Serbest Köşe – Said Özdemir / 2014 Haziran / 19. Sayı
Son asırda teknolojik gelişme ve ilerleme sonucu, her geçen gün hızlanan cihazların, incelen ve hafifleşen teknolojik aletlerin günlük yaşamı kolaylaştırdığı, ülkeler arasındaki her türlü mesafelerin kısaldığı, her şeyin âdeta elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz kadar yakınımıza geldiği bir zamandayız… Koca dünya, sanki küçücük bir köye dönüşmüş, bu köyün ucundaki bir çığlık veya bir davul sesi, ânında öbür ucundan duyulur hâle gelmiştir. Globalleşen bir dünya da insanlar da artan ve yankısının tüm dünyada hissedildiği tek sıkıntı; ‘rûhî bunalımlardır’. Dikkat ettiğimizde insanlık artık mutlu olamıyor. Eskiden bir kuru ekmekle, soğan yiyen toplumların eriştiği saadete envâi çeşit yemeklerle erişilemiyor. Önceleri bir odalı evde, kaynana ve kayınbabasıyla oturanlar şimdiler de üç odalı bir evde otursalar da huzuru yakalayamıyorlar. Televizyon, telefon, bilgisayarın olmadığı neşeli aile toplantıları artık tarihte kaldı. Teknoloji, yaşam standartları, refah arttı; huzur, güven, sekînet kayboldu. Sokaklar artık ‘insanın, insan kurdu’ olduğu ortamları andırıyor.
Şimdi bizler, on dört asır sonra, kibritini İslamsız bir hayatla, tembellikle, günahlarla yaktığımız bir yangında yanıyoruz. Hem dünyamız, hem aklımız hem de duygularımız yanıyor. Ateş, artık dışımızda değil, içimizde yanıyor!..Günahlara pişman olup çektiğimiz âh’lar, vâh’lar gibi dumanlarımız semâyı kaplamış. Lâkin asılı kalmış, yükselmiyor. Yükselmesine izin vermiyor, pervazsızca işlediğimiz günahlar, üzerimizdeki haklar, nefsimizi hesaba çekmeyişimiz…
Bırakmıyor.
Müstecâb bir duâmız yok, göğün kapılarını açacak!… Rahmet-i Rahmân’a sığınmışız.
Bu buhranlı havada bizi mutlu edecek, gönüllerimizi rahatlatacak, kalplerimizi sıkıntılardan kurtaracak tek çözüm ise; kıymetini ancak kaybettiğimiz zaman anlayacağımız ‘İslam dinini yaşamadır’… Her gün kıldığımız beş vakit namazımız, okuduğumuz kur’an, zikirlerimiz, katıldığımız sohbet ortamları aslında huzurun ve mutluluğun olduğu yerlerdir. Biz müslümanız ve rûhumuzu beslemeye mecburuz. Çünkü rûhumuz bizim adımıza sürekli nefsimize karşı büyük bir cihad yapıyor. Rûhumuz zayıf düşer de nefsimiz galip gelirse, ebedî hayatımızı ziyan etmiş oluruz.
Rabbimizin önümüze çıkardığı bir fırsat da sayılı günler kalan ‘Ramazan ayıdır’…
Ramazan… Son on gün… İtikâf mevsimi… Hatimleri tamamlama, oruçları taçlandırma, fıtır sadakalarını, varsa zekât borçlarını bayramdan önce gariplere ulaştırma, onların duâsını alma mevsimi…
Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ifadesiyle;
“Cennet’i özleyen, Cennet için hayır peşinde koşar; Cehennem’den korkan, hevâ ve hevesinin isteklerinden yüz çevirir…”(2)
İtikâf kavramı üzerine:
Kelime olarak îtikaf; “hapis, men, bir şeye devam ve mülâzemet etmek” mânâlarına gelir. Demek ki, ruhumuzun huzura kavuşması için ona ağırlık veren şeyleri men edip, rûhumuzu aslî hüviyetine, yani kulluğa hapsetmek…
Dînî bir ıstılah olarak ise; “cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde veya o hükümdeki bir yerde, mükellefin (birtakım şeyleri yapmaktan) kendisini tutması” demektir.
