Nebevi Aile – Yusuf Yılmaz / 2013 Nisan / 5.Sayı
Her ebeveyn hayat içinde ulaşamadıkları hedeflerini çocukları üzerinde yaşamak ister. Aslında çocuklarını kendi kurdukları hayallerine hapsederler. Bunu da yavrularına bir hizmet gibi algılarlar. Fakirlikten dolayı okuyamadım ama çocuğumun doktor olması için saçımı süpürge ederim diyen annelere; benim gibi insanlara kölelik yapmasın, okusun ve müdür olup insanlara idareci olsun diyen babalara hep rastlamaktayız.
Ve bizler, bunun neticesinde dershanelere, okullara ve ardından dünyaya adanan yığınların içinde yaşamaktayız. Dünyada kendini kurtarsın zannı ile yanlış yönlendirilip tam tersine dünyasını da ahiretini de kaybeden çocukların arasından geçip gitmekteyiz. Dünyanın süsünü, makam ve mevkisini elde etsin diye çocukları adına zamanlarını ve emeklerini ama daha da acısı ahiretini harcayan ebeveynlere şahit olmaktayız.
Evlerimizi, sokaklarımızı, caddelerimizi bizden olmayan nesiller işgal eder olmuştur. Konuşmalarında, giyim ve kuşamlarında, yemesi ve içmesinde yüzümüzü eğdiren bir gençliğe doğru hızla sürüklenmekteyiz.
Peki, buna dur diyecek etkenlerimiz nedir? Bunun sancısını yaşayan sen ve ben, bu gidişe olumlu etki verme adına küçükte olsa ne yapabiliriz? Sorusuna verilecek en iyi cevap herhalde iyi nesilleri oluşturacak vesilelere sarılmak gerekir diyebiliriz. İstersen bunu gel beraber maddelendirelim;
EŞ SEÇİMİNE DİKKAT ETMEK
İyi bir neslin ilk ilacı, hayırlı bir eş seçmektir. Bir erkeğin kendine aradığı eş adayında dikkat etmesi gereken en önemli noktaya Rasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- vurgu yapmaktadır.
“Kadınla dört şey için nikahlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanı seç ki elin bereketlensin.” (Buhari ve Müslim)
Sen Allah’tan korkmayı kendine ilke edinmiş, O’nu razı etme adına nefes alan, elindeki tüm imkânları ve yeteneklerini İslam uğruna feda etmenin bilincinde olan, secdelerinde göz yaşıyla seccadesini ıslatan, elleri semaya yükselirken huşu ve huzur duyan bir bayan bulursan bil ki bu elde edeceğin en hayırlı servettir. Çünkü o sana meşru işlerde itaat etmeyi bir vazife bileceği gibi temiz bir neslin oluşmasının baş mimarlarından olacaktır. Hamile kaldığında bunu kendine eziyet görme yerine, Allah’ın dininin halifesinin taşıyıcılığını yapmanın erdemliğini yaşayacaktır.
Bayan kardeşimde Allah’ın helal ve haramlarını gözeten, takvayı kendine azık bilen bir kocayı kendine eş olmada uygun görmeli. Onun işini, evini, mesleğini öncelemeden önce ahlakını ve İslam’ını sorgulayacaktır. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İman açısından müminlerin en olgunu ve üstünü ahlâkı güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizi)
Evleneceğin insandan her konu da hayır ve güzellik görmenin; yaşanılan sıkıntılarda ise zulüm görmemenin tek ilacı herhalde bu hadis ile amel etmendir. Sana olan faydasının yanında hayalini kurduğun örnek neslin imarında en büyük yardımcın bu vasıftaki eşin olacaktır. Hamileliğinden önce ve sonra çocuğunun ahlâki gelişimini belirlemede ince bir faktör olan helal olanı yedirip içirerek; sevgi ve saygısında cömert olarak sana yardımda bulunacaktır.
