Modern Çağın Unutturduğu Amel Sıla-İ Rahim

Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2019 Ağustos / 81. Sayı

İman ettiğimiz İslâm dini her türlü insani ilişkilerimizi düzenlediği gibi akrabalarımızla olan ilişkilerimizi de gerek ayetlerle gerek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisleriyle, olması gerektiği gibi düzenlemiştir.

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’dan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.”[1]

Tıpkı namaz gibi, oruç gibi, zekât gibi, akrabalık bağlarını sürdürmek de Allah’ın bir emridir. Yine başka bir ayette Mü’minlerden söz ederken, “Ve onlar ki, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (akrabâlar ve mü’minler arasında olması gereken bağı) birleştirirler; Rablerinden korkarlar ve hesâbın kötüsünden endişe ederler.” [2] buyrulmaktadır.

Halid b. Zeyd (Ebu Eyyub El-Ensari) Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Ya Rasûlallah! Beni cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi: “Allah’a ibadet eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namaz kılar, zekât verir ve Sıla-i Rahim edersin.”[3]

Başka bir hadiste bu amelin önemini daha iyi anlıyoruz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin.”[4] Bu hadisten şunları anlıyoruz:

Birincisi: Bu ameli yerine getirmek bizi cennete taşıyacak inşaallah.

İkincisi: Bu mesele, Allah’a ve ahirete iman etme meselesinden ayrı değildir.

Akrabalık ilişkisi bu kadar önemli iken, Allah ve Rasûlü’nün İslâm ümmetine emri iken müslümanların bu amelde gevşeklik göstermesinin sebepleri nelerdir? Bunları dile getirmeliyiz ki inşaallah Sıla-i Rahim ümmetin arasında yeniden canlansın. Hem ahiretimizi hem de davetimizi güzelleştirsin. 

Cenneti büyük amellerin ardında ararken, ‘ah biz de o amelleri yapabilsek, örneğin İslâm ordusunu donatsak ya da Allah yolunda cihad etsek ya da imkânımız olsa da Beytullah’ı ziyaret etsek’ diye cenneti bu amellerde ararken belki de cennet çok yakınımızda, kıymetini, değerini farkedemediğimiz, gücümüzün yettiği bir amelde gizlidir.

Belki de insanlar tarafından boşaltılmış bir köyde, tek başına, kimsesiz, sessizliğin sesinden başka bir şey işitmeyen, gözleri yollara çevrili, insan sesine hasret kalmış, beli bükülmüş, sizi gördüğünde sevincinden gözlerinden yaşlar akıtarak Rahman’a için için dua edecek teyzenin dudakları arasındadır. Kim bilir, onun hatrını sorduğunuz, bayramda onu yalnız bırakmadığınız, mütevazi sofrasında bulunduğunuz için kalbinden, taa derinden öyle dualar edecek ki Allah celle celaluhu, onun duası ile sizin hem rızkınızı hem de ömrünüzü bereketli kılacak, kim bilir…

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.”[5]

Ne zaman ki dinlenme anlayışımız tatil beldelerinden ibaret oldu; bu rahmet bu bereket üzerimizden kalktı. Memleket ziyaretlerinin, akraba ziyaretlerinin yerine bir tatil kasabasında gezerek eğlenerek geçirme alışkanlığı edindik ve bu rahmetten böylece uzak kaldık.

Sadece biz mi kaldık? Hayır tabiki. Yetiştirdiğimiz nesil, amcanın, dayının, teyzenin kim olduğunu, onları ziyaret etmenin, bu ilişkileri korumanın önemini bizimle birlikte yitirme tehlikesi ile başbaşa kaldı. Bir büyüğünü gördüğünde hatır sormayı, hürmet etmeyi bilmeyen çocuklar bizim ellerimizde yetişti. Ne zaman ki akşamları akraba ziyaretleri yerine televizyon dizileri izlemeyi tercih ettik, birbirimizin dertlerini öğrenemedik, evdeki sıkıntısını veya sevincini paylaşamadık, işte o zaman kalpler birbirinden uzaklaştı. 

Dizi günlerinde birbirini misafir kabul etmeyen bir toplum oluştu bizim ellerimizde. Kim bilir belki de cennet, derdini bizim omuzlarımıza bir an olsun bırakarak rahatlayıp teselli bulan bir yakınımızın, “Ya Rab! Sen bu kulundan razı ol. O beni dar günümde yalnız bırakmadı, Sen de onu yalnız bırakma.” diye içten içe yapacağı duasında idi.

Ne zaman ki hafta sonu gezmelerimiz, sevgimizi, muhabbetimizi, sohbetimizi, bir parça ekmeğimizi, en mütevazi haliyle kurduğumuz sofralarda buluşup paylaşmanın yerine, alışveriş merkezlerinde dolaşıp eğlenmeye dönüştü; dünyevileşme, dünyaya daha fazla meyletme, şükürsüzlük, lüks hayat tutkusu, nefislerimizde baş gösterdi.

Böylesi önemli bir amelin ihmal edilmesi, kalplerin darmadağın olmasına sebep oldu. Şimdi ise bu ameli yeniden anlamalı ve hayatımızda yeniden yeşertmeliyiz. Sıla-i Rahim bazen akraba ve yakınlarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak, selâmlaşmak, hal hatır sormak, daima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek, onlara dua etmektir. Bazen ziyaretlerine gitmek, özellikle yaşlı ve muhtaç olanların hizmetlerini gücümüz yettiğince görmek, onları sevindirmektir. 

Sıla-i Rahim bazen, mâli sıkıntı çeken yakınımızı desteklemek, onun sıkıntısını elimizdeki imkanlar ölçüsünde gidermektir. Özellikle günümüzde bu ölçü kalktığı için birçok müslüman faizli bankaların avucuna düşerek buhrandan buhrana sürüklenmektedir. 

Zengin olanımız mâli sıkıntıya düşene, sağlıklı olanımız sağlığını kaybetmiş yatalak olana, kısacası herkes kendi gücünün imkân verdiği ölçüde bu rahmet kapısında yer almalıdır. 

“Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.”[6]

Terki, Allah’ın laneti ile ihyası ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu müjdesi ile karşılık buluyor: “Ey insanlar! Birbirinize selâm verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin, geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selâmetle cennete giresiniz.”[7]

Selâm ve dua ile… 


[1]Nisa, 1.

[2]. Ra’d, 21.

[3]Buhari, Zekât 1.

[4]Buhari, İlim 37, Müslim, İman 74-77.

[5]Buhari, Edep 12.

[6]Ra’d, 25.

[7]Tirmizi.