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan şu âyetler, itikâfın ibadet olduğunu gösterir:
“Sizler, mescidlerde itikâfta iken hanımlarınıza yaklaşmayınız.”(3)
“Benim evimi (Kâbe’yi) tavaf edenler ve itikâfta bulunanlar için temizleyiniz.”(4)
Sünnetten delilleri ise, şu hadîs-i şeriflerdir:
“Allâh’ın Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Medine’ye geldikten sonra vefâtına kadar Ramazan ayının son on gününde itikâfa girerdi.”(5)
“Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Ramazan ayının son on gününe girince bütün geceyi ihyâ eder, âilesini uyandırır ve kadınlarından ayrı kalırdı.”(6)
İtikâfın en kısa süresi, Hanefî mezhebi imamlarından Ebû Yusuf’a göre bir gün, İmam Muhammed’e göre ise, bir saattir. Bir saatten daha kısa bir süre olabileceği de söylenmiştir.
Diğer mezheplere gelince, Mâlikîlerde tercih edilen görüş, bir gün ve bir gecedir. Şâfiîlerde, en az “Sübhanallah” diyecek kadar bir süre durmakla itikaf gerçekleşmiş olur. Hanbelîlere göre de, en az süre, bir an durmaktır.
İtikâfın Şartları
İtikâfın geçerli olması, şu şartların bulunmasına bağlıdır:
1- İtikâfta bulunan kimse (mûtekif), Müslüman, akıllı ve temiz olmalıdır. Gayr-ı müslimin, akıl hastasının; cünüp, hayız veya nifastan temizlenmemiş kimsenin itikâfı câiz değildir. Çünkü gayr-i müslim ibadete, akıl hastaları da niyete ehil değildir. Gayr-i müslim, önce iman etmeli, sonra ibadetten sorumlu olmalıdır. Akıl hastası da, akıl sağlığına kavuşmalıdır. Mânen kirli olan kimselerin ise, mescidlere girmesi yasaklanmıştır. Ancak itikâfa giren kimse, mescitte iken ihtilâm olursa, dışarı çıkarak boy abdesti alır ve yeniden itikâfa devam eder. Bu durum, orucu bozmadığı gibi, itikâfı da bozmaz. Âdet ve lohusalık hâli başlayınca, itikâfı bozulmuş olur. Hâli düzelince, kadın, kaldığı yerden itikâfına devam eder. Kadınların özür hâllerinde itikâfta bulunmasında ise bir sakınca yoktur.
İtikâfta ergenlik çağına gelmiş olmak şart değildir. Bu yüzden temyiz gücüne (doğru ile yanlışı ayırt edecek ya da pazardan herhangi bir şeyi zarar etmeden alıp gelebilecek durumda) sahip bir çocuğun itikâfı da geçerlidir.
2- İtikâfta niyet asıldır. Niyet olmadan, itikâf geçerli olmaz.
3- İtikâf, mescidde veya mescid hükmünde bir yerde yapılmalıdır. İçinde cemaatle namaz kılınan herhangi bir yerde itikâf yapılabilir. Büyük câmilerde yapılması daha faziletlidir. Kadınlar ise, kendi evlerinde mescid edinebilecekleri bir odada itikaf yapabilirler. Buralar, onlar için mescid sayılır. Kadınların, dışarıdaki mescitlerde itikâfa çekilmeleri câiz ise de mekruh sayılmıştır. Kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidde kılmalarından daha faziletli sayıldığı gibi, evde itikâfları da mescidde itikâflarından daha faziletli sayılmıştır.
İmam Şafiî hazretleri ise, Peygamberimizin hanımlarının mescidde itikâf yaptıklarını delil göstererek kadınların da uygun mescidlerde itikâfta bulunmasının evlerdekinden daha faziletli olduğunu ileri sürmüştür.
4- Vâcip olan itikâfta, itikâflı kimse, oruçlu bulunmalıdır. Sünnet itikâf, zaten Ramazan ayında bulunduğu için oruç tutulmuş olur. Ancak yolculuk, hastalık gibi sebeplerle oruçsuz bulunmak, sünnet itikâfa zarar vermez. Müstehap itikâflarda da oruç şart değildir.
Şâfiîlere göre, vâcip itikâfta da oruç şart değildir.
Kadının itikâfa girebilmesi için, kocasından izin alması gerekir. Koca, eşine itikâf için izin verince, bundan dönemez.
