Puta Tapıcılığın İçerdiği Anlam

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2024 Şubat / 135. Sayı

Farsça bir kelime olan put, toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne, tahtadan, taştan, topraktan yapılmış tapınacak şey, gibi anlamlara gelmektedir. Genellikle canlı bir varlığı, özellikle insanı gösteren bu objelere aşırı saygı duyup onlardan insanüstü bazı beklentiler içerisinde olmaya da putçuluk denilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, putperestliği şirk, Allah’a ortak koşanları da müşrik olarak nitelendirmiştir. Kur’an’a göre şirk, Allah’ın asla bağışlamayacağı en büyük günah ve büyük bir zulümdür.

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.”[1]

“Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”[2]

Kur’an’da, müşriklerin Allah’a ortak koştukları putlar, kimseye faydası veya zararı dokunmayan şeyler olarak vasfedilir.

“(Ey Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da sizin için ne bir zarara ne de bir yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”[3]

Ayrıca onlar, hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılmış olan; kendilerine bile fayda veya zarar veremeyen, öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen varlıklardır.

“(Kâfirler) O’nu (Allah’ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.”[4]

Bu putların hepsi bir araya gelse dahi bir sinek bile yaratamayan, hatta sineğin kendilerinden kaptığı bir şeyi ondan kurtaramayacak kadar âciz varlıklar olarak nitelenir.

“Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.”[5]

Putlara tapanlar da aynı şekilde âciz ve zavallı olup derin bir sapıklık içindedirler. Müşrikler putlara “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz”[6] diyen ve “Allah’ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara tapan kimselerdir: Onlar bu putlar için: “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” derler.[7]

İşte bu sebeple bu putlara taptıklarını, atalarının da onlara taptıklarına şahit olduklarını söyler ve Allah’ın istememesi halinde atalarının da kendilerinin de onlara tapmayacaklarını ileri sürüp kendilerini mazur göstermeye çalışırlar.

“Allah’a eş koşanlar: “Allah dileseydi O’ndan başka hiçbir şeye ne biz ve ne de babalarımız tapardı. O’nun buyruğu olmaksızın hiçbir şeyi haram kılmazdık” dediler. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife düşer?”[8];

“Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz bunlara kulluk etmezdik” derler. Buna dair bir bilgileri yoktur; onlar sadece vehimde bulunuyorlar.”[9]

Putperestliğe meyletmenin muhakkak pek çok sebebi vardır. Ancak en önemli sebep putperestlerin Allah’ı şanına yaraşır biçimde tanıyamamaları, böylece tevhid inancını koruyamamalarıdır.

“Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Nitekim “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?” Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediğiniz şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Rasûlüm!) Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar!”[10]

Yüce Rabbimiz, peygamberleri aracılığı ile “Tehvid” inancını yani sadece bir olan Allah’a iman esasını getirmiştir. Bütün peygamberler, toplumlarına Allah’tan başka kulluk edilecek bir ilâhın bulunmadığını, kendilerinin de Allah’ın elçileri olduklarını bildirmişlerdir. Peygamberlerin davetini kabul edenler tevhid çizgisinden ayrılmamış, daveti kabul etmeyenler veya peygamberlerini bulundukları konumdan farklı konumlara çekerek onlara başka fonksiyonlar yükleyenler yollarını şaşırmışlardır.

Ne gariptir ki beşer birinin peygamberliğini/risaletini kabullenmeyen ve bir türlü hazmedemeyen bu garip mahluklar, iman etmemelerine bahaneler arayarak onların kendileri gibi bir beşer olduklarını söylemişlerdir.

“İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir beşerî mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.”[11]

Allah’ın gönderdiği peygambere itaat etmemek suretiyle inkârlarına bahane olarak onların beşerî vasfını bahane eden bu garip putperestler diğer kimseleri de şu sözlerle iman etmekten alıkoymuşlardır.

