Nasıl Bir Lider?

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Temmuz / 140. Sayı

İslam birey dini olmaktan ziyade cemaat, cemiyet dinidir. Fertlerin İslam’ı tam anlamıyla yaşayabilmesi ve Müslüman bir toplumda varlıklarını sürdürebilmesi için birey mantalitesinden kurtulup ümmet bilincine geçiş yapmaları gerekir. Müslümanlar birlik olduklarında bir mana ifade edebilirler ancak. İslam topluluğundan ayrı duran Müslüman yıldızdan kopan bir parça gibidir. Ne kadar güçlü ve aydınlık olsa da zamanla ışığını kaybetmeye mahkûm olacaktır. Bu bakımdan birlik olmak, ümmet şuurunu taşımak Müslümanlar için hayat memat meselesi bir varoluş mücadelesidir. Her Müslüman bilmelidir ki; etrafında kendisine Allah’ı hatırlatan, onu cennete davet eden, iyiliklerini destekleyip kötülüklerine mâni olmayan din kardeşleri yoksa büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Şeytan onu ya yutmuştur ya da yutmak üzeredir. Hiçbir şey yapmadıysa bile onu daha büyük hayırlardan alıkoyup çok daha azına razı etmiştir. Bu ise Müslüman için büyük bir felaket ve şeytan karşısında alınmış ağır bir yenilgidir.

Müslüman hiçbir zaman tek değildir, tek kalmamalıdır. O, sureten tek kalmış gibi gözüktüğü zamanlarda bile yalnız başına koca bir ümmeti temsil eder. Çünkü Rabbimiz celle celaluhu tek başına kalmış, takipçisi olmayan Hz. İbrahim’den bile bahsederken onu Nebi, Rasûl ya da başka vasıflarla anmamış bizatihi “tek başına ümmet” ifadesini layık görmüştür. Evet, yalnız ve reddedilmiş, bunun için diyar diyar dolaşmış bir adam ama ümmetin tek bir ceset ve ruhta hayat bulmuş hali… İşte Müslüman her daim böyledir. Ya etrafındaki kardeşleriyle bir ümmettir ya da tek başına ümmetin ta kendisidir.

Müslümanların ümmet/cemaat/cemiyet olması ne kadar elzem ise kendilerini idare edebilecek önderlere sahip olmaları da o kadar elzemdir. Çünkü ümmet/cemaat dediğimiz topluluk rastgele değil belirli bir amaç uğruna bir araya gelmiştir ve bu amaç da ancak güçlü önderler ile gerçekleştirilebilir. Hz. Ömer Efendimizin de buyurduğu gibi; “İslam, İslam olmaz cemaat olmadıkça; cemaat, cemaat olmaz emir olmadıkça; emir, emir olmaz itaat olmadıkça.’’[1]

Bu hakikatten ötürüdür ki; Ashab-ı Kiram, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından hemen sonra henüz defin işleri dahi hallolmamışken içlerinden bir emir tayin etmek için kolları sıvayıp işe koyuldu. Evet, insanlık tarihinin en mühim insanı gözlerini yummuş iken Ashab-ı Kiram’ın içinde bulunduğu hal böyleydi. Bu durum elbette onların makam sevdasından ötürü değildi. Onlar dünyadan, dünyalıklardan zaten geçmişlerdi. Tek dertleri Allah Rasûlünün geride emanet olarak bıraktığı davaya sahip çıkmak ve Müslümanların başsız kalarak büyük bir girdabın içine düşmelerine engel olmaktı. Eğer bu şekilde hareket etmeseler, Ebubekir radıyallahu anh gibi bir lider çıkarmasalardı zuhur eden irtidat hareketlerine karşı koymak nasıl mümkün olurdu! O vakit bahsini edeceğimiz bir ümmetimiz ya da okudukça gururlanacağımız şerefli bir tarihimiz olur muydu acaba!

Müslümanlar tarih boyunca maruz kaldıkları onca saldırıya rağmen hala dimdik ayakta kalabilmiş ise bu başarının arkasında güçlü, samimi, liyakat sahibi liderlerin varlığı çok mühim bir yer teşkil etmiştir. Bu liderler İslam’ın çizdiği sınırlar içinde koca bir ümmeti kazasız belasız bir şekilde hedefe sevk ve idare eden eşsiz insanlardır. Onlar ümmetimizin köşe taşları mesabesindedirler. Müslüman halklar anın gereği olarak nasıl bir tutum içinde bulunacaklarını, neyi hangi şekilde yerine getireceklerini onlardan öğrenmiş onlar öncülüğünde amele dökmüşlerdir hep. Onların yokluğu ise her daim tam bir felaket olmuştur. Başsız kalmış, ne yapacağını, hangi yöne gideceğini bilmeyen şaşkın bir ümmet…Ya da yanlış önderlerin peşinde koşmuş, neticeye varamadan yorulmuş, zayi edilmiş bir ümmet… Hem günümüzdeki gibi hem de Efendimiz’in çok öncesinden haber verdiği gibi:

“Allah ilmi, insanların içinden çekip almak suretiyle ortadan kaldırmaz fakat hiç âlim bırakmayarak ortadan kaldırır. En sonunda hiçbir âlim kalmaz, insanlar da cahil liderlerin peşinden gider. Onlar da kendilerine sorulan şeylere bilgisizce cevap verirler. Böylece hem kendileri sapmış olur hem de insanları saptırmış olurlar.”