ZİFAFTA DAHİ ZİKRİ TERK ETMEMEK
Evli çiftlerin gönüllerini birbirine bağlayan en önemli faktörde cima etmeleridir. Çiftlerin birbirlerine kendilerini en yakın hissettikleri haldir bu durum. Eşler, maddi ve manevi hazzı yaşarlerken, zinadan kurtulmalarına neden olan bu halin karşılığı, amel defterine iyilik olarak yazılmasıdır. Birde hayırlı nesli hayal eden sizlerin o gece ki zikrini de gelin Rasulullah’tan dinleyelim;
“Allah’ın adıyla. Allahım! Bizi seytandan, seytanı da bizi rızıklandıracağın çocuktan uzak tut.” (Buhari ve Müslim)
Çocuklarınızı şeytanın hile ve desisesinden, ona vereceği zarardan korumanın en kolay yolu ihlâslı bir şekilde yapacağınız bu duadır.
ALLAH’TAN SALİH EVLAT İSTEMEK
Bu konu da en güzel iki örnek hiç şüphesiz ki İbrahim (a.s) ve Zekeriyya (a.s)’ın kıssalarıdır.
“İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki, sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi. Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık. (Oradan kurtulan İbrahim:) “Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek”. O: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver”, dedi. İşte o zaman biz onu halim selim bir oğul ile müjdeledik.” (Saffat;95-101)
Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi. Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” (Al-i İmran; 38-39)
DOĞMADAN ÖNCE ONU ALLAH’A SATMAK
Çocuk, anne ve babaya Allah tarafından bahşedilen en güzel nimetler arasındadır. Her nimetin bir şükrü vardır. Bu ya dille ya da amelle gerçekleşir. Tıpkı zengin birinin malını zekât ve sadaka ile Allah yolunda harcayarak şükrünü ifa etmesi gibi. İşte annenin rahmine gönderilen bu nimetin amele dönüşecek şükrü de onu, verenin yoluna adamaktır. Tıpkı en güzel kıssalarıyla yolumuzu aydınlatan Kuran’ın bildirdiği şu muazzam olay gibi…
İmrân’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” (Al-i İmran; 35)
Bu ayetlerin yorumunu gelin işin üstadı Seyyid Kutub’a bırakalım;
Adak kıssası, Meryem’in annesi olan İmran’ın karısının kalbindekini deşifre etmekte, gönlünü bayındır hale getiren iman ve sahip olduğu en değerli varlığıyla Rabbine yönelişini açığa çıkarmaktadır. Bu en değerli varlık karnında taşıdığı yavrusudur. İmran’ın karısı her çeşit bağ, her çeşit ortak koşma ve yüce Allah dışında hak sahibi olabilecek herkesten bağımsız bir samimiyet ve özgürce davranışla ifade edişi gerçekten anlamlıdır. Gerçek bağımsızlık ancak, bütünü ile Allah’a teslim olmak ve her kişi, varlık ve değere kulluk etmekten kurtulmakla elde edilebilir. Bu durumda insan tek Allah’a kulluk eder. Gerçek özgürlük budur işte… Bundan ötesi özgürlük gibi görünse de kölelikten başka bir anlam ifade etmez. Burada, Tevhid özgürlüğünün en ideal biçimi ortaya çıkmaktadır. İnsan kendi içinde, yaşama biçiminde, bu hayatta egemen bulunan konular, değer yargıları, kanunlar ve yasalarda Allah’tan başka birine herhangi bir şekilde boyun eğdiği sürece asla özgür olamaz. İnsanın hayatında; Allah’tan başkalarından alınma yasalar, değer sistemleri ve ölçüler yok edilmedikçe insan özgür olamaz. İslâm, Tevhid esasıyla insanın dünyasına özgürlüğün de biricik şeklini getirmiş oluyordu.
