirle kuşanmaya, rehberiniz olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e benzemeye, Rabbimizi hatırlamaya. Aksi takdirde, bu gün olduğu gibi yine fayda vermeyecek dualarımız, güzel neticelenmeyecek cihatlarımız, kabul olmayacak namazlarımız. “Allahım! Seni gereği gibi zikretmek, Sana hakkıyla şükretmek ve Sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et, yardımını esirgeme ya Rabbi!”
Ramazan öncesi yapılması gereken hazırlıklardan bir tanesi de; dili kontrol etme gayretidir. Çünkü azalara istikamet vermeyen oruç, kul için açlık ve susuzluktan öte bir şey ifade etmemektedir. O sebeple sahip olmalı dilimize, kontrol altında tutmalı, kendisinden sadır olan sözlere esir olmamak için çaba sarf etmeli. Ne hazindir ki, ameli söze efendi kılan kutlu Nebi’nin ve selef-i salihi’nin, sözü amele efendi kılan ümmeti olduk, hep konuştuk durduk, fütursuzca kullandık dil sermayesini, dillerimiz kılıç gibi keser oldu kardeşliğimizi. Şu kemiksiz et parçasından dolayı ne kadar insan yüzü koyun cehenneme sürükleniyor? Ne kadar afetlere sebep oluyor şu küçücük dilimiz? Nice evler yıkıyor, nice yuvalar dağıtıyor, nice canlara kıyıyor, nice mazlumun sebebi oluyor şu dilimiz. Dili ve edep yerini garanti edene cenneti garanti etmesi bu sebepten olsa gerek yüce Rasul’ün. Gıybet, yalan, iftira, lakap, alay, sövme, lanet, hakaret, minnet, yalancı şahitlik, böbürlenme, hile, aldatma ve bunlardan başka daha nice günahlara düşürmektedir dilimiz bizi. Sahip olmalıyız dilimize, deldirmemeliyiz oruç kalkanını. Cehenneme siper olan orucumuz, yenilmesin dilimize. Gelelim artık kendimize, cennete gireceğimiz “Reyyan Kapısını” kapatmayalım dilimizle. Bize sövene bile vermeyelim karşılık, “Ben oruçluyum, dilim oruçlu” deyip geçip gidelim. Maharetin konuşmakta değil susmak da olduğunun artık farkına varalım. Söz gümüş ise sükutun altın, inci, mercan olduğunu unutmayalım. Hatırlayalım artık Kirâmen-Kâtibin’i. Farkında olalım ağzımızdan çıkanların kaydedildiğini. Kayıtların deşifre edileceği kıyamet gününde mahcup olmamak için mahcup edelim nefsimizi. Ne olur istikamet verelim dilimize. Ya Rabbi! Dilimle işleyeceğim hataların şerrinden Senin sonsuz rahmet ve azametine sığınıyorum, Sen beni koru Allahım!
Muhakkak daha bir çok vazifemiz var Ramazan öncesi, sadakaya alıştıracağız kendimizi. Hatırlayacağız kardeşlerimizi. Paylaşacağız ekmeğimizi. Daha şimdiden takdir edeceğiz Kadir Gecesi’nin kadrini. Alıştıracağız her türlü ibadete kendimizi. Gözden geçireceğiz tilavetimizi. Ve yeniden inşa edeceğiz benliğimizi. Ramazan gelmeden Ramazan’a çevireceğiz hal ve hareketlerimizi. Ahiretimizin bayram olmasını istiyorsak Ramazan şekillendirecek hayatımızın her anını, dakikasını ve saniyesini. Rabbim, Ramazanla ihya olan kullarından eylesin bizleri.
Ramazan vazifelerinden bir tanesi de; ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Rasul-ü Zi-Şan efendimizin Ramazan tasavvurunu iyi bilmektir. Rasulullah’ın Ramazan tasviri ile alakalı en meşhur hadislerinden birini burada aktarmayı bu açıdan faydalı mülahaza ediyoruz. Selman-ı Fârisî radıyallahu anhu diyor ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize Şa’ban ayının son günü bir hutbe îradetti ve şöyle buyurdu:
“Ey Müslümanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde “bin aydan daha hayırlı” olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır. Bu ay, Allah azze ve celle’nin, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı bir aydır. Bu ayda kim bir hayır işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır. Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır. Bu ay, müminin rızkının arttığı bir aydır. Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”
-“Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir” dediler. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su yada bir içim süt ile iftar ettirene de verir. Bu ay, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden azat eder. Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz, ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz; lâ ilâhe illallâh diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız iki şeye gelince; Allah’tan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir. Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.”(3)
Son olarak Ramazan ile ilgili vazifemiz, hakkını eda ettiğimizde bize muştu olarak verilen şu haberdir: Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah sallalllahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu: “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”(4)
Rabbim, bizleri günahsız bir şekilde katına alsın, Ramazan ayını mağfiretimiz için bir vesile kılsın. (ÂMİN)
——————————————-
1. İbn Huzeyme, Sahîh, 3/191-192. (Hadis no: 1887) İbn Huzeyme rivayeti, “Eğer haber sahihse” kaydı ile aktarmaktadır. Kitabın muhakkiki M. Mustafa el-A’zami, rivayetin senedinin zayıf olduğunu belirtmektedir.
2. Buhârî, Daavât 60. Müslim, Zikir 70
3. İbn Huzeyme, Sahîh, 3/191-192. (No: 1887) İbn Huzeyme rivayeti, “Eğer haber sahihse” kaydı ile aktarmaktadır.
4. Buhârî, Îmân 28, Savm 6. Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1, Savm 57. Tirmizî, Savm 1, Cennet 4. Nesâî, Sıyâm 39. İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33.