“Eğer benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz.”[12]

Ancak yine aynı mahluklar kendileri gibi beşer olan bazı kimseleri sırf menfaatleri uğruna yüceltmiş, onları kendilerinden çok üstün görüyormuşçasına onlara değişik manalar vermiş, onları kendilerinin biricik önderi, rehberi, hayatta kalmalarının ve varlıklarının devamının yegâne sebebi kabul ederek bu putlarına ilahi bir mana yüklemişlerdir.

İlahi iradeyi temsil eden bir peygambere sırf insan olması hasebiyle itaat etmeyen bu garip zümreye mensup inkarcılar her nedense heva ve hevesine tabi olan bir başka beşere itaat etmeyi ise bir hüsran vesilesi olarak görmemiş, bilakis canı gönülden seve seve onlara kullukta yarışır olmuşlardır.

Ancak şu da gözden kaçmamaktadır ki; nasıl ki zamanında sözde bu putlarını çokça yücelten müşrikler acıktıklarında helvadan yaptıkları bu putlarını bir güzel afiyetle yiyip onların kutsiyetlerini göz ardı ediyor idi ise bugünün müşrikleri de bırakın acıkmayı ve zorda kalmayı, canları her istediğinde arkalarına sığındıkları bu kutsal putlarını! yemekte bir an olsun dahi tereddüt etmemektedirler. Başları sıkıştıkça bağlılıklarını haykırdıkları ilahlarını kendi çıkar ve maslahatları söz konusu olduğunda hiç düşünmeden afiyetle yemekte, kutsiyetini çiğnemekte ve ezip yerle bir etmekte bir sakınca görmemektedirler.

Görüldüğü üzere zihniyet aynı zihniyettir. Putperestliğin başladığı zamandan beri hiç değişmemiştir. Bu putlar fayda verdiği, cebi doldurup zengin ettiği, üstünlük ve ayrıcalık kazandırdığı müddetçe bunlar daima ön plana çıkarılıp sözüm ona kutsal kabul edilir, ancak ne zaman menfaatler zarar görmeye başlasa ya da her ne zaman acıkıp susasalar işte o an, onları bir lokmada mideye indirmeyi de asla ihmal etmezler.

Müşriklerin zihniyeti tarih boyunca hep böyle olmuştur. Mekke’de ticaretlerinin kesada uğramasından korkan müşrikler her güne bir tane düşen 360 puttan elde ettikleri gelirin azalmasından korkarak fakirlik korkusuna düşmüşler, bir tek ilahın onların ekonomilerine ve kazançlarına zarar vereceği duygusuna kapılarak maddi korkuları sebebiyle iman etmeye yanaşmamışlardı. Aynı şekilde bu ilahları tekelinde tutan sözüm ona bu ayrıcalıklı kitle, sıradan diğer insanlarla aynı seviyede olmayı bir türlü sindirememiş bu ayrıcalıklarının devam etmesini umarak iman etme şartlarının öncesinde yine özel muamele talebinde bulunarak farklı olmayı istemişler, bu istediklerini bulamayınca da İslâm’a en kindar kişilerden olmuşlardır.

Bu üstün olma veya ayrıcalıklı olma isteği her müşrik kişinin nefsinde arzu ettiği bir durumdur. Bu sebeple de onların İslam’a boyun eğmesini ve teslim olmalarını beklemek bu necis arzularını İslam fıtratına çevirmedikleri müddetçe gerçekleşmesi mümkün olmayan muhal/imkânsız bir durumdur.     

PUTÇULUĞUN ORTAYA ÇIKMASI

Putçuluk, ölümü mukadder olan bir varlığa ölmeyecek hissi uyandırılmak istenmesinden ortaya çıkmıştır. Putperestliğin ortaya çıkışı Hz. Nuh aleyhisselam’ın zamanının sonrasına kadar gitmektedir. Hz. Nuh aleyhisselam’ın döneminde toplumca saygı duyulan salih kişilerin, kısa aralıklarla vefat edip bu dünyadan ayrılmalarına çok üzülen insanlar onların aralarından ayrılmalarına alışamadılar. Bunun üzerine olaya şahit olan bir heykeltraş, sevilen o kişilerin heykellerini yapabileceğini böylece özlemlerini azaltabileceklerini söyledi. Sevdiklerinin özlemlerini gidermek için yapılan objeler, daha sonra herkesin sevdiklerinin birer suretini yapıp onu saygı ve tazimle anmalarını beraberinde getirdi. Zaman içerisinde bu insanların suretlerine, resim ve heykellerine saygı ve tazim, ibadet boyutuna kadar uzandı.

