Rabbani Âlim Ve Hikmetli Davetçi Üstad Hasan En-Nedvi

Önderlerimiz – Hüseyin Kalender / 2014 Nisan / 17. Sayı

Hamd; İnsana bilmediğini öğreten, sayısız nimetleriyle insanı donatan, eşsiz sanatıyla kendisini tanıtan, kendisini tanıyıp iman edenleri dünya ve ahiret sultanı yapan Allah’a mahsustur. Salât ve selâmların en güzel ve temiz olanı, insanlar içerisinde Allah’ı en iyi tanıyan, tanıdığı ve sevdiği zatı her şeye tercih eden gönüller sultanı Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine; tertemiz kanlarını İslam ve iman ağacını sulamak için, pınarlar yapan sahabe, tabiin ve onlara güzellikle tabii olan tüm muvahhidlerin üzerine olsun.

Şüphesiz insanlık kervanı Hz. Âdem aleyhisselam’den başlayarak, kıyamet saatine kadar akıp gidecektir. Bu kervanın içinde yolda kaybedenler olduğu gibi, kazananlar da olacaktır. Bu kervanın içinde en kazançlı olanlar Peygamberlerdir. Daha sonra bu Peygamberlere en çok benzemeye çalışanlardır. Allah azze ve celle her bir kervan için, bir rehber ve nûmune olacak bir Peygamber göndermiştir. İşte bu ümmetin model ve rehberi de Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Ümmet içerisinde kim ne kadar bu Peygambere, sözlerinde, davranışlarında ve uygulamalarında uymaya çalışırsa, işte o Allah katında yücelir ve yükselir. Üstad Ebu’l Hasan en-Nedvi’yi de yücelten ve yükselten en büyük sebep onun Muhammedi olmasıydı. O öyle bir hayat yaşadı ki; vefat ettiğinde ineklere tapan Hindular dahi onun ölümüne ağladılar. Bu, onun Allah azze ve celle ve insanlar nezdindeki değerinin ne kadar büyük olduğunu gösteren bir alamettir. İslam şehidi Seyyid Kutup onun hakkında der ki; “Ebu’l Hasan en-Nedvi….Ben onu taşımış olduğu Müslüman kişiliğinden ve yazmış olduğu kitaplarından tanırım. Ben onda Müslümanca düşünen bir akıl ve tertemiz bir kalp gördüm. Onu; İslam için yaşayan ve İslam’ı çok güzel bir şekilde anlamış biri olarak tanırım. Bu Allah için bir şahitlik olup, onu eda etmek istedim.”

Belki Ebu’l Hasan en-Nedvi’yi çağdaşlarından ayırt eden en önemli özelliği onun ümmetçi biri olmasıydı. Kendisi bid’at ve hurafelerden arınmış tasavvufi bir meşrebe sahip olmasına rağmen, İbn Teymiyye’nin hayatıyla alakalı çok güzel bir kitap kaleme aldı. O bütün Müslümanları bir ümmet ve kardeş olarak görüyordu. Onun şiarı; kendisini çok sevdiği ve takdir ettiği Hasan el-Benna’nın şu sözü idi: “Gelin Müslümanlar olarak ittifak ettiğimiz meselelerde birbirimize yardım edelim, ihtilaf ettiğimiz hususlarda ise birbirimizi mazur görelim.” Ebu’l Hasan en-Nedvi 86 senelik ömrünü İslam’a ve Müslümanlara hizmette geçirdi. O bazen medreselerde ders veren bir müderris, bazen de İslam beldelerinin değişik yerlerinde insanları İslam’a çağıran bir davetçiydi. Dili ile İslam’a hizmet ettiği gibi, kalemi ile de Müslümanlara yol göstermeye çalıştı. Şimdi sizi onun hikmet ve öğüt dolu hayatı ile baş başa bırakıyorum.

HİZMET VE HİKMETLE GEÇEN BİR HAYAT

Ebu’l Hasan en-Nedvi, miladi takvime göre 1914’te Hindistan’ın “RayiBerli” kasabasında doğdu. Üstad Ebu’l Hasan doğduğunda, Hindistan iktisadi, siyasi ve içtimai olarak İngilizlerin sömürüsü altındaydı. Üstad Hasan en-Nedvi, baba ve annesi tarafından nesebi, Peygamber (s.a.v)’in torunu olan Hz. Hasan’a dayanır. Babası Hindistan’da ilim ve takvası ile meşhur bir zattı. Hindistan’ın tarihi ve Hindistan’ın uleması ile alakalı sekiz ciltlik bir kitap yazmış derin bir tarihçiydi. Annesi zühd, takva, zikir, fikir ve öğrendiği şeylerle amel etme bakımından zamanın ender hanım efendilerindendi.

