Hadisi Şerif – Ali Yücel / 2014 Temmuz / 20. Sayı
Tatlı ve çekici kılınmış içinde yaşadığımız şu dünya. Her türlü albenisi ile kuşatacak gibi benliğimizi ve herşeyimizi. Tüm cazibeler var edilmiş bu dünyada, neredeyse bizi kendisine bağlayacak gibi. Oyun ve eğlenceden ibaret kılınmış, bütün etkileyiciliği ile çepeçevre sardığı için hepimizi, hiç terketmeyecek zannederiz bazı zaman kendimizi. Karar kılacağız, yerli olacağız, ihtişama şan-şöhret katacağız, imar edeceğiz, çabalayıp duracağız, hiç terketmeyeceğiz sanki. Fıtratımıza sevimli gösterilen nimetlerin tadına doyumsuz varmaya çalışıyor, sözümona cennet yaşamaya gayret ediyoruz; ezelde fanilik damgası yiyen bu hayattan ayrılmayacakmış gibi gözüküyor her birimizin hali. Hiç düşünmüyor gibiyiz zaman zaman bizden öncekilerin hal-i pürmelalini. Nerede Ademler, Nuhlar, İbrahimler; nerede yedi düvele nam salmış İskenderler, Neronlar, Nemrutlar, Firavunlar, hiç hatırımıza gelmez gibi. Biz de sonsuz değilsek, tadacaksak fanilik şerbetini niçin varız o zaman bu dünyada, manası nedir dünyanın, ne ola hakikati?
Bütün varlık alemini, mevcûdatı onların herhangi bir etkisi ve katkısı olmadan sonsuz kudreti ile yaratan, bu varlık alemi içersinde dünyayı vareden ve onu Ademoğlu için imtihan diyarı kılan Rabbimiz, Kerîm Kitabında şöyle buyuruyor: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.” (Ankebut; 64) “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider).” (Hadid; 20) “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür.” (Kehf; 46) “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir.” (Âl-i İmrân; 14) “(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür.” (Kasas; 60) “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.”(En’am; 32).
En zevkli eğlencelerin bir zaman sona ereceği gibi dünya eğlencehanesinin, hayat defterini kapatmak olacak son hamlesi ve nihayeti. En sevilen oyunlar bile bıktırıp usandırıyorsa kimi zaman kendisinden, mahiyeti devasa büyüklükte olan dünya oyunu da kursağımızda bırakacak hevesimizi.
O halde nasıl bakacağız dünyaya, ne şekilde değerlendireceğiz içinde bulunduğumuz dünyayı? Doğup büyüdüğümüz, bütün işlerimizi kendisinde hallettiğimiz bu dünyadan el-etek mi çekeceğiz, düşman mı telakki edeceğiz dünyayı kendimize? Evvela unutmamalı ki, bizler insanlığa rehberlik edecek, bütün hal ve hareketlerinde, inanç ve ibadetinde, değer ve yargılarında ölçülü hareket eden orta yollu, mutedil bir ümmetiz. Eşyayı, tabiatı, kainatı ve evreni, bunun içersinde varolan herşeyi değerlendirirken de ölçülü olmak durumundayız. Kimi zaman bir matemhanemiz olan dünya diğer bir zaman sevinçhanemiz olabilmektedir. Kimi zaman zafer yaşadığımız bir mekan olurken kimi zaman mağlubiyeti zoraki yudumlamak durumunda kaldığımız bir mekan olmaktadır aynı dünya. O halde nasıl bakmalıyız dünyaya? Hem peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin üzerinde yürüdüğü hem de ceberut zalimlerin, kendini beğenmiş müstekbirlerin, mücrim ve müfsidlerin meşgul ettiği şu küre-i arzı nasıl değerlendirmeliyiz?