İmran’ın karısı, Rabbine adağını -ki bu onun ciğerparesiydi- kabul buyurması için tüm samimiyeti ile ifade edilen bu duası, tertemiz olarak Allah’a teslim oluşun, bütünü ile O’na yönelişin, O’nun onayını ve rızasını elde etmek dışında her çeşit bağdan özgür oluşun ve kurtuluşun ifadesidir:
“Hani İmran’ın karısı `Rabbim, karnımdaki çocuğu, her türlü endişeden arınmış olarak sırf sana adadım, onu benden yana kabul buyur. Hiç kuşkusuz sen işiten ve bilensin’ dedi.” (Fizilal-il Kur’an, Ali İmran, 35. ayetin tefsiri)
Onun üzerinde hiçbir hesap yapmadan Allah’a satmak… Nasıl ki sattığınız bir şey üzerinde alıcının izni olmadan tasarruf yetkiniz yoksa aynı şuurla ciğerparenizi O’nun yoluna adamak… Allah, dini uğruna onu nerede kullanmak isterse buna razı gelmek. Elinde İnşaat Mühendisliği diplomasıyla karşınıza çıktığında Gazze’de, Arakan’da yakılan ve yıkılan evlerin, mescidlerin ve medreselerin inşası için gidişini kabullenerek O’na adamak… Hastalıklı bir beden içinde onu beklerken, Tıp Fakültesinden mezun olan yavrunun Afganistan’da, Çeçenistan’da kopan kolları dikmek, kanayan yaraya merhem olmak için gidişini kabullenerek O’na adamak… Medresenin ilk bittiği günde adını bilmediğin ülkelerde davet çalışmasına giden çocuğunu kabullenerek O’na adamak… Belki Yakub misali Yusuf’una kavuşmayı, beklerken de kör olabilmeyi hesaplayarak O’na adamak… Dini uğruna çocuğunun ellerine kelepçeler vurulup götürülürken, cenazende bulunamayacağını düşünerek O’na adamak…
Olsun, gözlerimin önünde olup küfrüyle, şirkiyle, Allah’a isyanıyla her an ömrünün eridiğine şahit olmaktansa; varsın Allah yolunda ayağı tozlansın, nefesi o yolda tükensinde vuslat değil yarına Kıyamete kalsın… diyerek çocuklarını O’na adamak…
Asrı saadetin adil yönetim kapısını tekrar açan Ömer b. Abdulaziz gibi küfrün ve zulmün, kılıcından korktuğu Selahaddin gibi, nebevi davet ruhunu tekrar canlandıran Hasan el –Benna gibi şahsiyetlerin mirasını ayağa kaldırmak için çocuklarını O’na adamak…
İnsanlığın başta olmak üzere bütün eşyanın hâkimiyetiyle hayat bulacağı İslam’ın sancağının dalgalanması için çocuklarını O’na adamak…
Ahirette vakar tacının başına konması, dünyayla kıyaslanamayacak elbiselerin giydirilmesi adına yavrunu O’na adamak…
DOĞUMDAN SONRA AHDİNE SADIK KALMAK
Çocuğun dünyaya geldi… Sevimliliği onu sana daha da bağlıyor… Ama unutma o artık senin değil… Sen onu Allah’a vermiştin. Allah yavrunun bakımını kime vereceğini daha iyi bilir. Tıpkı Meryem’in bakımını Zekeriyya -aleyhisselam-a verdiği gibi.
Bunun üzerine Rabbi onu güzelce kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi, bakımıyla Zekeriyya’yı görevlendirdi. Zekeriyya ne zaman o mabede girse çocuğun yanında yiyecek bulur ve `Ey Meryem bu sana nereden geldi’ diye sorardı. Meryem de: Allah tarafından geldi, hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir’ derdi. (Al-i İmran; 37)
İnşallah samimiyetinin karşılığı boşa gitmeyecektir. Tıpkı Medine’de Enes’ini teslim edeceği bir eli bekleyen Ümmü Süleym’e Allah’ın, Rasulullahla yardım etmesi gibi. Her ne kadar senin yavrunu tutacak elin peygamber olması imkânsız ise de unutma o artık Allah’ın; O, çocuğunu yetiştirecek Rabbani kimseleri karşına çıkaracaktır. Ama bir şartla; niyetinde ihlâssızlığa yer vermeyeceksin ve her fırsatta Allah’tan yardım isteyeceksin.
Örnek bir neslin kurulmasına katkıda bulunan her ebeveyne ve her ferde selam ve dua ile.