Üstad Nedvi, annesi ile alakalı bir hatıratında şöyle der:“Ben bir şeyler anlama ve yazma yaşıma ulaştığımda annem bana şöyle nasihatte bulundu: Yavrum! Ne iş yaparsan yap Allah’ın ismini anmadan işine başlama. Dilin sürekli şu dua ile ıslak kalsın; Allah’ım! Salih kullarına verdiğini bana da ver. Manaları çok yüce olan bu Salih kelimeleri, aradan uzun zaman geçmesine rağmen hala hatırlarım.” Ne güzel terbiye edici bir anne! Anne çocuğun ilk öğretmeni ve hocasıdır. Annenin çocukların yetişmesinde ve yönlendirmesinde çok büyük bir payı vardır. Bunun için denilir ki; yuvayı dişi kuş yapar. Bu sebeple annelerin çocuklarını yetiştirme hususunda çok hassas olmaları gerekir. Üstad Hasan en-Nedvi daha dokuz yaşında iken babası vefat eder. Onun terbiye ve eğitimiyle büyük abisi ilgilenir. Üstad en-Nedvi zamanındaki okullarda okuyup, son olarak nedve-tül uluma’dan mezun olur. Ahmed Şirbasi, selefi salihinden en çok kimin hayatından etkilendiğini sorduğunda: “Ahmed b. Hanbel, Şehyul İslam İbn Teymiyye, Ahmed es-Serhandi, Şah Veliyullah ed-Dehlevi ve Ahmed İrfan eş-Şehid’din hayatından etkilendiği söyler. Bunların içerisinde özellikle Ahmed İrfan eş-Şehid’in hayatından çok etkilenmiştir. Ahmed İrfan eş-Şehid Hindistan da anayasası Kur’an ve sünnete dayalı İslami bir hükümet kurar. Ancak İngilizler bu İslami hükümete tahammül edemeyip, ona karşı amansız bir mücadeleye girişirler. Fazla zaman geçmeden Ahmed İrfan şehit edilip, bu İslami hükümette yıkılır. Ahmed İrfan eş-Şehid, kendisine tabii olan kimseleri mükemmel bir şekilde eğitirdi. Şu tablo ona tabi olan kimselerin durumlarının ne şekilde olduğunu net bir şekilde gözler önüne seriyor; Bir gün Paşaver şehrinde talebeleri Allah yolunda cihad ederken; oranın halkı onlara der ki; “Gözleriniz görmüyor mu? Uzun zamandan beri ailenizden uzak olmanıza rağmen bir defa bile olsa yabancı bir kadına bakmadınız.” Onlarda der ki; “Hayır, gözlerimiz görüyor. Ancak biz Ahmed İrfan eş-Şehid’in talebeleriyiz. O bize şu ayetle nasıl amel işleyeceğimizi öğretti: “Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan korusunlar.” İşte bundan dolayı biz, bize haram olan bir bayana bakmıyoruz.” Bu ne güzel bir mürebbi! Bu ne güzel terbiye! Allah, Ahmed İrfan eş-Şehid’e ve ona güzellikle tabii olanlara rahmet ile muamele etsin.

ŞEHİRLERE DAVETÇİ GÖNDERMESİ

Elli iki senesini Peygamber şehri olan Medine-i Münevverede geçiren, Üstad Ali Ulvi kurucu “Hatıralarım” adlı eserinde üstad en-Nedvi ile alakalı olan hatırasında şöyle der: “Üstad Hasan en-Nedvi 1949’da hacca geldiğinde, talebelerinden Abdurreşid isminde bir genci, Hindûları İslama davet etmek, dava için çalışmak üzere Delhi’ye gönderiyordu. Veda gecesi çocuk ağladı. Abdurreşid, sevdiğim bir arkadaşımdı, bende o gece orada bulunuyordum. Üstad en-Nedvi sordu: “Niçin ağlıyorsun, ayrılıyorum diye mi ağlıyorsun?” “Efendim, ayrılıyorum diye ağlamıyorum. Sizi hem hocam, hem babam, hem de ruhumun enîsi diye biliyorum. Sizinle çalışmak bana çok rahatlık veriyor. Asıl şunun için ağlıyorum ki, koskoca Delhi şehrinde beni kim dinler? Benden daha muktedir kimseler var. Bilgi ve kültür seviyeleri benden daha fazla olan… “