Yarattığı her şeyde mutlaka ince bir hikmet bulunan yüce Rabbimiz, bu konuda da bizlere mutedil ve orta yolu göstermiş, şu hikmetli emri, her birimize yöneltmiştir: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas; 77) O halde dünya nimetlerinden istifade etmemek, nasibini aramaktan vazgeçmek diye bir şey yoktur. Dünyayı her şey bilmek, dünya nimetlerini sorumsuz ve fütursuzca kullanmak, dünya hayatının süslerine aldanıp ahireti unutmak, hayatı sadece dünya hayatından ibaret zannetmek, kısaca dünyevileşmek, süfli olana razı olup denileşmektir ayet ve hadislerde kınanan. Aksi takdirde gece-gündüzün bizlere musahhar kılınması, denizin emrimize amade kılınması, güneş ve ayın hizmetimize sunulması ne mana ifade edecektir? Her işi bir kader ve ölçü ile olan Allah-u Teâla’nın bizden istediği ölçüler dahilinde, dünya nimetlerinden istifade etmenin mahsuru olmadığı gibi bu, kimi zaman yerine getirmemiz gereken bir sorumluluk da olabilmektedir. Bir dünya nimeti olan kadın nefsimize süslü gösterilmiştir. İffetimizi koruyup Allah’ın dinini yer yüzünde hakim kılacak nesiller yetiştirmek için, fıtratımıza süslü gösterilen kadınlarla evlenmek ise uzaklaşılması gereken bir dünya nimeti olmak şöyle dursu,n Rabbimizin bize hakkında emir ferman buyurduğu önemli bir husustur. Hatta bu mesele yüce Kitabımızda o kadar önemsenmiştir ki, Allah’ın varlık delillerinden biri sayılmıştır. (Bkz. Rum Suresi 31) Esasında bir dünya nimeti olan göz kamaştırıcı binekler, atlar, arabalar vs. şeyler bizlere çekici ve cazip gösterilmiştir. Ancak Allah’ın dini uğruna cihad etmek için bir çeşit hazırlık sayılan bu vasıtaları edinmek ise Allah’ın bir emridir. (Bkz. Enfal Suresi 60) Kimilerinin cehennem azabında dağlanmasına sebep olacak olan ve nefsimize de çok sevimli gelen altın, gümüş, para vs. şeyler, muhtaç kimselere verilecek sadakaya dönüştüğünde yerilmek bir yana, onlarca ayet ve hadiste kendisine ısrarla teşvik yapılan bir hayır haline gelebilmektedir. Resul-ü Zi-Şan efendimizin “Salih adam için salih mal ne güzeldir”1 buyruğu, sadedinde olduğumuz konuyu gayet kısa ve öz bir şekilde açıklamaktadır.
O halde dünyaya bakışımız, dünyevileşmeden ömrümüzü tamamlayana kadar dünyayla barışık yaşamak şeklinde formüle edilebilir. Mesele kendini kaptırmamaktır, araçları amaç edinmemektir, süfli olanı ulvi olana tercih etmemektir, geçiçi olanı kalıcı olanla değiştirmemektir. Kur’an-ı Kerim, geçi olanı kalıcı olan ile takas eden kimselerden kafirler olarak bahsetmekte, onlara veryansın edip özelliklerini şöyle beyan etmektedir: “Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline. Onlar, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Ve onu eğriltmek isterler. İşte onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.” (İbrahim; 2-3) “Şunlar (inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.” (İnsan; 27) “Fakat siz ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A’la; 16-17) “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz.” Kıyamet; 20-21)
Kur’an-ı Kerim’in canlı müfessiri olan Hz. Peygamber aleyhisselam, konuyu çok güzel bir teşbihle, veciz bir şekilde şöyle izah etmektedir: “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim.”2 “Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol!”3 Yolculuk da gerekli olandan fazla eşya ve yük nasıl zahmet ve meşakkat oluyorsa lazım olan eşyaları tedarik etmemek de bir o kadar zahmet ve meşakkat olacaktır. Yolculuk esnasında kısa bir zaman dinleneceği, konaklayacağı han ve tesisi, esas evi ve yurdu gören kimsenin durumu ne kadar vahim ise asıl diyarı ahiret olan, buna rağmen ahiret yolunda kısa bir durak mesabesindeki dünyayı kendisine mesken edinmiş kimsenin durumu da öyle vahimdir. Dikkat edilmesi gereken dünyaya meftun olmamaktır, kendini kaptırmamaktır. Yada en yalın hali ile Hz. Ali’nin şu hikmetli sözünü hatırdan çıkarmamaktır: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor. Bunların her ikisinin de kendilerine has evlatları vardır. Sizler ahiretin evlatları olun. Sakın dünya adamı olmayın. Zira bu gün amel var, hesap yok; yarın ise hesap olacak ama amel olmayacaktır.”4