Efendimiz’in haberini verdiği bu durum kıyamet alametlerinden sayılmıştır. Rabbimizin takdir ettiği vakit gelince bu hadise elbet gerçekleşecektir. Ancak şu var ki; kendi yanlış tercihlerimizle yanlış önderlerin peşinden gitmek gerçekten çok pahalıya mal olmaktadır. O halde “Nasıl bir lidere tabi olmalıyız, kimlerin peşinden gitmeliyiz?” sorusuna esaslı cevaplar bulmaktan başka çaremizin olmadığını kabul edelim!

ARANIYOR!

Öne düşecek, öncü olacak, yük çekecek, iş yapacak liderler aranıyor. Ancak bu kimseler öyle kolayca bulunuvermiyor. Eskilerin kaht-ı rical dedikleri, aranan- arzulanan insanların neredeyse yok denecek kadar az olduğu bir zamandan geçiyoruz. Bu bakımdan liyakat sahibi olan, iş yapan, iş bitiren insanlar olmak ve böyle fertleri yetiştirmek zorundayız.

“O halde Müslüman bir lider nasıl olur ve hangi hasletler üzerine yetiştirilir?”

Aynı soru bir cemiyetin, İslami bir hareketin idari konumunda bulunan, öne düşmüş ve bir takım kimselerin kendisine tabi olduğu herkes için de sorulabilir.

“İdeal olan öncülük nasıldır, lider kadro hangi özellikleri bünyesinde barındırmalı hangilerinden de olabildiğince kaçınmalıdır?”   

Bu sorulara doğru cevaplar vermek hem böyle olmanın hem de böyle fertler yetiştirmenin ilk ve en mühim adımıdır. Yine aynı zamanda tabi olunan kişilerin de derin bir muhasebesidir. Öte yandan Efendimiz’in ahlakına kıyasla ne durumda olduğumuzun da bir ifadesidir. Zira ideal olan en mükemmel liderlikten bahsedeceksek bu durumda geçerli olan yegâne ölçümüz bizatihi Efendimiz’in kendisi olmak zorundadır. Çünkü O sallallahu aleyhi ve sellem her alanda olduğu gibi liderlik ve yönetim alanında da tekrarı mümkün olmayan bir örneklik ortaya koymuştur. Öyleyse O’na benzediğimiz oranda başarılı ayrı düştüğümüz oranda da ziyanda olacağızdır.

1- ADALET

Bir liderden beklenen en temel şey tebaasına karşı adil olmasıdır. Adaleti kendi lehine kullanan ya da arzu etse de yine de tesis edemeyen yönetici hiçbir şeydir. Başka güzel meziyetlerinin olması durumu değiştirmez. Adaletin olmadığı yerde karmaşa ve zulüm vardır. Bu bakımdan Müslümanların tabi olduğu her lider/ yönetici/amirin adil olması zarurettir.

Efendimiz’i ciddi manada kızdıran nadir hadiselerden birisi de adaletsizlik ithamı üzerine olmuştur. Huneyn ganimetleri dağıtılırken bir hadsizin “Vallahi bu taksimde hakkaniyet yoktur, Allah rızası da gözetilmemiştir” demesi Efendimiz’e ulaştırılınca kızgınlığından mübarek yüzü kıpkırmızı kesilmiş sonra da şöyle buyurmuştur: “Allah ve Rasûlü de adalet etmezse, hiç kimse adalet etmez.”[2]

Rasûlullah’tan sonra minbere ilk geçen kişi olarak hutbe irad eden Hz. Ebubekir radıyallahu anh ilk konuşmasında şu mühim ifadeleri kullanır:

“Sizin yanınızda zayıf olanlar, benim yanımda güçlüdürler, ta ki inşallah onların bu sıkıntısını onlardan uzaklaştırayım. Yanınızda güçlü olanlar da inşallah onlar üzerindeki hakkı alıncaya kadar, yanımda güçsüzdürler.” 

Adaletli bir lider için durum aynen böyledir. O lider ki hükmünü güce değil hakka teslim eder.