Arap yarımadasına putçuluk, Huzaalı Amr b. Luhay tarafından Şam civarından getirilmiştir. Mekke’ye Amr b. Luhay tarafından Şam’dan getirilen bu putun “Hubel” putu olduğu konusunda rivayetler de vardır. Araplar, Amr b. Luhay’ın ortaya çıkışına kadar tek tanrı inancına sahipti. Rivayete göre Amr b. Luhay kutsal evin bekçiliğini üzerine almış, sonra da ağır bir hastalığa tutulmuştu. Kendisine Suriye’de Belka denilen yerde şifalı bir pınar bulunduğu, oraya gitmesi halinde iyileşebileceği söylenince oraya gitmiş, yıkanmış ve iyileşmişti. Bu arada yöre halkının putlara taptığını görmüş ve buradan aldığı bazı putları Mekke’ye götürerek Kâbe’nin çevresine dikmişti. Bu putlardan biri de Hubel idi.[13] 

Hicaz bölgesi Araplar’ının putperestliğine dair bir başka rivayet ise şöyledir: Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’in soyundan gelenler Mekke’yi doldurarak Amâlikalılar’ı oradan uzaklaştırdılar. Fakat zamanla kendi aralarında çıkan kavga ve çekişmeler yüzünden bir kısmı başka yerlere göç etti. Bunlar, Kâbe’ye olan saygılarından dolayı yanlarında kutsal bölgeden birer taş götürüyordu. Konakladıkları yerlerde o taşı bir yere koyup Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi onu tavaf ederlerdi. Böylece asıl dinlerini unutup putlara tapmaya başladılar.[14]

İşte bu durum insanların İbrahimi inançtan sapmalarına vesile olmuştur. Putlar, kendilerine daha iyi sahip çıkılmasını sağlamak için her kabileye ayrı ayrı verilip Kâbe’ye yerleştirilmiş böylece her kabilenin kendine ait özel bir putu olmuştur.

Hz. İbrahim’den sonra onun soyundan gelen Nebâtiler başta olmak üzere diğer belli başlı milletler arasında da putçuluk geleneği devam etmiştir. Kendilerine kitap gönderilen İsrailoğulları da Mısır esaretinden sonra geldikleri Filistin topraklarında yerleşik halka özenerek Hz. Musa’dan kendilerine bir ilah/put yapmasını istemişler, Allah’ın elçisinin şiddetli muhalefetine rağmen O’nun Tur dağına çağrıldığı kırk günlük süre içerisinde Samiri’nin yaptığı buzağıya tapmaya kalkışmışlardır. Allah tarafından onların bu sapkınlıkları en üst perdeden bütün açıklığı ile şöyle zikredilmiştir:

“Samiri (ateşe atıp erittiği mücevherlerden) böğürme sesi çıkaran bir buzağı heykeli yapıp İsrail halkının huzuruna çıkardı. Ardından Samiri ve ona uyanlar, “işte bu” dediler, “Bizim de Musa’nın da gerçek tanrısıdır. Ne var ki Musa gerçek tanrısını unuttu; (Sina dağına onu aramaya gitti.)[15]

Kur’an-ı Kerim’de üç ayrı ayette dokuz putun ismi geçmektedir. Bunlar; Vedd, Suva, Yeus, Yeuk, Nesr, Lat, Menat, Uzza ve Ba’l putlarıdır. İlk zikredilen beş put, Hz. Nuh döneminde salih kimseler kabul edilip onlara tazim için zamanla heykel yahut büstleri yapılıp tapılır duruma gelenlerdir.