Hz. Peygember’in endişesi, uyarısı daima müslümanların önlerine serilecek olan dünya nimetlerine karşı teyakkuzda olmalarıdır. Bahreyn’den yüklü miktarda mallar geldiğinde yaptığı şu uyarı ne kadar manidardır: “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum”5 Bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: “Benden sonra size dünya nîmetlerinin ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.”6 Hz. Muhammed ile putlara tapma devri kapanmıştır ancak ümmet-i Muhammedi bile tehdit eden bir put vardır ki, Allah’ın rahmet ettiklerinin dışında hiç kimse bu puta tapmaktan kurtulamamaktadır: “Altına, gümüşe, kumaşa, elbiseye kul olanlar helak olsunlar/olmuşlardır. Zira onlara verildiğinde razı olurlar, verilmezse olmazlar.”7
Mal sevgisi, dünya sevgisi kontrol edilmediğinde, din-i mübin-i İslam’ın bu konudaki emirlerine riayet edilmediğinde hem dünya hem de ahiret açısından telafisi zor neticeler doğuracaktır. Hevasından konuşmayan, doğru olan ve doğruluğu tasdik edilmiş olan Rasulullah aleyhisselam, ilerki bir zamanda diğer milletlerin İslam ümmetinin başına üşüşeceğini, sayıları çok olmasına rağmen ümmetin yakalandıkları iki manevi hastalıktan dolayı bu saldırıyı savmada yetersiz kalacağını bize haber vermiştir.8 Ümmetin bu günkü vakıasına bakıldığında “sadekte yâ resulallah/her zaman ki gibi doğru söyledin ey Allah’ın Rasulü!” demekten başka ne söylenebilir ki? Zira ümmet, hücre ve iliklerine kadar haber verilen bu iki hastalığa amansız yakalanmıştır. “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” olarak ifade edilen hastalığa yakalanmayan fert yok gibidir. Meselenin daha da vahim olan boyutu ise; ümmetin fertlerinin, bu manevi kayıplarını telafi etme konusunda, hastalığın asıl kaynağı olan ve kendilerini hastalığa iten maddi ilaçlar peşinde koşması, riya hastalığını reklam ile tedavi etme gayretleri, kaybettikleri ihlasa kavuşmak için olabildiğince yapmacık hareket etme çabalarıdır. Bu amansız gibi gözüken hastalık konusunda, aşere-i mübeşşereden olan Abdurrahman b. Avf’ın (kimi rivayetlerde Hz. Ömer’in sözüdür) şu sözü ne kadar da manidar: “Darlıkla imtihan edildik sabrettik, rahat/refah ile imtihan ediliyoruz sabretme de zorluk çekiyoruz.” Yani mesele kolay değildir, maddi imkanları İslam’ın ölçüleri ile kontrol basit olmayacaktır. Sürekli uyanık ve dikkatli olmak durumundayız, Ebu Zerrlerimiz olmalı, dünyevileşmelerimize rest çeken, bizi ikaz eden. Huzeyfelerimiz olmalı, maddeye kendini kaptırmışlarımızın evine girmekte tereddüt eden. Hiç aksamadan çalışmalı nasihat müessesesi, meftun olmalıyız tekrar şehadete ve öldürmeliyiz ölümü. Tamahkarlığımıza gem vurmalıyız artık, ihtiraslarımız tutsak etmemeli bizi. Resule kulak verip iyi tanımalıyız düşmanlarımızı. “İhtiyar kimsenin gönlü iki huyda her zaman genç bir halde bulunur: Dünya sevgisinde (arzu ve isteklerin sınırsızlığında) ve uzun emel/ömür konusunda.”9 “Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi de (imtihan vesilesi) maldır”10 “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz.”11
Hayatının baharında olan bir genç için, ihtiyarlara nazaran dünya ve içindekiler elbette daha cazip ve çekici olacaktır. İnsanlığın varlığından beri tecrübe edilen ve her akl-ı selimin kabul ettiği bir husustur bu. Cennette yaş seviyesinin genç yaşı olması, cennetliklerin oradaki nimetleri genç yaşlarda tadacak olmaları da mutlaka bir şeyler çağrıştıracaktır bize. Gençken istifade edilen nimetlerin tadı, ihtiyarlıkta külfet bile olabilmektedir. Bütün bu gerekçeler de göstermektedir ki gençler, daha meyilli olabilmektedir dünya nimetlerine. Ama İslam’ın madde ve manayı kuşatan engin akidesi, ruhu doyuran, arzu ve isteklere makul seviye getiren direktifleri, müslüman genci terbiye etmekte ve onu dünyada ahiretin adamı kılmaktadır. Kılıcı yerde süründüğü halde şehadet arzusuyla yola çıkan genç sahabe bunu öğretmektedir bize. Dünyanın her türlü nimetine sahipken şehit olduğunda yarım kefene razı olan Mus’ab b. Umeyr böyle öğretiyor bize. Cennet arzusu ile elindeki üç-beş dünyalık hurmayı çok görerek, genişliği yer ve gökler kadar olan cennete koşan sahabe bu şekilde eğitiyor bizi. Doğru, çokluk oyaladı bizleri, daldık dünya meşgalesine, asıl yurdumuzu unuttuk, peşinden gider olduk dünyanın, mal-mülk biriktirme gayreti kuşattı tüm benliğimizi, lüksün içinde zühd arar olduk.