2- MERHAMET

Adaletli olmak çoğu zaman sert, gaddar, merhametsiz olmak gibi algılanır. Merhametli davranınca hep maraz çıkacak, suistimal edilecek zannedilir. Halbuki durum hiç de öyle değildir. Bir lider/emirin merhametsiz olması tam bir felakettir. Böyle bir amir kendisine tabi olanları helak etmekten başka bir şey yapmayacaktır. Çünkü fıtratta esas olan sertliğe değil yumuşaklığa meyildir. Sertlik, mukavemet sadece gerektiğinde kullanmak ve sükuneti sağlamak içindir.

Rabbimiz celle celaluhu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu husustaki ahlakını ve bunun semeresini şöyle ifade buyurmaktadır:

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmran, 159)

Tarih şahittir ki; gaddar yöneticiler sadece ve sadece zulüm ve istibdatla anılırken merhameti şiar edinmiş önderler daima hayırla yad edilmiştir.

3- MUHABBET

Muhabbet; liderin tebaasına derin bir sevgi beslemesidir. Lider, emri altında bulunanları hakikaten sevdiği zaman kendisi de sevilir, karşılığını da ziyadesiyle görür. Kibirlenip onları küçük görür ve kendisini müstağni kabul ederse bu durum karşı tarafa eziyet verdiği gibi kendisine de zarar verir. Sadece baskıyla göstermelik saygı duyulan ve istenmeyen bir kimse haline gelir.

Bu hususta Efendimiz’in ashabıyla olan münasebeti gıpta edilesidir. Efendimiz onların hepsine ayrı ayrı o kadar muhabbet gösterirdi ki; O’nun yanından ayrılan herkes en çok kendisinin sevildiğini düşünür ve misliyle aynı muhabbeti o da beslerdi. Bu bakımdan aradaki bağın muhabbet üzerine kurulması elzemdir. Zira muhabbet temelli olmayan bir ilişki ister akide ister fikriyat üzerine kurulsun yine de yıkılmaya mahkumdur. Çünkü akidenin temelinde bile din kardeşini Allah için sevmek vardır. Eğer bu haslet yoksa özünde o akide bozuk bir akidedir.

4- CESARET

Cesaret lider için keskin bir kılıç gibidir. Kılıç nasıl ki keskinliği ve parlaklığıyla dosta güven düşmana korku salıyorsa cesaret de öyledir. Cesur bir liderin peşinden gitmek herkesi mutlu ve güvende kıldığı gibi ona karşı durmak da her düşmanın harcı değildir.

Cesareti tam olmayan liderin adaleti hâkim kılması mümkün olmadığı gibi merhametli olması da çok bir şey ifade etmez. İdeal bir liderde hepsi uygun dozlarda olmak zorundadır.

Cesur bir lider olarak Efendimiz’in yaşadığı ve işte lider böyle olur denilecek bir sürü hadise vardır. Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:

“Bedir’de savaş, bütün şiddetiyle devam ederken bazen biz Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem arkasına sığınıyorduk. Hepimizin en cesuru o idi. Düşman saflarına en yakın yerde o bulunurdu.”[3]

Huneyn savaşında düşman saldırısı karşısında, İslam ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yerinde sebat edip hayvanını ileri sürmüş, düşman her taraftan onu hedef almıştı. Olaya iştirak eden Bera radıyallahu anha “Sen de o gün geri dönenlerden miydin?” diye sorulduğunda; “Evet, ben de onlar arasında idim. Fakat şehadet ederim ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinden bir adım gerilemedi. Savaş, vahşi bir yangın gibi yayıldığı zaman hepimiz Rasûlü Ekrem’in etrafına sığındık. O’nun yanında durmak en büyük cesaret kaynağımızdı.” buyurmuştur.[4]

NETİCE;

Bir liderde bunların dışında başka hasletler de olmalıdır. Hikmet, basiret, gayret, isar, iz’an, teenni, empati, fedakârlık…

Sen de Müslümanların sorumluluğunu alıp öne düştüysen bilmelisin ki kardeşim; yükün ağır, yolun epeyce uzundur. Sen Allah’ın celle celaluhu bu dine hizmet için diktiği ve yeri geldiğinde kullandığı fidanlardansın. Kendilerinden sorumlu olduğun kişilere karşı daima adaletli olmak, sahici bir muhabbet beslemek ve merhameti kuşanmak zorundasın. Unutma ki onlar senin emrin altındaki işçilerin değil beraber yol yürüdüğün ve aynı cenneti paylaşacağın din kardeşlerindir. Yüzün dostlarına karşı mütebessim, düşmanlarına karşı vakur olsun. Varlığın kardeşlerin için dert değil, neşe olsun.


[1]. Süneni Darimi c:1 sh:79 Beyrut

[2]. Buhârî, Edeb 53.

[3]. İbn-i Hanbel, I, 86

[4]. Müslim