Abdurreşid böyle deyince, Ebu’l Hasan şunları söyledi; “Kardeş, günlerden beri tereddüt içerisindeyim. Kimi göndersem diyorum. Karşıma sen çıkıyorsun. Kimi göndersem diye düşünen; gönlüme sen doğuyorsun. Bunda bir hayır var…” “Beni kim dinler, Koskoca Delhide”diyorsun. Hayat ve kâinattaki herşeyi mukaddes ölçüler çerçevesinde değerlendiren sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, seyyidina Ali’yi bir kabileye hatip olarak, mübelliğ olarak, davayı anlatsın, onları İslam’a davet etsin diye göndermek istemişlerdi. Hz. Ali radıyallahu anh’da aynen senin yaptığın gibi “Ya Rasulallah, ben yapayalnız bir insanım. Orada benim sözümü kim dinler, ben ne yaparım” demişti. Her yaraya merhem olan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Ya Ali, bir kimsenin hidayetine vesile olman, senin dünya servetini kazanmandan ve onu Allah yolunda harcamandan daha hayırlıdır.”

Oğlum! Hz. Ali radiyallahu anh’ın yaptığı gibi yapacaksın. Oraya gidip insanları İslam’a davet edeceksin. Yalnız senden rica ediyorum: “sohbet ettin, konuşmalar yaptın, vaazlarda bulundun fakat kabul etmediler, ret gördün, hüsn-i kabul görmediğin zaman onlara kızmayacaksın. Kendine kız; evine gel, guslet, iki rekat namaz kıl; tevbe et, de ki; “Allah’ım! İslam kabul edilmeyecek, inanılmayacak bir dava değil, fakat benim günahlarım mani oluyor… Ya Rabbi günahlarımı affet, sözüme tesir ver, halime İslam’ın cazibesini ihsan eyle ki, sadece sözümle değil halimle de beni bilsin ve tanısınlar…”

Bu genç, yani Abdurreşid üç sene sonra hacca geldi. Yanında Hintli ve sih gençleri vardı. İslam’ı kabul etmişlerdi. Abdurreşid arkadaşlarını tanıttı. Çok yüksel tahsilli ve varlıklı aile çocuklarıydı. Kendisine o günkü endişeli halini hatırlattım. Şöyle cevap verdi; “Eğer o gün üstad Hasan, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hz. Ali’yi irşad için göndermesi hadisesini anlatmamış olsaydı, ben yine çok ağlayacaktım. İşi çok büyük görüyordum. Delhi dediğimiz bir deniz ve derya, ben havuzda yüzmeyi beceremeyen insan, denize nasıl girer, diye korkmuştum. Fakat Elhamdülillah, Mevla bana bu kabiliyetli kardeşlerimi kazandırdı…” (Hatıralar, c.3 s.212)

NASIL YAŞARSAN ÖYLE ÖLÜRSÜN

Üstad Hasan en-Nedvi, sünnete aşırı derecede bağlı biriydi. Cuma günü Kehf süresini okumak sünnet olduğundan dolayı, 10 yaşından itibaren Kehf Suresini okumadan Cuma namazını kılmazdı. 12 yaşından itibaren de Ramazan ayının son 10 gününü sürekli itikâfa girerek geçirirdi. Sene 1999 ve Ramazan ayının 23. günüydü. Cuma namazı için gusül abdestini alıp, tertemiz elbiselerini giyerek itikâfta kaldığı mescidindeki yerine yöneldi. Âdeti olduğu üzere Kehf Suresini okumak için talebesinden mushafının getirilmesini istedi. Talebesi mushafı getirene kadar, o da ezberinden Yasin süresini okumaya başladı. Yasin süresini okuduğu esnada, mukadder olan ölüm gelip tertemiz ruhunu Rahman’a çıkardı. Bu, bir çok güzelliği bir arada bulunan ne güzel bir ölüm!

Şu koca kâinatın sistem ve nizamını tasarrufun da bulunduran izzet ve celal sahibi olan Allah’tan niyazım; Bizlere de İslam için yaşanmış bir hayat ve iman üzerine bitecek olan bir ölüm nasip etmesidir. Ey şanı yüce olan Allah’ım! Senin buna gücün yeter ve sen her şeye kadirsin. Allahumme Âmin.

(Ebu-l Hasan en-Nedvi, Yay. Daru-l Kalem, s. 23-200)