Nakillere göre Amr b. Luhay tarafından Mekke’ye getirilerek değişik kabileler tarafından zaman içerisinde ibadet edilmeye başlanılan işte bunlardır. Bu putlara Kur’an-ı Kerim’de şöyle atıf yapılmaktadır: “O şımarık zenginler halka, “Tanrılarınızı asla terk etmeyin. Hele de Vedd, Suva, Yeus, Yeuk ve Nesr adlı putlara bağlılıktan vazgeçmeyin” dediler.”[16]

Kur’an’da ismi geçen diğer putlardan üçünün ismi ise Necm suresinde şöyle geçmektedir:

“(Ey Müşrikler!) Lat ile Uzza’ya ve şu üçüncü put olan Menat’a ne demeli?”[17]

Bu ayette geçen putlar Amr b. Luhay’ın Suriye’den getirdiği yukarıda geçen putların aksine Arapların kendi uydurdukları ve kendileri açısından daha bilindik putlardır.

Diğer ismi geçen put ise Hz. İlyas’ın ağzından kavminin sapkınlığının anlatıldığı ayette şu şekilde açıklanmıştır: “İlyas da elçilerimizden biriydi. O kavmine şöyle demişti: “Allah’tan hiç mi korkmaz, sakınmazsınız? Siz o mükemmel yaratıcıyı, sizin ve gelip geçmiş atalarınızın rabbi olan Allah’ı bırakıp Ba’l’e tapıyorsunuz, öyle mi?”[18] Ba’l kelimesi Yemence menşeli olup “sahip, rabb” anlamında kullanılmaktadır.

İslam öncesi Mekke tarihi ile ilgili kaynaklarda, özellikle de putların serüveninin anlatıldığı Kitabu’l-Esnam’da, diğer meşhur putların isimleri ve işlevlerinden bahsedilmektedir. Bunlardan bir tanesi ilk dönem kaynaklarında da çokça geçen “Hubel” putudur. Kâbe’nin içerisine yerleştirilenlerin en büyüğü olan Hubel, kırmızı akikten insan suretinde, bir kolu altından yapılmıştır.[19]

Diğeri de “İsaf” ve “Naile” putlarıdır. Rivayetlere göre Cürhümlülere mensup İsaf b. Amr ile aynı kabileye mensup Naile binti Süheyl ismindeki iki aşık Hacc için Mekke’de bulundukları sırada Kâbe’nin içerisinde yalnız kalmışlar ve yaptıkları zina sebebiyle orada taşlaşmışlardır. İnsanlara ibret olsun diye daha sonra İsaf’ı Safa, Naile’yi de Merve tepesine dikmişlerdir. Önceleri insanlara ibret olsun diye teşhir amaçlı dikilen bu putlar, puta tapıcılığın yaygınlaştığı dönemlerde aslının tam zıddına kendilerine ibadet edilen nesneler olmaya başlamıştır. Zaman içerisinde Kusay b. Kilab, bu putları Kâbe’ye yaklaştırarak zemzem kuyusunun yanına koydurtmuş, sonraları cahiliye haccının menasiklerinden olan kurban kesme ve tıraş olma adetleri burada yapılmaya başlanmıştır.

Mekkeli müşrikler Kâbe’ye olduğu gibi putlara da saygı gösteriyorlardı. Bu sebeple Kâbe’nin dışında put evleri edinmişlerdi. Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi zaman zaman put evlerini de tavaf ederlerdi. Onların da bakıcıları vardı. Çeşitli vesilelerle putlarına hediyeler gönderir, yanlarında kurban keser, ziyafet verirlerdi. Kendisine kurban sunulan putların başında Lât, Menât, Uzzâ, İsâf, Nâile ve Hubel geliyordu.

