“Öldü Ama… Hurilerin Sesini İşitiyordu”

Serbest Köşe – Emine Özdemir / 2014 Şubat / 15. Sayı

Hayat pınarı, yeryüzüne ilk merhaba dediği andan denize kavuşana kadar kesintisiz bir şekilde akıp gittiği… Günler günleri, aylar ayları kovaladığı şu dünyada yeryüzü yine sessizliğini koruyordu.  Her müslümanın bir gece hayatı olmalı diyorlardı. Günahkârlar geceyi haramlara döşek yaparken, müslümanlar da Allah’a adayacaklardı. Bu sessizliğin verdiği gürültü ile akla hayale gelmeyen ama kalplere sığan masiyetler de işleniyordu. Üç gençti. Her gün buluşup Allah’ın arzında haramlara karşı şeytan onları mahmuzluyordu. Allah içlerinden birine hidayet damlalarını damlatıverdi. Kendine gelen bu genç hemen arkadaşlarını da bu nura davet etti. Rabbinin yardımı ile ertesi güne gençler, salih bir grup olarak sabahladılar. Rasûlullah sallallahu aleyhi selem gençleri çok severdi. Zaten bu davete başladığında yanında sadece gençler vardı. Ammarlar, Mus’ablar, Suheybler, Cafer-i Tayyarlar daha 18-20 yaşları arasında atılmışlardı İslam davetine… Allah hepsinden razı olsun

Üç genç artık yeryüzüne daha da bir farklı bakıyordu. Hemen kolları sıvayıp isyan denizinde boğulan gençleri kurtarmayı istediler Nuh’un misyonu ve gemisi gibi… Anladılar bu terazinin kefesini şeytan değil de, melekçe bir hayat sürerek doldurmaları gerektiğini… Yine böyle bir gündü. Üç genç arkalarına fecir vaktini de alacak ve camiye gidip Teheccüd namazı sair ibadetleri yapıp azıklanacaklardı. Fakat içlerinden birisi biraz geç kaldı. Vakit de oldukça geç olmuştu. Sabah ezanına yarım saat vardı. Yol boyunca yürüyorken aniden bir araba kulakların zarını patlatırcasına bir müzikle karşıdan geliyordu. Hemen o anda karar vermişlerdi. Eliyle bu gence işaret edecekler ve onlara Allah’ı anlatacaklar ve umulur ki Allah onların elleriyle ona hidayet verecekti.

 Uzaklarda birilerinin elleriyle işaret ettiğini gören genç kendisini durdurmak istediklerini sarhoş kafasıyla anladı. Anlaşılan bu üç genç kavga etmek istiyorlardı!!! Yoksa bu saatlerde kim böyle hareketler yapardı. Bunlara bir ders vermek gerekiyor diyerek iç geçirdi. Nede olsa iri bir cüssesi, geniş omuzları koca ve kuvvetli adaleleri vardı!! Arabadan aşağı hemen inip:

“İçinizden kim benimle kavgaya tutuşacak? Dedi.

EsSelâmu aleykum ve rahmetullah diye Selâm verdi gençler.

Bir anda afallamıştı. Kavga etmek için Selâm vermek, hiç alışılagelmiş bir şey değildi. Soruyu tekrarladı fakat aynı cevabı almıştı.

-Aleykum Selâm! Ne istiyorsunuz? dedi. Gençler ise:

Hangi saatte olduğunu biliyor musun? Öyle bir saatte yaşıyorsun ki Allah’ın dünya semasına indiği

“Dua eden yok mu? Duasına icabet edeyim. İsteyen yok mu? Ona istediğini vereyim.” dediği bir andır bu an. Allah’tan korkmuyor musun? Onun mücrimlere hazırladığı azaptan korkmuyor musun? Pusuya yatmış olan ölümden korkmuyor musun?!! dediler. Hasan ise anlatılanlardan mahzun bir kalple:

“Ağlamaklı bir sesle siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?”  dedi.

-Sen kimsin? dedi genç topluluğu

-Ben Hasan… “Cehennemin sadece kendisi için yaratıldığı kişiyim!”

-Bundan Allah’a sığınırız. Allah’ın rahmetinden nasıl ümidini kesebilirsin? Biliyorsun ki Allah günahları topluca affedendir. Rabbimiz buyurmadı mı?

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa/48,116)

Allah’ı, Onun geniş rahmetini, cennetini ve vereceği büyük sevapları hatırlattılar.

Hasanı bir ağlama tutmuştu. İşlemediğim günah kalmadı. Ben şuan da sarhoşum!!! Allah benim tevbe mi kabul eder mi? dedi.

-Elbette Allah senin günahlarını güzel amellere tebdil edecek (inşallah) Ne dersin? Biz mescide sabah namazı kılmaya gidiyoruz. Bizimle gelmek ister misin?