Ey İslam gençleri, ey kardeşlerim! Sözünden dönmesi mümkün olmayan alemlerin Rabbi ile yapacağımız bir ticaret kurtaracaktır bizleri. Modasına, modeline tutulduğumuz dünyalık her neyse, ahiretteki benzeri ile kıyas yapıp akıllı tercihte bulunmak ulaştıracaktır hedefe hepimizi. Lüksün, israfın, eğlencenin, oyunun, malın, paranın, makamın, şanın-şöhretin özetle lanetli olan dünyanın ve süsünün tazyiki ne kadar kuvvetli olursa olsun zühd duvarını çekmeliyiz dünyalıklara, kanaatkarlığımız bend olmalı bizi kendisine kul yapmak isteyen maddi putlara. Ve düşmanımızın başımıza çekirge misali gibi üşüştüğü şu zamanda, ayağa kaldırmak için İslam’ın sancağını, sevmeliyiz ahireti ve tutkun olmalıyız şehadete. Cihadı alnımızın çatına vurup her sabah duamızın başına koymalıyız şehadeti. Bizim dünyayla bağımız ne ki? Bir garip ve yolcu gibi, hareket saati geldi, haydi şimdi yolculuk vakti. İbadetler sevincimiz haline gelmeli, kınamalar, alaylar, gülmeler yıldırmamalı bizleri. Biz garip gelmiş bir davanın ilk garipleri değiliz, son garipleri de olmayacağız. İlk temsilcisi Hz. Muhammed olan bir gariplik ne mutlu garipliktir. İlahi davanın bahtiyar ve mutlu garipleri, zaman geçiyor, ömür tükeniyor, gölgenin olmadığı bir sıcağa doğru ilerliyoruz. Geçici gölgede fazla gölgelenirsek hedefe varamayız, yolcuğa gereğinden fazla eşya alırsak taşıyamayız. Mazlum bakan ümmetin yetimleri için, gözü yaşlı analar için, masum bacılar için, Mescid-i Aksa, -Mescid-i Haram, Ayasofya için ve herşeyden önemlisi Rabbimizin rızası için şimdi dünyanın peşinden sürüklenme değil dünyayı peşinden sürükleme vakti. Vakit, ahiret gününün sıcaklarından korunmak için gölgelik edinme vakti.
Son olarak O konuşsun da dinleyelim başımızda kuşlar varmış, Medine mescidinde bize sesleniyormuş gibi, Mus’ab yerine koyalım kendimizi, Muaz olalım önünde efendiler efendisinin ve dizimize koysun mübarek ellerini: Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”12
———————————————————
1 Müsned, 4/194.
2 Tirmizi, Zühd 44.
3 Buhari, Rikak 3.
4 Buhari, Rikak 4.
5 Buhari, Rikak 7; Müslim, Zühd 6.
6 Buhari, Zekat 47; Müslim, Zekat 121.
7 Buhari, Cihad 70.
8 Bkz. Ebu Davud, Melâhim 5.
9 Buhari, Rikak 5.
10 Tirmizî, Zühd 26.
11 Buhari, Rikâk 10; Müslim, Zekât 116–119.
12 Buhari, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91.