Kâbe’de Hubel’e yapılan ibadet iyi organize edilmişti. Bir hâcib onunla meşgul olur, onun adına getirilen kurban ve hediyeleri kabul eder, fal oklarını çekerdi. Kaynaklarda Hubel’e bir defada 100 deve kurban edildiği belirtilir. Putlara kurban takdim etmenin gayelerinden biri de onlarla iyi ilişkiler kurmak ve kan akrabalığı oluşturmaktı. Putlara kurban olarak genellikle koyun, deve vb. hayvanlar takdim edildiği gibi içki ve buhur da sunulurdu. Çok eski zamanlarda Araplar’ın putlar için insan kurban törenleri düzenlediklerine dair rivayetlere rastlanmaktadır. Putlara esirler, kız ve erkek çocukları adanır, daha sonra da kurban edilirdi.

Bazı Araplar ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını Allah ile putlar arasında bölüştürür, “Şu Allah’ın, şu da putlarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıklarını misafirlere ve fakirlere ikram eder, putlara ayırdıklarını da onların huzurunda yapılacak ziyafetlerde birlikte yerlerdi. Eğer Allah’a ayrılan paydan putun tarafına bir şey geçerse onu öylece bırakır, putlara ayırdıkları paydan Allah için ayrılan tarafa bir şey geçerse onu alıp tekrar putlara ayrılan tarafa koyar, “Allah zengindir, bunlar fakirdir” derlerdi.[20]

Puta ayrılan pay neticede yine kendilerine kalacağından onun payından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçmemesine dikkat ederlerdi

“Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, “Şu, Allah için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor. Ne kötü hükmediyorlar!”[21]

Müşrik Araplar’ın âdetlerinden biri de bazı vesilelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri veya bazılarını putlar adına serbest bırakmaları idi. Rivayete göre bahîre, sâibe, vasîle ve hâm adaklarını ilk defa ortaya atan kimse Amr b. Luhay’dır.[22]

Bu uygulamaya yönelik Kur’ân-ı Kerîm’deki ifade şöyledir: “Allah bahîre, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey -meşrû- kılmamıştır. Fakat kâfirler kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırmaya çalışıyorlar. Onların çoğu akıllarını kullanmıyor.”[23]

Câhiliye Arapları’nın geleneğine göre bir deve beş defa doğurur ve beşinci yavrusu dişi olursa onun etini sadece erkekler yerdi. Eğer son yavrusu dişi ise onun adak olduğunu belirtmek üzere kulağını yarıp serbest bırakırlardı, bu hayvana “bahîre” denirdi. Bahîreye binmez, tüyünü almaz, istediği yerden su içmesine ve otlamasına izin verir ve onu kesmezlerdi; ayrıca sütü sağılmaz, putlara bırakılırdı.

Yine Câhiliye döneminde bir kişi hasta olur veya bir yakını kaybolursa muradına ermek için bir deve adardı. Eğer hasta iyileşir ya da kaybolan kişi geri dönerse o deveye yük yüklemez, üzerine binmezler ve onu serbest bırakırlardı. Put adına serbest bırakılan, sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı bu deveye sâibe denirdi. Ayrıca hepsi dişi on yavrusu olan deveye de “sâibe” adı verilirdi.

“Vasîle” ise yedi defa doğurmuş koyuna denirdi. Yedincide erkek doğurmuşsa bu yavru büyüdükten sonra puta kurban edilir, etini de yalnız erkekler yerdi. Yedincide dişi doğurmuşsa yavruyu kesmezlerdi. Bu koyun sahibine ait olurdu. Eğer biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurmuşsa dişinin hatırına erkeğe dokunmazlar, “Kız kardeşi ona yetişti, etini bize haram kıldı” derlerdi. Yedinci batında erkek ikiziyle doğmuş hayvana da vasîle denirdi. Yavrulayan bu hayvanın sütü erkeklere helâl, kadınlara haram sayılırdı.