Hasan’ı yanlarına alarak caminin yolunu tuttular. Namaz esnasında imam da Allah’ın takdiri şu ayeti okuyordu:

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer/53)

Hasan’ın ağlaması daha da bir artmıştı. Namaz bitince:

“Uzun zamandan beridir namaz lezzetini hiç hissetmemiştim.” dedi.

Namazdan dört genç yavaş yavaş çıktılar. Hasan’ın babasının yanına gideceklerdi. Hasan:

-Benim babam falan mesciddedir. Orada âdeti olduğu üzere namazını kılar ve güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreder ve kur’an okur.” dedi.

Tarif edilen mescide geldiklerinde köşede piri fani olmuş bir ihtiyar gördüler. Zayıf birisiydi ve ancak Hasan ve bazı gençlerin yardımıyla ayağa kalkacak şekilde çökmüştü. Yaşlı amca Hasan’ı karşısında görünce:

“Ah Hasan Ah! Allah senin yüzünü cehennemde yaksın!” diye beddua etti. Hemen yaşlı amcayı gençler teskin ettiler. Hasan’ın tevbe ettiğini Allah’a döndüğünden bahsettiler. Hasan da hemen babasının ayağına kapanıp öpmeye başladı. Subhanallah! Ne acıklı bir olaydı bu. Gözyaşları bu uğurda birbirleriye yarışıyordu sanki. Babası ağlıyordu. Oğlunu bağrına bastı. Birlikte ağlaştılar uzun bir süre… Hasan hemen annesinin yanına gidip elini ve ayağını öptü. Ancak Beni affedin… Beni affedin… diyebildi Hasan. Artık Hasan değişmişti. Kendini İslam’i yaşamda buldu. Artık namazına, zikrine, Kur’anı’na dikkat ediyordu. Haramlardan tevbe etmiş O’na sığınmıştı küçük bir çocuk gibi. Affet diye iç çekiyor, aşka gözyaşı döküyor, bağışlanma diliyor ve boynunu büküp ağlıyordu daima… Günlerden bir gündü. Yine düşünceliydi. Günlerdir içinde besleyip büyüttüğü o fikri sesli bir şekilde düşünmeye başladı. Dudaklarında pelte pelte yerlere şu kelimeler döküldü:

“Bunca yıldır işlediğin günahların hesabını nasıl vereceksin Hasan? Abdullah b. Mesud ve Abdullah Azzam’ın sözlerini tekrarlıyordu: 

“Benim günahlarımı ancak Allah yolunda akıtılan kanlar temizler.”

Salih arkadaşları ile birlikte Allah yolunda cihada çıkmaya o meydanlarda toz kaldırmaya karar verdi. Bu fikrini babasına açtı. Babası: “Oğlum! Senin geri dönüşünle çok sevinmiştik. Sen bizden bir daha mı ayrılmayı düşünüyorsun?

Hasan: “Ey Babacığım! Allah yolunda cihad ve şehadet şerefine nail olmaktan beni mahrum etme! diyebildi. Annesinin yanına gidip elini ve ayağını öptü. Annesine:

“Eğer beni seviyorsan Allah yolunda cihada çıkmama engel olmazsın” dedi.

Annesi ise: “Seni gönderirim fakat bir şartla bana kıyamet günü şefaat edeceksin.” dedi.

Sonuç olarak Hasan artık cihad meydanlarında eğitimdeydi. Artık Hasan savaşın yaşandığı bölgedeydi. Hem de hidayetine vesile olan Salih arkadaşlarıyla birlikte… Müslüman kardeşlerini görüyor, dağın şehadet, cennet kokan havasından nasipleniyordu. Gözyaşlarını şehidleri tek tek kucaklayan toprağa döküyordu.

Hasan bir mağaradaydı. Düşman uçaklarının bombalarından nasibini alan bir dağın parçası Hasan’a ölüm getiriyordu. Üstüne düşen kaya parçaları ile tepeden aşağıya hızlı bir şekilde düştü. Kemikleri kırılmıştı. Etrafında oluşan kan yığınında kala kalmıştı. Arkadaşları hemen yanına koştular. Hemen: “Hasan… Hasan!” dediler. Hasan ise:

“Sessiz olun… Allah’a yemin ederim ki Ceylan gözlü hurilerin sesini işitiyorum. Dağların ötesinden bana sesleniyorlar. Beni çağırıyorlar…” Sonra kelime-i şehadeti söyledi ve şehadet şerbetini içti.

İşte buydu Hasan.“Cehennemin sadece kendisi için yaratıldığı kişiyim!!!” diyordu. Şimdi ise Huriler ona kavuşmak için birbirleri ile yarışıyor, onu görme arzusu ile yanıp tutuşuyorlardı. Onu istiyorlardı. Ona sesleniyorlardı hem de dağların ötesinden, Şehadet çığlıkları ile…

Subhanallah! İlahi Ya Rabbi sonumuzu şehadet eyle! Tevbelerimizi kabul eyle! Bizleri affınla müjdele! Âmin…