İtikâfın Âdâbı
İtikâf, Ramazanın son on gününde ve en faziletli mescidde yapılmalıdır.
İtikâf sırasında kötü ve çirkin söz söylememeli, hayır konuşmalıdır. Günâhı gerektirmeyecek sözler söylenmesinde bir sakınca yoktur.
İtikâf sırasında Kur’ân-ı Kerim okumalı; tefsir, hadis ve fıkıh gibi dînî ilimlerle ilgili kitapları mütalaa etmeli, Allâh’ı zikretmeli, ibadetlerle vakti değerlendirmelidir. Tevbe ve istiğfarda bulunulmalı, bol bol salavât-ı şerife okunarak duâ edilmelidir. Bazı âlimler, mübârek gün ve geceleri ihyâda, yukarıda sayılan çeşitli ibadetlere ayrı ayrı yer verilmesini tavsiye etmişlerdir.
İtikâfta bulunan kimse, temiz kıyafetler giyip güzel kokular sürünmelidir.
Mümkün olduğu kadar az uyumalı, az yiyip içmeli, vakitlerini daha çok ibadet vb. şeylerle geçirmeye çalışmalıdır.
İtikâfı Bozan Şeyler
1- İster kasten, isterse unutarak olsun, cinsel ilişkide bulunmak, itikâfı bozar.
2- İtikâflının, mescidden özürsüz olarak ayrılması itikâfını bozar. Bu ayrılışın, gece veya gündüz olması, bilerek veya yanlışlıkla olması sonucu değiştirmez. Kadın da itikâf yaptığı odadan özürsüz olarak, evin diğer kısımlarına çıksa itikâfı bozulmuş olur.
Hasta ziyareti, cenâze, cenâze namazı veya şâhitlik için mescidden çıkmak da itikâfı bozar. Herhangi bir hastalıktan dolayı, bir saat kadar dışarı çıkılması da itikâfı bozar.
İtikâfta olan kişi, şer’î, zarûrî veya tabiî ihtiyaçları için dışarı çıkabilir. Meselâ bulunduğu mescidde Cuma namazı kılınmıyorsa, bu namazın kılındığı bir mescide gitmek için itikâf yaptığı mescidden çıkabilir. Aynı şekilde küçük veya büyük abdest için mescidden çıkması da şer’î ve tabiî özürlerdendir.
3- İtikâflıya, itikâf sırasında birkaç gün baygınlık veya akıl hastalığı gelmiş olsa, itikâfı bozulmuş olur. İyileşince yeniden itikâfa başlar.
4- İtikâfta olan kimsenin, yemesi, içmesi, uyuması ve ihtiyacı olan şeyleri satın alması mescidde olur. Mescidi işgal etmeyecek tarzda ihtiyacı olan şeyleri buraya getirebilir. Mescid içinde hazırlanmış bir yer varsa, abdest veya boy abdestini burada alabilir. Aksi hâlde mescidden çıkar, abdest veya boy abdestini alıp hemen mescide girer.(7)
Evet, ağlayan ruhlarımıza bir ilaç vermek; nefsimizin gerisinde kalmış, çamura batmış ruhlarımızı temizlemek vaktidir şimdi… Haydi, Ramazan-ı Şerîf geldi. Maddî, mânevî arınma mevsimi geldi. Globalleşen dünyanın bunalımından rûhumuzun serin iklimlerine doğru yolculuğa çıkma zamanı geldi.
Hoş geldi!…Safâlar getirdi.
————————————————
1. Enâniyet, değişik kullanım şekilleriyle “ben” mânâsına gelen “ene”den türetilmiş bir kelime. Allah’ın insana ihsan ve ikram eseri olarak verdiği nimetleri sahiplenip kendine mal etmesi ve kendinden bilmesidir.
2. Beyhakî, Şuabu’l-Îman, 10618
3. el-Bakara, 187
4. el-Bakara, 125
5. Buhârî, İtikâf, 1, 6; Müslim, İtikâf, 2
6. Müslim, İtikâf, 8
7. Daha geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, “Delilleriyle İslâm İlmihâli”, Erkam Yayınları, sh: 572-575; Ömer Nasûhi Bilmen, İslâm İlmihâli; Türkiye Diyanet Vakfı, İslâm İlmihâli, I, 404-405