Eğer bu koyun ölü yavru doğurursa etini erkekler de kadınlar da yerdi. Bir erkek devenin sulbünden on döl alınır veya yavrusunun yavrusuna binilirse buna da “hâm” adı verilir ve binilmekten, yük yüklenmekten kurtulurdu.[24]

Görüldüğü üzere beşerin putçuluğa olan tutkusu daha çok uzaklara, ta cahiliyeye kadar dayanmaktadır. Amr b. Luhay ve benzerleri geçmişte olduğu gibi bugün de olmuştur, kıyamete kadar da olacaktır. Zamanında zinakârları, deveyi ve koyunu vb. varlıkları kutsayan bu zihniyet günümüzde de aynı sapkınlığını devam ettirerek ineği, timsahı, insanı vb. aciz varlıkları kutsayarak onları insanüstü bir seviyeye çıkarmış, eşrefi mahlukat olarak Allah’ın yarattığı bu mükerrem varlığı süfli arzuları sebebiyle “Esfeli safilin” derecesine düşürmüşlerdir.

İçlerinden bazılarının yeni bir şey bulmuşçasına ortaya çıkıp maymundan geldiklerini iddia etmeleri de gülünecek bir başka durumdur. Bu zihniyeti bozuk ve hilkati değişik varlıkların atalarının maymundan veya domuzdan geldiğini iddia etmeleri ve onları kutsamaları biz müminleri hiç ama hiç ilgilendirmemektedir. Bilakis onların atalarının kimler olduğuna dair itirafları bizlerin onların Yahudi ve inançsız müşriklerin soyundan olduklarına dair bilgiler vermekte, onların Allah’ın suretlerini maymunlara ve domuzlara çevirdiği lanetli kavim olduklarını da dair olan inancımızı daha bir kuvvetlendirmektedir. Öyleyse bizler bu putperestlik hastalığının lanetli ve gazaba müstehak insanların özelliği olduğunu bilerek bu hastalığa yakalanmış kişilerden uzak durmalı, sadece ve sadece bir tek olan Rabbimiz Allahu Teâlâ’ya yönelerek ona kul olmalıyız. Kurtuluşun ve ebedi mutluluğun tevhid inancında olduğunu da asla unutmamalıyız. İnsanlığı şu ilahi nida ile dinimize davet ediyor ve şöyle sesleniyoruz:

“De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd’e) geliniz. Allâh’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh’ı bırakıp kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın! Eğer yüz çevirirlerse, işte o zaman; “Şâhid olun ki biz müslümanlardanız!” deyiniz!”[25]     

Tehvid’e tabi olup bir tek Allah’a kul olanlara ne mutlu!

“Görmedin mi Allah nasıl bir misâl getirdi: Hoş bir kelime (olan kelime-i tevhîd), kökü yerde sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. (O ağaç), Rabb’inin izniyle her zaman meyvesini verir durur. (Kulu Hakk’a yüceltir ve O’nun ebedî dostluğuna kavuşturur.) Öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle misaller verir.[26]

“Allah Teâlâ iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sağlam sözle (kelime-i tevhid üzere yaşayışta) sapasağlam tutar (sebatkâr kılar.)…”[27]

Rabbimiz bizleri hem dünyada hem de ahirette sağlam söz olan kelime-i tevhid üzere sebatkâr eylesin ve ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın.

Selam ve Dua ile…


[1]. Nisa, 48; Ayrıca bkz. Nisa,116

[2]. Lokmân, 13

[3]. Mâide, 76

[4]. Furkan, 3

[5]. Hacc, 73

[6]. Zümer, 3

[7]. Yûnus, 18

[8]. Nahl,35

[9]. Zuhruf, 20

[10]. En‘âm, 91

[11]. İsra, 94

[12]. Muminun, 34

[13]. İbnü’l-Kelbî, s. 27-28; İbn Hişâm, I, 79.

[14]. İbn Hişâm, I, 79-80.

[15]. Taha, 88

[16]. Nuh, 23

[17]. Necm, 19-20

[18]. Saffat, 123-126

[19]. İbni Kelbi, Esnam,14

[20]. İbn Hişâm, I, 83.

[21]. En‘âm, 136.

[22]. Buhârî, “Tefsîr”, 5/13; İbn Hişâm, I, 78-79.

[23]. Mâide, 103.

[24]. İbn Hişâm, I, 91-93.

[25]. Âl-i İmrân, 64

[26]. İbrâhîm, 24-25

[27]. İbrahim, 27